6 Kasım 2009 Cuma

Hastalık Günlüğü

1.gün: boğazım ağrıyo ama okula gidip üzerine bir de matematik sınavına girdim, şevkli bir öğrenciyim bence örnek gösterilmeliyim herkese.
2.gün: öksürüyorum ve boğazım ağrıyor, sabah sabah ateşim bile çıktı yinede inat ettim okula gittim 2 tane sınava bile girdim sonra okula gelen doktorca "grip" teşhisiyle eve gönderildim 2 günlük raporumla gayet mutluydum ta ki annem panik atak geçirip "DOMUZ GRİBİMİ OLDUN SEN!" diye yaygarayı basıncaya dek. Şimdi oturup domuz domuz gribimiyim diye düşünmek zorundayım. O zaman uyumalı.
3.gün: öğlene kadar uyudum ve az olduğuna karar verip öğleden sonrada uyudum. Sonra uyandım ve yemek yedim ve tekrar uyudum.
4.gün: bi doktora daha gittim hastahanede 2 farklı doktor sırasıyle "grip-soğuk algınlığı, zatürre" teşhisleri koyduktan sonra kanımın yarısını boşaltıp oksijen vermeye karar verdiler, bi de akciğer filmi çekildikten sonra "merak etme bronşitmiş" diyip beni eve yolladılar. Çok mutluyum bronşit olmuşum dememi bekliyolarsa yanılıyolar burnumdan nefes almayı ve ciğerlerim yerinden çıkıcakmış gibi öksürmemeyi çok özledim. Neyse çıkışta kaç gündür ilk defa dışarda yemek yedim, insan yüzü ve güneş gördüm çok mutlu oldum. Dokuzuncu hariciye koğuşunu okuduktan sonra hiç yaramadı bu hastalık bana. Neyse, ben farmville oynamaya dönücem, zen bahçesine döndü zaten orası da.

22.15

Sana hoşçakal demek ölüm gibi birşey.
Ya da bilmediğin bir yerde, tanımadığın insanların arasında gözlerinin bağlanması gibi. Kör olmuş gibi çarpa çarpa koşturuyorumdur belki sağa sola, seni bulmak umuduyla. Ama sana çoktan hoşçakal dedikten sonra ne işe yarar ki tekrar tekrar aramam, nasıl olsa arkana bile bakmadan gittin sen. Hoşçakal ve Elveda. İkiside o kadar kötü şeyler ki, bir de kendine iyi bak var tabii. Bir tokat gibi patlar bu sözcükler kulaklarında, bazen başından aşağı kaynar sular dökülür, bazen ise donup kalırsın olduğun yere.
Göz yaşlarını akıtırsın boşlukta biryere, belki birisi siler diye.
Ama en korkuncu her veda senden birşeyler götürür, bazıları kalbini, bazıları güvenini, bazıları gururunu bazıları vardır seni götürürler senden, birden bir bakarsın bomboş kalmışsın. Ne ellerini tutan kimse var, ne de sen üşüdüğünde sana dönüp minicik bir gülümsemeyle seni ısıtan bir başkası.

Bazı insanlar vardır. Ne boşverebilirsin, ne bırakıp gidebilirsin, ne de onunla olabilirsin.
Bazı insanlar vardır. Sizde ne eksikse onda vardır.
Bazı insanlar birbirleri için yaratılmıştır.
Bazıları ise yalnız kalmak için.

Sanırım ben sonuncusuyum..

2 Kasım 2009 Pazartesi

atilla ilhan - emirganda çay saati

soğuk kuşlar gibi dağılır boğazda
rüzgârın getirdiği donuk bir yağmur pusu
istinye'de gemilerin karanlık uykusu
kırık direkleriyle dalgın ve hasta
birden içimi kaplayan ölüm korkusu
selâm verilince meçhul bir namazda
gâzâli'yse biraz mevlânâ biraz da
kubbenin altındaki divan uğultusu
'şeref' vapurundan en kirli beyazda
yüzlerce harbiyeli sürgün yolcusu
havada bir asılmış adam kokusu
istanbul jöntürkleri hüzzâm bir yasta

yankılarıyla telaşlı geceleri bir bebek'ten
motorların taşıyıp o kadar bitiremediği
en yılgın sonbahar benim gözlerimdeki
çok daha dumanlı mütâreke günlerinden
alaturka saat kaçta ikinci tömbeki
miralay sadık bey'in nargilesinden
dem çekip kumrular gibi sebilleri şenlendiren
osmanlı sehpâların gölgesindeki
emirgân'da acılaşmak koyu bir semâverden
çaylar gibi kararıp kaç defalarca eski
bir şiir üzüntüsüyle müseddes biçimindeki
çoktan unutulmuş kilitli defterlerden

1 Kasım 2009 Pazar

ve

elini yavaşça havaya kaldırırsın, kafası ellerinin arasında ne kadar küçük gözüküyor, şaşkınlıkla fark edersin bunu. hafifçe başını öne eğer, sen çenesinin altını okşarsın ve o kıkırdar. saçları ellerinin üzerinden omuzlarına düşer, kafasını kaldırır ve gözlerini sana diker, sanki hayatında ilk defa bu kadar güzel bir şey görmüş gibi, büyülenmiş gibi bakar sana, sende ona öyle bakarsın, merakına ve anlamsız gülüşüne hayran olursun belki ya da nefret edersin.
ellerini ellerinin üzerine koyar ve parmak uçlarına doğru yükselir, yanağına bir öpücük kondurup sana sıkıca sarılır, sende ona sarılırsın. "herşeyim" ne demek öğrenirsin, belki gerçekten çok seversin. kafanı boynuna gömersin, kokusunu ezberliyecek gibi çekersin içine. sarılırsın ona, kafan boynunda kafası senin boynunda elleriyle saçlarını okşar (ağlamamalısın), yanağını bir kez daha öper, alnına bir öpücük kondurur. iyi geceler diler ve ortadan kaybolur.
zıplar, zıplar, koşar ve dans eder ve kaybolur ve geri gelir
ve kaybolur
ve geri gelir
ve kaybolur...

hep gül

Hayatta herşeyden çok gülmeyi ciddiye almalı.
Başka işin yokmuş gibi güleceksin, öyle ki insanlar sen gülerken bişey söylediklerinde kendilerini suçlu hissedecekler, sanki çok önemli bir işi bölüyorlarmış gibi. O kadar ciddi güleceksin ki, kendin bile inanacaksın yaptığın işin büyüklüğüne. O kadar çok güleceksin ki, alışsın bünyen, çok gülen çok yaşarmış diyeceksin. o kadar içten güleceksin ki güldüğün zaman etrafındakileri de güldüreceksin, ilk kırışıklıkların gözlerinin yanında ve elmacık kemiklerinin orada çıkacak işte öyle güleceksin.
Çünkü hayat çok kısa.
Hem sıksık tekrar yapılmazsa çoğu şey unutulur, gülmek bile
Hayatta herşeyi unutmalı belki de, gülmek hariç.
İşte öyle ciddi güleceksin, salıncakta sallanır gibi
Güneşin altında ısınır gibi
En sevdiğin yemeği yer gibi
Öyle gerçek güleceksin kaybedecek bir şeyin yok gibi

Çok mutlu olacaksın, hatta belki aşık olacaksın gözlerinin içi gülecek
Her gülüşünde aklın bir karış havada sanacaklar seni
Sen yine güleceksin işte öyle eğleneceksin hayatla
Oyunlar oynayacaksın
kazanacaksın-kaybedeceksin
günün sonunda kafanı yastığına koyduğunda birini düşüneceksin
ya da belki bir anıyı, birşeyi ve yine gülüceksin

hep gülüceksin
çünkü sana en çok gülmek yakışıyor
hem hayat başka türlü çekilmez (=