26 Nisan 2019 Cuma

Albatross

 En son 6 sene önce yazmışım buraya, hayretler içerisindeyim. 6 senede bir hayat ne kadar değişebilir? Bir çocuk doğar, diş çıkartır, yürür, büyür, ilk okula başlar. Ya da bir araba kilometrelerce yol gider ve gün geçtikçe değer kaybeder. Biz, insanlar olarak hangi kategorideyiz? Ben her zaman yaşlanmayı, zamanın geçişini kendi içimde mayalanan bir şarap gibi düşündüm. Hiç bir zaman büyümek, yetişkin olmak ya da sorumluluk almak gibi hayallerim olmadı. 20'li yaşların başları bir insanın başına gelebilecek en güzel şey sanırım, her şeyi bildiğini zannedip ortalara doğru hiç bir şey bilmediğini fark etmek. 30 yaşına girdiğiniz gün; 18 yaşınızdaki kendinize oturup anlatacak ne kadar şey biriktirmiş olursunuz acaba? Benim 18 yaşındaki Ceren'e anlatacak o kadar çok şeyim var ki. Bugün senin için hayat ne kadar zor ve çıkmazda görünüyorsa bil ki yaşın ilerledikçe bu hislerinin üzerine binen sorumluluklarla birlikte daha da zorlanmaya başlayacaksın. Ama korkma. Çünkü sorumluluklar, hatalar ve başarısızlıklarının her biri seni aslında içinde hiç bilmediğin bir Ceren'le tanıştırmaya çalışıyor. Gün geçtikçe birbirinizi tanıyacaksınız ve ne yazık ki bu günlerin hiç biri kolay olmayacak. Ama 29 yaşındayken yastığa başını koyduğunda huzur içinde uyuyabilecek kadar güzel bir hayatın olacak.

 İtalya'da okuduğum Bologna Üniversitesini bırakıp Türkiye'ye döneli bu ay 5 sene olmuş olacak. Kaçıp gitmeler sizi uzaklara götürsede kendinizden uzaklara gitmek düşündüğümüz kadar kolay olmuyormuş. Alkol, uyuşturucu, eve kapanmalar, susmalar, çığlık atmalar, terk etmeler, terk edilmeler, başlayan dostluklar, biten dostluklar, kesişen hayatlar ve yeşeren ümitler. Son 6 senemin özetini bu şekilde yapabilirim sanırım. O kadar uzun zaman kendimden ümidi kestim ki. Ailemden kopmaya çalıştım, yapamadım. Yalnızlaşmaya çalıştım, yapamadım. Sosyalleşmeye, ideal arkadaş olmaya çalıştım, yapamadım. Fedakarlık yapmaya çalıştım, dinlemeye çalıştım, uyum sağlamaya çalıştım. Bütün bu yaptıklarımın tek bir ortak noktası vardı, hiç birisini kendim için yapmadım. Her şeyi ya hırsla, ya sevgiyle ya da başka dürtülerim ile yaptım. 2017'nin kasım ayında bir akşam 2 arkadaşımın yanında, evde hüngür hüngür ağlarken ilk defa kendimi gördüm. Ben kendime ne yapıyordum? Ben kendime bunu nasıl yapardım? O andan sonra hayatımı değiştirmeye başladım. Bazı şeyler aynı kaldı, bazı şeyler ise içimde kapana kıstırdığım ve seneler sonra bıraktığım o Ceren'in hayatında kendisine yer bulamadı.

 Yine de mutluyum. Çünkü ben her şeyi kaybettiğimi zannederken meğerse kendimi buluyormuşum. Başka bir ülkede, başka bir şehirde, kendimi ait ve evimde hissedemeden özgürlüğü ararken meğerse içimdeki o küçük kızın yaralarını görmezden gelmeye çalışıyormuşum.

 Yüzleşiyorum. Kendimle, hayatımla, hatalarımla ve başarılarımla, umutlarımla ve başka insanlara umut olabilme ihtimalimle yüzleşiyorum.

 Kabulleniyorum. Her şeyi yalnız başıma yapamayacağımı, ama bunun beni eksik yapmadığını kabulleniyorum.

 Sarılıyorum. Kendimi yapayalnız ve terk edilmiş, haksızlığa uğramış hissettiğim bir yaz gecesinden sonra elimi tutan ve benimle beni yaşayabilen insanlarla yan yana yürüyorum. Artık kendimi eskisi kadar yalnız hissetmiyorum.

 Bitiriyorum. Kafamda bitirmek için savaştığım, ama bitirmemek için bahaneler bulduğum şeyleri kazıp çıkartıyorum. Evrene pek pozitif enerji saçtığım söylenemez, ama kendim için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bitirdiğim her arkadaşlık, her hikaye, her tecrübe için bir çiçek ekiyorum ve bunu söylerken baya ciddiyim.Şu anda 19 tane bitki var evimde, çoğunu tohumdan yetiştirdiğim.

 Hala daha kötü günlerim oluyor.. Anneannemi her gün özlüyorum, evimin her köşesinde onun resimleri, aklımın her köşesinde onunla olan anılarımı diziyorum. Her gün onu yad ediyorum. Ama yaşıyorum. Herkese ve her şeye rağmen yaşıyorum. Çünkü, bir amacım kalmadığında bile kendim için sığınabileceğim bir dünya yaratıyorum.

 Bitmiş, bitmemiş ve belki de bitmesi gereken şeyleri düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü 29 yaşındaki Ceren'in her şeyden çok düşünmeye ihtiyacı var. Duşa girmekten nefret eden, kendisini eve kapatıp günlerce hiç bir şey yapmadan oturabilen Ceren'de burada. Ama artık hayata daha çok boyun eğiyor. Daha fazla şey yapabilmek için uğraşıyor. Amaçlar ediniyorum kendime, üzerine hayaller kurabileceğim. Hayaller kuruyorum, üzerine hayatlar kurabileceğim. İnsan oluyorum, her türlü duygu ve kafa karışıklığı ile. Bundan sonra ne olacağımı bilmiyorum. Ama ne olursa olsun, her günün sonunda Ceren olmayı seviyorum. Eve gelip plaklarına sarılan, hala daha cd koleksiyonu ile övünen, kıyı müzik için yazı yazmaya başlayan ve bununla gurur duyan, müzik için müzikle yaşayan, ahşap ve marangozlukta sıçma batırma ve başarma arasındaki ince çizgide dolanan, kendi ayağına takılıp düşen, haftada en az 4 kitap bitiren Ceren.

İletişim fakültesini bırakıp psikoloji okumaya başlamış olan Ceren. Maddi durumunu yaşamına uyduramadığı için hem özel ders verip, hem part time çalışıp hem de okuyan Ceren. Akşam eve geldiğinde huzurlu uyuyan Ceren. Belkide anlatıcak ve yazacak çok daha fazla şeyim vardır, ama bu akşamlık 6 senelik aramı bu kelimelerle dolduruyorum. Yarınların getirecekleri ve götürecekleri şeyleri ise uyuyup uyandıkça göreceğim. Ve belki de yine buraya dönüp yazacağım. Kimsenin okumadığı ama bana beni anlatan ve senelerce kaçsam da geri döneceğim bu bloga. İronik değil mi? Bazı şeyler gitse de, aradan seneler geçse de tekrar başladığında sanki hiç bitmemiş, sanki o bağ hiç kopmamış gibi hissetmek? Aidiyet hissi. Bir insana, bir yazıya, bir duyguya ve bir umuda aitlik hissi. Beni yine buraya döndüren o aidiyet hissi. Eski bir dostla tekrardan merhabalaşma hissi. Tekrardan merhaba eski dostum. Geri geldim. Bildiğin gibi değil, gördüğün gibi bir insan olarak geldim. Umarım birbirimizi yeniden tanıyabiliriz.

23 Ekim 2013 Çarşamba

7 ay az değil, hayat dediğin bir dakikada değişiyor, 7 ay neymiş.

13 Mart 2013 Çarşamba

İnsanın bir evi, bir odası olması ne kadar güzel bir şey. Bir de kendini hiç bir yere ait hissedememek var, işte o insanı bitiriyor.

7.37

Günlük hayatımın en sevdiğim kısmı, diğer adıyla insomnia'nın hayatıma dönüşüyle uykusuz geceler ve sabah uyuya kalıp sonra akşama kadar gözlerimi her açtığımda yarın akşam erkenden uyku ilacı alıp uyyicam ve yarın uyku düzenimi kesinlikle düzelticem dediğim günler. Gerçekten bu günler benim için ılık şeftali çayı ve yanında limonlu kek edasında mutluluk veriyor, ne yazık ki kek bozuk ve çay soğuk.
 Gerçekten bir insan ne kadar dengesiz, ne kadar ne istediğini bilmez, ne kadar bencil ve ne kadar SALAK olabilirin ansiklopedik resmi olmak üzere emin adımlarla ilerliyorum. Hayattan büyük beklentilerim yok, gerçekten artık bir şeyleri düzeltmek istiyorum, bunun dışında çok büyük hayallerim ya da imkansız gerçekliklerim yok. Ama eğer illa bir şeyler değiştirmek zorundaysam geçen sene 1 ocağa çok okayim. Akşamdan kalma sevgili anneanneme gittiğimde sen bu halde bi de araba mı kullandın zılgıtını yemeye bile çok okayim, yeter ki o geri gelsin. Yine bana alka-seltzer aldırsın eczaneden, başımın belası diye diye tost falan yapsın bana, mantısının yanında rakı içsin, sonra da masaların üzerine çıkıp dans etsin. Eğer gerçekten hayatta bir şansım daha geçen senenin şubat ayına dönerdim ve amerika yerine türkiyeye giderdim. Böylece anneannem hiç bir zaman evde yalnız kalmazdı ve bu yüzden hiç bir zaman düşmezdi, hastaneye kaldırılmazdı, daha sonra durumu hiç bir zaman ağırlaşmazdı, hiç bir zaman yoğun bakımda yatan o kadına dönüşmezdi, kızıl saçlı bodur tavuk olarak kalırdı. Gerçekten her şeyi yoluna koyabilmek çok isterdim, herkesin hayatında onu kayıtsız şartsız seven, sahip çıkan ve kendini güvende hissettiren bir insan vardır. Ben, benimkisini 27 temmuz'da kaybettim, o günden beri de sürekli sıçıyorum. Hayatta elini tutup da sana sen ne bok yiyorsun diyen biri olmadığı zaman sıçmak düşündüğümden daha kolaymış. Hayatımın en boş 8 ayını geçirdim. Verdiğim sınavları salarsan hiç bir şey yapmıyorum diyebilirim. Çevirmenlik yapmak için şehirleri falan geziyorum boş boş, bir bok olduğu yok, trenden inip eve gidip, bavul yapıp bavul boşaltıyorum, sonra tekrar bavulumu yapıyorum ve uçağa biniyorum ve istanbul'a dönüyorum, günlerimi kimseye yettiremiyorum, kimseyle bir şey yapmak istediğim de yok o da ayrı bir mesele, salsalar beni kendi halime ne kadar mutlu olucam.
 Anneannemin cenazesinden beri mezarlığa gidemedim. Gitmek istiyorum ama cesaretim yok, sanki gitsem her şey gerçek olucak, son 8 ay gerçek olucak, ben uyanıcam sanki ve hiç bir şeyin rüya olmadığını görüp iyicene çıldırıcam. Arkadaşlarımı özlüyorum, herkes gerçek anlamda dünyanın bir ucunda, sikindirik skype'dan kafanı sokup öbür taraftan çıkamadığın sürece yapabileceğim tek yorum "sıkıldım." Gerçekten sıkıldım.

 Herşeyden sıkıldım.
Herkesten sıkıldım.

Gerçekten bütün şu dünya üzerinde kendisinden başka birini düşünen bir insan evladı kalmadığını düşünmeye başladım. Arada sırada tersini ispatlayacak insanlar çıkıyor karşıma ama bu aralar herkesten uzaklaştım sanırım. Artık bir şeyler düzelsin istiyorum, bir şeyler iyi gitsin istiyorum, değişik bir şeyler olsun ve en azından bir şey yolunda gitsin istiyorum. Uyku düzenim artık DÜZEN olsun ve sabah 8 akşam 6 olmasın, sabah şu salak güneş ışığını gördüğümde bir defa sevineyim istiyorum, bir defa uyanmaktan nefret etmeyeyim.

Bir şey olsun, ya da her şey bitsin, ama artık bu saçma dönemim geçsin istiyorum.

10 Mart 2013 Pazar

3.18

Kafa karışıklığının doruk noktasını hayatta hiç bir şey yolunda gitmezken değil, tam tersi her şey yolundayken yaşarsın, çünkü bir şeyler yolunda gitmezken bir amacın vardır, bir şeyleri düzeltmeye çalışırsın. Yani sikimsonik saçmalıklara dalıp gitmezsin, ufak şeylere takılmazsın, onu sal ya benim derdim başımı aşmış diyebilirsin. Ama her şey yolundayken ve sen kendi hayatını kurcalamaya başladığında kendine sıçıp sıvama 101'e de girişmiş olursun.

Sıçıp sıvama 101'in benim üzerimdeki etkisi şu tarz ilerliyor: kafamı bir şeye takıyorum, bir kusur buluyorum, kurcalıyorum, kafamda bitiriyorum, sonra karar verdiğim konuyla ilgili bir şeyler yapıyorum, son olarak da yaptığımdan pişman olup kendi halinde bıraksaydım olmazmıydı ya geliyorum, ama tabii ki ben oraya geldiğimde kendi halinde bırakılası kalmıyor olayın.

Akıl fikir, amin.

18 Ocak 2013 Cuma

2.57

Parlak gözlü bir kediydi o
Gündüzleri aylak 
Geceleri ise korkutucu

8 Ocak 2013 Salı

5


  Çünkü sana aşık olmak kelimelerin yetersiz kaldığı bir andı.
Hem zaten sen de bana başka bir şans tanımamıştın,
Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım.
Aşık oldum.