23 Ağustos 2012 Perşembe

Dünyanın Sonu

 2012 Dünyanın Sonu dediler. Dünyayı bilemem ama 2012 geldi geleli ben ve etrafımdaki bir çok insanın hayatındaki bir sürü şey sonlandı. Biraz daldan dala da olsa uzun zamandır yazamamanın acısını çıkartabildiğim kadar çıkartmaya karar verdim şu anda. Aslında kafamda kurmuştum neler yazacağımı, her yaşadığım şeyde, evet bak bunu aynen böyle yazıcam dedim kendi kendime. 

 Gel gör ki planlar olduğu gibi gitmiyor.
 
 Beni anneannem büyüttü. Her zaman yanımdaydı anneannem, hastayken, huysuzken, mutluyken, mutsuzken, koşarken, gülerken, Pokemon'un sinema filmine giderken, CD koleksiyonuma yeni yeni CDler katarken, televizyonda bir şeyler izlerken, rakı içerken, yemek yerken, bir yerlerde yürürken, araba kullanırken, taksiye binerken, gofret yerken, uçarken, kaçarken, ağlarken, kahkaha atarken, herkesten nefret ederken benim yanımda minicik bir kadın vardı. Ben ona ayıptır söylemesi de, Göt Kadar Kadın! derdim. Çünkü o 1.57 boyu ve kızıl saçlarıyla gerçekten minyatürize edilmiş göt kadar bir kadındı. Bodur tavuğumuz her dem tazeydi, kendi kendine koşturur, mahalle ahalisini gözler, alt kattaki Mehmet Bey'den, karşıda annesinin vefatından sonra evi yeniden yaptıran atletli adama kadar herkesin hikayesini bilirdi. Ayağına o minicik topuklu minicik ayakkabılarını gecirip manikür pedikür yaptırmaya giderdi. Ağdası eksik olmazdı, çünkü doktorlara muayneye giderken kıllı bacaklarla görünmeye gerek yok, belki adam çok yakışıklı? Ay ne bakımsız kadın! Demesinler sonra bana derdi.  
 Saçlarının kızıl tonunu tutturuncaya kadar piyasadaki bütün berberleri - kuaförleri tavaf ettikten sonra evde kınanın içine çay koyup bilmemne zımbırzopu ekleyip istediği tonu tutturdu ve bir daha asla saçlarının tonundan şikayet etmedi. Aptal insan sevmezdi, tavlada zar tutardı, konkende herkesi mahvederdi, poker'de suratı hep güldüğü için hiç bişey anlamazdınız. Bi defa anneanneyi geç de o bir Semuş'du. Semuş olmak demek, Semra olmaktan daha büyük, daha eşsiz bişeydir. Bi defa acıkınca SEMUŞ ANNAAAANEEEE denilir, hem zaten Semra diyen kimseye de dönüp bakmazdı. O kadar inatçıydı ki bazen kafasını alıp duvarlara vurasınız gelirdi söylediğinizi yapmadığı için. Ama bi şey daha var ki, o herşeyi bilirdi.
 27.7.2012'de 3 aylık bitkisel hayat döneminden sonra sırf inadından gitti öbür dünyaya. Ben annemi kaybettim. Cenaze falan derken afallıyor insan. Ben herşeye bi cevap bulmaya çalışan ve genelde başaran bi insanımdır ama bana anneannen olmasa ne yaparsın deseler, onu hiç düşünmedim, hem benim anneannem iyi, niye bunu düşünmem gereksin ki derdim. Ama o işler öyle olmuyomuş işte. Bazı şeyleri görmeden insan anlamıyor. Evet ben Nisan sonu Türkiyeye geldim ve anneannemi bitkisel hayatta, o yatakta yatarken, beyazlamış saçları, manikürsüz elleri, minicik vücudu ve kan ter içindeki suratıyla gördüm. Ama bi defa dedim ya, benim anneannem çok bakımlı kadındır, o yüzden o yataktaki o kadın benim anneannem olamazdı. Bu işte bi iş vardı. 

 Ama tabi ezan okunduktan sonra, İmam tabutun kapağının nereden açıldığını söylerken bazı şeylere inanmak zorunda kalıyomuş insan, öğrendim. 
 Bu olay üzerine düşünmedim. Yazdıktan sonra bi daha düşünmeyi de düşünmüyorum, bunun dışında da zaten kendi yazılarımı okumayı sıkıcı bulduğum için (evet böyle de iğrenç bi insanım) bi daha okumayacağım bu yazıyı da diğerleriyle birlikte insanların okumaları için ceristan'a salacağım. 
 Neden Ceristan? Çünkü bu tamamen Cerenle alakalı bişey. Çünkü bunlar benim fikirlerim, nefretlerim, aşklarım, komikliklerim, mutluluklarım, mutsuzluklarım ve geri kalan herşey. Bu yüzden Ceristan. Hem de diyorum işte, tam zaman öldürmelik, aptal aptal yazıları okuyup beni gündelik hayatta tanıştığım bi çok insandan daha iyi tanıyorsunuz, iyi birşey mi bilmiyorum ama olsun.

 Başka başka. Oh Land'in sahne performansına kurban olurum, Gogol Bordello her zamanki gibi hoplattı - zıplattı, Tony Bennett'i betimleyebileceğim bir sıfat yok sanırım, seviyom çok seviyom diyebilirim, ama kızını beğenmedim, babasıyla turneye çıkmış olması da cabası, çabalamadan bazı şeyleri kazanamazsın, babanla şarkı söylesen de-söylemesen de önce kendi başına nereye gelebildiğine bakmalısın. Ama zaten o kız babası olmasa Jazz sanatçısı olarak pek bi yere gelemez bence. Burdaki benceye dikkat çekerim. Enrique Macias iyiydi ama beni çok sarmadı, Tom Jones'u seneler eskitememiş, adam hala inanılmaz bir sex bomb! Bunun dışında, siz siz olun Nouvelle Vague seviyorsanız konserlerine GİTMEYİN. Dominatriks kıyafetleriyle izleyiciyi 2 şarkı çekip sonra da gece uyku için müzik listesi yapsanız 1 şarkıyı dahi değiştirmiyeceğiniz yavaşlıkta bir playlist'i 3 başarılı coverla renklendirmek dışında bir atraksiyonda bulunamadan sahnede sevişen iki solisti izleyip bi de hayatımda dinlediğim en kötü in a manner of speaking performansını dinleyip evime döndüm. Gönül isterdi ki bir Melt with you, bir blue monday çalsın, beni benden alsın ama yok. Nuh diyen, peygamber demeyen grup gınayı getirip kendileri gitmiş bulundular. Bodrum Marina'da izlediğim Fatih Erkoç'u çok başarılı buldum, bir insan nasıl bu kadar çok enstrüman çalmaya yatkın olur, adamın müzik kulağı gerçekten büyüleyici! Ama şöyle bişey oldu, 3 hafta sonra tekrar Bodrum'a gittiğimde başka bir arkadaşımı Fatih Erkoç konserine götürdüm ve gerçekten bu sefer adamın sahne enerjisini çok düşük ve isteksiz buldum. Çok bi bok da bilmiyorum aslında ama bu aralar biraz fazla konser sever oldum sanırım, 13 eylül'de ki radiohead konserine kadar konserlerime ara verdim, biraz da dinlenmek lazım. 

 Bu sene Bodrum baya kötüydü, apaçi-komançi-tamagoçi aklınıza ne gelirse hepsi bodrumdaydı. 21 sene her yaz Bodrum'a bi kez daha aşık olduktan sonra bu sene Türkiyede ki tatil tahtımı çeşmeye verdim sanırsam. Hayatımda bu kadar mutlu bir tatil daha geçirdiğimi bilmedim ben.

 Tatilden sonra çok radikal kararlar almadım.
Bazı sağlık problemlerim vardı, yapılan son tetkikler bugün tamamlandı. Üzgünüm bir çoğunuzdan daha uzun yaşayacağım, NİAHAHAHA'yı gururla söyleyebilirim.

İtalyaya dönmeme az kaldı. Dönme kısmı iyi de, ev açma kısmını sevmiyorum. Dobby gibi bi ev cini istiyorum ben. Çorap seviyosa çorap veririz kardeşim temizlesin işte evi! İşi ne?
 Çeşmede sesim kısıldı son2 haftadır geri gelsin diye bekliyorum. TAM düzelicekti ki Cansu çok zekice bir fikir ortaya attı ve Karaokeye gittik. Bilin bakalım sabahında kimin yine sesi kısılmıştı?? BEEEN!

Kimler geldi hayatımdan kimler geçti. Bu yaz senelerdir görüşmediğim bir sürü arkadaşımla baya iyi zaman geçirdik bu yüzden çok mutluyum, bazı şeyleri zamanın - insanların ya da hıyarlıkların bile bitiremediğini görmek güzel bi his. Bu arada piyasada bu yaz çok iyi kitaplar var her hafta 3-4 kitap bitirir oldum ki bu senelerdir yapmadığım bir şeydi. Eskisine göre daha çok film izliyorum bu da güzel bişey olsa gerek. 
 
Şubattan beri yaptığım seyahatler de bayaa iyi geldi, oturma iznimin 18 ay çıkmayışını New York - Chicago ve sonra da Viyana gezisiyle telafi ettim diyebiliriz (psikolojik baabında diye saçmalayasım var). 
 
 Neyse.

İyisiyle, kötüsüyle, gideniyle, geleniyle bir senenin 8 ayını geride bırakıyoruz. Bir sürü anı, bir sürü mutluluk, hüzün ve dersle (hem seneye bıraktığım dersler hem de hayat dersleri diyebiliriz sanırım) eylül  ayına az kala böyle bir yazı yazdım işte. Bundan sonra aklıma gelen bütün saçma şeyleri yazmaya devam etmeye çalışacağım, sonra canım sıkılıyo.
 
Bir yaz tatili de böyle geçti işte, dünyanın sonunda.