10 Aralık 2011 Cumartesi

mutluluk mideden başlayıp ağzına kadar gelen ve sen o ağzını açıp da onu etrafındaki herkese fışkırtıncaya kadar seni zıplatan katakulliye verilen addır
Hayatta sevmediğim 1 şey varsa bu kesinlikle değişim. Ya ben bu bloggerın'da facebook'un da youtube'un da yeni hallerinden bi cacık anlamadım. Hay gözünü sevdiğimin interneti, hotmail bile değişti, bi durun ya, bi durun!

haters gonna hate

Uzun zamandır yazmamıştım. Öyle ki blogger şifremi bile unutmuşum, ama sonunda dönüp de tekrar yazacak kadar kafamı ve enerjimi topladım. bütün gün sokaklarda dana yavruları gibi koşturduktan sonra eve geldim, yorgunluktan ölüyordum ve evi toplamamak için her şeyi yapabilirdim, ben de yazmaya karar verdim. Geçen yazdan beri bir çok insanın hayatında bir çok şey değişmiş olabilir, lakin ben mehter takımı felsefesiyle yaşadığım için 2 adım ileri bi adım geri takılıyorum o yüzden çok da bi ilerleme kaydettiğim söylenemez. Türkiye'ye dönmek için gün sayıyorum, sonunda Christmas geldiği için bayaa mutluyum, göt kadar şehirde aynı kaldırımın 1 metrekaresine 45 kişi düşerken sokakta yürümek bile bi işkence olmasına rağmen bugün yıkılmadım ve sabahın köründe sokaklarda debelenmeye başladım. şu anda eve döndüm ve yemek yapmayı ve evi temizlemeyi ertelediğim için (acıkmama ve evde temiz tencere kalmadığıyla yüzleşmeme rağmen) şu anda bilgisayar daha fazla ilgimi çekiyor sanırım. 


 Herneyse. 


 Hayatta güzel ve kötü şeyler birbirlerini kovalamazlar, kötü şeyler birbirlerini kovalar ve sonra iyi şeyler olur. Bu yüzden son 1 aydır Çinlilerin mahkumlara yapmadığı işkenceyi hayatın bana yaptığını söylemeden geçmek istemiyorum. Bu italyanların oturma izni için süründürmeleri zaten çekilmez, ama asıl çekemediğim bir şey varsa o da aldığım yanlış bilgiler doğrultusunda ülkeden çıkamazsın denilmesidir bana. MEĞERSE ÇIKABİLİYOMUŞSUN ŞAKKAAAAAAA da dediler sonra, ama tabii iş işten geçmiş, aralığa bilet alınmış, ceren çaresizlikler içinde zaman öldürmekteydi bu olaylar vuku bulduğunda. 
 Eş zamanlı, farklı farklı insanların hayattaki korkularını bir bir çıkarışlarını seyrettim bu son dönemlerde. Bağlanma korkusu başı çekti, sonra bir başka arkadaşımda terkedilme korkusunu seyrettim ve bir başkasında aşşağılık kompleksini. Çok enteresan, gerçekten bir insan korktuğunu ya da mutsuz olduğunu kendisine itiraf etmediği zaman ne kadar çok insanın hayatını etkileyebiliyormuş. Bahsi geçen kız arkadaşım belirsiz aralıklarla mutsuzluktan depresyona girip birisi ona moral vermeye çalıştığındada siz beni anlamıyosunuz hepiniz geri zekalısınız diye ağlarken başka bir insanın derdi olduğunda herşeyi basite indirgeyip karşısındakine salak muammelesi yapmaktan hiç gocunmuyor. Gün geçmiyor ki insanlar beni büyülemesin.


 Bir de özentilik var. Kendinle mutsuz olup da mutlu olduğundan emin olduğun yakınındaki insanlar kimlerse onlara benzemeye çalışmakla başlıyor bu da. Sonunda önce kendini sonra da etrafındakileri kaybediyorsun. Nitekim farkettiğin zaman biraz fazla geç olabiliyor. İnsanların hayatta kendilerini yargılamamaları ve kendi mutluluklarını bencilikleriyle eş tutmaları gerçekten büyüleyici. Anlamaya çalıştıkça anlayışlılaşıyor insanlar, bana öyle oluyor en azından. Bu yüzden bir süre önce oturdum, ve düşüdüm. Dedim ki, madem bu böyle o zaman bunun bi açıklaması olmalı. En mantıklı açıklamayı bulduğumda ise aklımdan geçen tek bir düşünce oldu. Ne eksik, ne fazla. Keskin sirke küpüne zarar. Bu yüzden spontane kararları hayatta alırken neyle ilgili alman gerektiğine dikkat etmelisin, hırs-aşk-sinir bunlar hep geçici hisler. Ama benim gibi bir ruh hastasına denk gelip de kinci bir insana çatarsan bu hislerle, tebrik ederim hayatın boyunca açığını kovalayacak bi insan kazanmışsın. 


 Bazen bir karar verirsin. Ve uygularsın.
Sonra uyursun, uyanırsın, uyursun, uyanırsın. Aradan bir zaman geçer.
Bir gün arkanda bıraktığın insanı bir başkasıyla görürsün.
O başkası artık senin yerindedir, o sadece onu mutlu etmek istemektedir ve sen artık resimde yoksundur, yanındaki surat bir başkasınındır.
İşte o zaman bazı şeyler için geç kaldığını farkedersin.


Şansa bak ki hiç bir zaman geç kalan olmadım, elimden geleni ardıma koymadım. Normalde kaybedilmesi kolay bir insanımdır, bir o kadar da inatçıyımdır. İnandığım şeyleri kovalarım. Şansa bak ki inancımı kaybedersem, kaybederim işte. 
Kaybolan bir şeyi bulmak da zaman-özveri be bilimum türevleri olan ve kendin dışında başka şeylerle/kişilerle ilgilenmen gerektiren bi durum ortaya koyar. Böyle bişey yok, böyle bişeye gerek yok. Hayat bu kadar kolay değil. Bir insanın hayatına girip çıkmak daha da zor. O yüzden oturup şimdi bu yazıyı yazmaya karar verdim ki bir gün dönüp baktığımda o zaman neden yorgundum diye, aklıma gelsin.


Yepyeni ve çok değerli insanlarla tanıştım burada, bana çok şey katan. 
Bir de yüksek ihtimalle takıntılı bi şekilde bu siteye girip mutsuzluğumla ilgili birşeyler yazmamı bekleyip sonra bundan zevk alan insanlar var. Her yazdığımı üzerine alıp şu an bu satırları okurken bile OHA RESMEN BANA YAZMIŞ DA diyen. Ne kadar enteresandır ki insanlar hayatlarını yaşayıp kendi ilişkileri, kendi anıları ve kendi hayatları ile mutlu olmak yerine başkalarının hayatlarının olaylarıyla tatmin ediyorlar kendilerini, belki de daha az uğraş gerektiriyordur, bilmiyorum. Ama ben eski sevgilim eski en yakın arkadaşımla arkadaş oldu diye gözlerim dolmuş bi şekilde sinirle arkasından saydıracağıma önüme ve yanımdakilere bakardım,  sonuçta bilinen şeyler unutulmaz, ama bazı şeyler mezara kadar yanımızda giderler. Kim, ne yaparsa yapsın insan karşısındakine duyduğu o minicik saygıyı kaybetmez. Vefa borcu diye bir şey vardır, kötü gününde elini kimin tuttuğunu hatırlatıp seni gülümsetip iyi ki vardı o zamanlar dedirten. Ama karşındaki insan vefasızlığını yapıp sonradan başına gelen kötü şeylerle beslenmeye başlarsa işte o zaman vefa borcunu bi kenara bırakıp pişman oluyorsun karşındaki için yaptığın herşey için. Nitekim, saygı kazanılan ve kaybedilebilen bir şeydir. Birlikte seneler geçirirsin, herşeyin olur. Sırtından vurur, beklemediğin bir anda çeker gider. Ben inandığım şeyleri kovalarım. Bir defa daha denerim. Madem ki olmuyor, susup aynı saygıyı beklerim. Ama karşımdakinden o saygıyı göremezsem işte o zaman o kız hasta diye anlatılan bir huyum vardır ki huyum kurusun, bir ben var ki benden öte, ne sen tanırsın ne de ben. 


Bu yüzden, acıları değil mutlulukları ayıklamak lazım hayatta, çünkü bazen yapabileceğin fazla bir şey yoktur bunun dışında. Sonuçta karma diye bi kaltak var, sen mutsuzlukla besleniyorsan emin ol alır o mutsuzluğu, bi tarafına sokar, sen de =) diye kalırsın. En güzeli kendi hayatını yaşamak. Gururla sonlandırdıklarını değil, başladıklarını ve mutlu olduklarını anlatırsın.  Zaten ancak bu şekilde mutlu olabilirsin bu hayatta.


-


Bu uzun yazı dışında temmuzda ki radiohead konserine bilet buldum, Bologna'da olucak konser ve mutluluktan patlayabilirim, o dereceyim =) Ne kadar enteresan, koşuya çıktığında tanıştığın, hemde çok kötü bir gün geçirirken tanıştığın tek bir insanın hayatını ne kadar güzelleştirip değiştirebileceğini hayal bile edemiyor aslında insan. Ve olduğunda da sadece suratında şapşal bir gülümsemeyle hayatını değiştirmesine ve herşeyi güzelleştirmesine izin verebiliyorsun. Eninde sonunda hayat bu, genel geçer olaylar, her gün gelir, her gün geçer =) 
 Hazır yazmaya başlamışken 50 tane daha şey yazarım yüksek ihtimalle ama şu an açlıktan ölmekten korkuyorum, arkadaşlarımın gelmesine de yarım saat kaldı. Yemek pişirme zamanı!