11 Mart 2011 Cuma

why would i ever need anything else when i got you by my side

 diyelim ki öyle bir durumdasınız ki, kafanız patlamak üzere.
kafanızın içinde 10 dakkada bir dönüp duran saçma sapan şeyler var.
aslında bu saçma sapan şeyler hiç de saçma değiller, ama eğer bunu bilirseniz bir anda herşeyi alt üst edersiniz.
bu yüzden şöyle düşünün. eğer bir karar verirseniz, bütün hayatınız değişecek.
kaybedecek hiç bir şeyiniz yok bir açıdan, hayat dediğin genel geçer sonuçta, bir şekilde baştan yazacak bir hikaye bulursun kendine. ama aynı şey diğerinde geçerli değil. eğer ikinci şıkkı seçerseniz, hayatınız boyunca içinizde kalacak bir ukte var. çünkü günden güne kaybediyorsunuz birşeyleri. biliyorsunuz, ama kurtaramıyorsunuz da.

 ne yapmalı. oturup kendimi mi yemeli, yoksa bir şeyler yapıp herşeyi mahvetmeyi göze almak mı daha mantıklı.

zaten hep bu empirik arayış öldürüyo hayalleri.

9 Mart 2011 Çarşamba

ve

İnsan nasıl yaşlanır ki dedim

Hiç bir şey söylemedi, çekti gitti. Ben de baktım arkasından öyle.
Vücudum ağırlaştı, kaldıramadım kafamı son bir kez bakmak için.
Ellerime baktım, üzerlerinde açık kahverengi lekeler, buruşmuş, yorgun ellerime

Hiç şaşırmadım aslında, bir ömrü bir insana verirsen
Onu alıp gittiğinde
Anca ellerine bakarsın.
Miden bulanır belki biraz.
Başın döner.
Bi evden çıkmazsın, bi yorgunlaşırsın.

Zaten daha ne olmasını bekliyordun ki?

Bir ömrü bir insana verirsen
O da onu alıp gider.
Arkasına bakar mı bakar
Ama sen anca ellerine bakarsın




-günler gelir geçer ve antibiyotikler

8 Mart 2011 Salı

bak şey gibi oldu işte! ... anladın sen.

Zaten anca sen anlarsın beni.
Hani ben uzaktan bakarım sana da, bişey söylemem.
sen de pek konuşmazsın aslında, söylicek çok bişey bulamadığımızda öyle otururduk biz zaten.

Bi kelimeye takarım kafamı, eviririm-çeviririm. delirtirim seni de. delirirsin delirirsin de, çok gülersin bana.
çünkü bilirim, anca sen anlarsın halimi.

bi sen bu kadar güldürürsün
bi sen bu kadar ağlatırsın
hani gidersin gitmesine de , gelirsin bi gün
ben de oturup beklerim seni.

kendi kendime şarkılar söylerim, hikayeler yazarım
ufacık şeyleri kocaman yaparım, bi bok varmış gibi konuşurum da konuşurum
sen de bana bakıp gülümsersin öyle

çok kişisel almazsın öyle söylediklerimi
nelerle uğraşırım nasıl boşu kovalarım bilirsin
adam ol bee dersin suratıma bakıp, sonra da durup ama sakın değişme dersin.

sanki değişirsem seni bırakıp gidicekmişim gibi.

ben söylemesem de sen anlasan.
çok güleriz bence.

belki yarın.

- 07.2009

ayrıca herkes raat olsun.

1.38

hey there delilah dinlerken ilham gelmesini beklemek enteresan bi kafa. asıl, onu dinlerken hem ne yazsam, hem de sonra ne dinlesem geçerken kafadan bi de toparlanmayı beklemek daha da enteresan. şu son 2 haftadır enteresan günler geçiriyorum.
aileme süpriz yapıp bi anda istanbul'a dönmem cidden düşündüğümden daha eğlenceli oldu, annemin ve babamın surat ifadelerini hayatım boyunca unutmicam, gerçekten daha önce hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum =)
vallahi kendimi bu kadar duygusal bilmezdim, özlemişim herkesi. her güne 10 işi sığdırmama rağmen canlı çıktım, hatta sabancı' da deniz'in zoruyla hangar'a yürüyüp miidemi üşütmeme rağmen canlı çıktım, ki bu bayaa enteresan bişey. neyse işte, geçen cuma italyaya döndüm, her şey iyi hoş falan. dün dedim ki hadi bi gezmeye gidiim, hava çok güzel çünkü burda, güneşli masmavi bi gök yüzü var aylardır ilk defa, geçen gün kahvaltı ederken gözüme güneş girdi, nası hoşuma gitti anlatamam. gerçi ben oldum olası güneşi sevmişimdir, kemiklerimin ısındığına dair bi inancım var, neden bilmiyorum. neyse, kemiklerim ısınıyo falan derken ben duş alıp evden çıktım işte, herşey çok güzeldi rüzgarı yiyinceye kadar. şimdi kulak ağrısı, boğaz ağrısı gibi atraksiyonlar olmadan da hasta olunabileceğini öğrenmemi sağlayan enteresan bi kırıklık mı desem, hastalık mı desem bilemedim, cins bişey yaşıyorum. bi ateşim çıkıyo, sonra düşüyo, deli gibi susuyorum sürekli günde 4 litre su içiyorum, durup dururken tansiyonum düşüyo, bi karnım ağrıyo falan anlamadım ne olduğunu. neyse, 2 güne it gibi koşturmaya başlarım yine nasılsa, bana bişey olmaz.

bunlar dışında çok enteresan gerçeklerle yüzleştim geçen gün. insanın hayatında bazen zaaf denilen boşluklar oluşur. bu zaaflar onların zayıf noktasımıdır desem ne desem bilemiyorum. ben zaafı takıntı zannederdim eskiden ama hiç alakası yokmuş, zaaf kıyamamak gibi bişey karşındakine. mesela ayakkabılara zaafı vardır, onları görünce dayanamaz, onun olsun ister. çünkü o onun için kendini değerli hissetme şeklidir, alışveriş yaparak, daha doğrusu bi ayakkabıya, yani "o" ayakkabıya sahip olunca kendisini değerli ve doymuş hisseder. bu zaaftan çok alışverişkolik gibi oldu ama olsun.

mesela biri vardır. o kadar herşeyinizdir ki, onu hiç bi yere oturtamazsınız bi türlü- vazgeçilmezdir o, bi tek onu bilirsiniz. kafanızda abuk sabuk hayaller oluşturur o insan. sizi o kadar iyi tanır ki. şaşırırsınız bazen. pat diye önünüze öyle bişey koyar ki, aklınızın ucundan bile geçmemiştir o şey.
"mantık" çerçevesine oturtamazsınız. çünkü o sizi o kadar iyi bilir ki mantığınızı alt üst eder.
öyle bi an gelir ki bazen, dur ya gitme demek istersiniz. seni seviyorum, sen anlamazsın demek gibi bişey yani.

hani kafam o kadar karışık ki yazamıyorum, düşünemiyorum.
kafamda dönen bişeyler var, ama virgüller, noktalar ve hatta kelimeler bile o kadar kısa ve kifayetsiz kalıyolar ki aklımdan geçen onca şeyin arasında, ne demem ya da ne yapmam gerektiğini bilemiyorum.

sanırım birazdan tekrar deniicem.