5 Kasım 2012 Pazartesi

Ney dedin seen??

Hayatımda  en heycanlandığım anlardan biri çeşme'de ornette - crazy çaldığında çalanın oh land! olduğunu sanıp kendimi mutluluktan denize attığım an olabilir sanırım. Ya ben tatili özledim.

 O değil de, IQ noksanı insanlar var dünyada, gerçekten. Böyle ağızlarını açıyorlar bazen, bir tokat atasın geliyor suratlarına. Bir daha konuşsunlar, bir daha vur istiyorsun, işte öyle bir şey.
 Kuyruğunu götüne kıstırıp götüm götüm sağdan giden kedi edasında bir gitsen mesela, hayat çok daha kolay olmazmıydı? Mağazaların vitrinlerinde kıyafetler, ayakkabılar değil ama kişilik satılsaydı daha çok prim yapardı bence, en azından nitelikli insan çoğalırdı dünyada.


4 Kasım 2012 Pazar

I will remember this for sure


Motivasyonel takılıyore

Hiç kimse bana doğmak istiyor musun diye sormadı. En başında, hiç kimse bana fikrimi sormadı. Ceren sen yaşamak ister misin, hayata var mısın? Demediler. Böyle bir sabrın var mı senin, yaşamayı kaldırabilecek misin? Siktirin gidin diyemedim ben de tabii ki, çünkü kimse bana fikrimi sormadı, doğal olarak hayatımın ilk bir kaç senesinde bende en az herkes kadar "varolmuş bulundum." Hayatın zor olduğu konusunda hemfikir olan insanlar silsilesi sayesinde ben de inandım hayatın zor olduğuna. Dünyanın en acımasız varlıklarının 11-15 yaş arası kızlar olduğunu bizzat tecrübe ettim. Hayattan nefret ediyorum, ölmek istiyorum diye hıkır hıkır ağlıyordum o zamanlar, tabii kimse bana doğarken fikrimi sormadığı gibi, bu dünyada tez yayılan tek şey kötü haberlerdir, bu yüzdendir ki hepimiz hayatın zor olduğunu biliriz ama hiç kimse bize hayatla başa çıkmanın yolları olduğundan bahsetmez. Herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde doğarız, orayı biliriz, orayı öğreniriz ve her şeyi orada yaşarız. Dünyanın en gerçek yeri orasıdır, evdir orası ve evin her zaman güvenli olduğu öğretilir bize. Arkadaşlar ediniriz orda, ailemiz oradadır, kaybedebileceğimiz her şey bir ülkenin bir şehrinde, sokaklarında, manzarasında, anılarında ve bizim ev dediğimiz yerde hapsolur kalır. Okula gideriz, geliriz, okulu bitiririz, çalışmaya başlarız, ne olursa olsun emin ellerdeyizdir, çünkü evdeyizdir ve bundan daha güvenli bir şey olamaz dünyada.
 
 Ben 18 yaşımdaydım. Evimden, ailemden, bugüne kadar tanıdığım herkesten uzağa gidip yeni bir ülkede, yeni bir hayata başlayıp, orada okuyup kendime orada yepyeni bir hayat kurmaya karar verdiğimde sabancıya kaydımı yaptırmak için aldığım diplomamla kurtköy yolundaydım.

 Sonra buraya geldim. Sıfırdan başlamak ne kadar zor bir şey biliyor musunuz? Hiç bir insan tanımadığınız, yardım isteyebileceğiniz bir Allahın kulu olmayan bir şehirdesiniz, var olan dili okulda öğrendiğinizi sanırsınız ama SÜPRİZ günlük konuşma dili ve bugüne kadar öğrendiğiniz her şey bambaşka yerlere çıkarlar aslında, ALAKASIIIZ! İlk önce ev buldum. Sonra eve yerleştim, bu evi gerçekten benim evim yapmam tam 1 senemi aldı. 1 sene boyunca orasıyla burasıyla oynayıp, şunu bunu atıp, bilmem nereye bilmem neyi asmakla uğraştım.
 Sonra evim oldu. Sonra dersler başladı, çalışmaktan nefret ettim. Tam vazgeçecektim insanlarla tanışmaya başladım, çok da şirin çıktı meretler, arkadaşlar edindim istemediğim kadar. 4 aylık yalnızlık dönemim böyle sona ermişti işte. Sonra yavaş yavaş seyahat etmeye başladım ve dünyanın ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Keşfedilecek o kadar çok yer, görülücek o kadar çok şey, tadılacak o kadar güzel yemekler, dinlenecek o kadar değişik müzikler vardı ki bu dünyada bugüne kadar hayatta nefret ettiğim herkes her şey çok saçma gelmeye başladı. Aslında saçma da değil, anlıyordum işte. İnsanın alıştığı yerde, alıştığı insanlarla bir hayatı varken ve daha hayatta hiç bir şeyden vazgeçmeyi öğrenmemişken, her şeyi geride bırakıp bilmedikleri dillere, hayatlara, insanlara doğru koşmamışken, var olan dışında her şey yeterince korkutucuyken neden başka bir şeyle uğraşsın ki? 
 
Açıkçası nefret etmiyorum. Küçümsemiyorum da. Anlamaya çalışıyorum, ama insanlar da beni umursamamaya çalışmalı bence, "ne olursan ol gelme, Mevlana değilim ben!"
 Ben kimsenin beni sevmesini istemiyorum, bununla ilgilenmiyorum. Büyük bir dürüstlükle söyleyebilirim ki hayatımda olmayan insanların benim hakkımda ne düşündükleri, benden ne kadar nefret ettikleri, benimle nasıl uğraşırlarsa, ne yaparlarsa daha çok canımı sıkacakları belirsiz bir süre önce ilgi alanımdan çıktı. Ben çok mu kötü bir insanım? Orospunun önde gideni miyim? Götümün ebatları seni çok mu rahatsız ediyor? O zaman çevir kafanı, hayat devam ediyor. Hem de devam eden hayat senin hayatın, benimkisini ben zaten kendi adıma yaşıyorum. Hepimizin zorlukları, sıkıntıları, üzüntüleri, mutsuzlukları oluyor. Hepimizin devam ettirmesi gereken bir hayatı var ve hiç birimize sen hayat hakkında ne düşünüyorsun? yaşamak istiyor musun diye sormadılar. O yüzden limon-limonata muhabbetini bir kenara bırakmak lazım bazen. Hayat limonlar ve limonatalarla değil yepyeni insanlarla, aşklarla, arkadaşlıklarla, dostluklarla, anılarla, sarhoşluklarla, gezilecek yepyeni ülkelerle, şehirlerle dolu, hiç birisinin de görüldüğü üzere benimle ilgisi alakası yok. O yüzden dert edecek daha güzel şeyler bulmak lazım hayatta, var olan dertlere daha basit çözümler bulmak lazım bazen, siktir et! Ya vallahi koy götüne şu dünyanın, yaşamana bak, kaybedecek neyi var ki insanların? Gidip gidebileceğin her yerde bir şeyler öğrenirsin, insanlar bunca yüzyılı hayvanlardan daha rahat evrimleşerek tamamladılar çünkü insanoğlunun en önemli özelliği adapte olabilmesi, gerek fiziksel gerek zihinsel olarak koşullara ayak uydurabilmesi, zaten bu özelliği onun diğer canlılardan göreceli üstünlüğünü sağlıyor!

 Kimse bu dünyaya gelirken bana fikrimi sormadı, ben de bugüne kadar kimsenin varlığımla ilgili fikrini sormadım. Herkesin derdi kendine bu dünyada, benim tek iddam hayatın çok küçük bir parçasını tanıdığımız ve görülecek yaşanacak bir sürü şey olduğu. 
 İster sev ister sevme ama asla hayatı boşverme, çünkü kendinle ilgili, yaşamakla ve hayatta kalmakla ilgili öğrenilecek bir sürü şey var, yeter ki iste..