Hayat ne kadar karmaşık birşey. Cevaplanmamış onlarca soru, hayallerle dolu kafalar, mecmuaların sayfalarında kızlar için erkekleri tavlamanın binlerce basitleştirilmiş yolu.. İyi oluyor, yazsınlar, yazsınlar ki insanlar kişiliklerini gizlemeyi öğrensinler. Böylece ne denli sığ ve bencil olduklarını üstü kapalı anlatıp olduklarından daha da derin görünürler. İnsan olsun, iyi olsun. İnsan olsun, çevresi olsun. Onun arkasından konuşulsun, bir yere girdiğinde kafalar ona dönsün, herkes en çok onu sevsin. Bütün bunları yapmanın, hatta hayatın anlamının bile dergilerin sayfalarında gizlendiğini düşünsün herkes, alsınlar onları okusunlar, sanki daha önce aynı şeyleri hiç akıllarından geçirmemişler gibi şaşırsınlar. Hayat olsun, içi dolsun. Bir bardak su koysunlar hayatın içine, kurcalasınlar onu. Suyun üstünde minik kayıklar olsun, içinde balıklar yüzsün.. Mercanlar, deniz yıldızları hatta ahtapotlar bile olsunlar o bardağın içinde, hepsini de bir hayata sığdırsınlar.. Adınıda sahil yolu koysunlar, bir deprem boyu ömrü olsun, sarsılsın, parçalansın sonra yine kendi küllerinden doğsun, tıpkı bir anka kuşu gibi.. Zümrüdü Anka için derler ki, o acılarla beslenen bilge bir kuştur. Nereden bilsin insanlar, acı çekmenin bilgelik olmadığını, hayat duruşunu değiştirir belki acı çekmek, görüşleri, davranışları değiştir ama acı çekmek bilgelik kazanmak değildir.. Eğer öyle olsaydı Zümrüdü Anka kuşu bilmezmiydi, her küllerinden doğduğunda bir kez daha çekeceğini aynı acıları, kaçıp gitmezmiydi dünyadan? Neden dayansın tüm olan bitene, tekrar tekrar neden çeksin benzer acıları? Aşk acısını, ölüm ile gelen kaybetme acısını, terk edilmişliğin, yalnızlığın acısını..
Son bir kez düşünmek bir insanı, en büyük acı budur belkide. Seni son defa düşünüyorum, seni son defa görüyorum.. Ellerini son defa tutuyorum ve bugün seni son defa öpeceğim, sonra bir daha asla biz diye bir şey olmayacak. Bundan daha büyük bir acı olacağını zannetmiyorum.. Kaybetmek değil bu, yitirmek, yitirip unutmaya terketmek.. Unutulmanın acısı varken dünyada, Anka daha ne kadar sabredecek bu kelime oyunlarına?
Tanrı çok bencil birşey. Tanrı o kadar bencil ki, yarattıklarına gücünü göstermek için onlara sayılı zaman veriyor, sonra onları dünyadan koparıyor, alıyor götürüyor uzaklara, o bilinmez denilen boşluklara.. Tanrı dünyayı ve evreni yaratmış. Gösteriş yapıyor, insanlar da ona çekmiş. Ama insanlara gösteriş budalası diyince kimse sizi çarpmıyor. Yüce Tanrımız bile bu kadar oyun düşkünüyken biz nasıl olup da insanlarıninsaf etmelerini bekliyoruz ki biz? İnsanın kanında var oyunculuk, tıpkı onu yaratan gibi, ona çekmiş. Güzelliğini de çirkinliğinide ondan almış, her bir parçasında, her bir zerresinde ondan bir parça taşırmış.. Kimi güce düşkünlüğü taşırmış, katil olurmuş, sahip olmak için herşeyi yaparmış. Kimi hırsı, kimi ise güzel huylarından birkaç parça taşırmış.. Ama Tanrının yarattığı herşey oyunlara düşkün, oyuncular olur. İnsanında kanında var oyunculuk, oyuncak olur insan sonuna kadar kullandırır bedenini, sevgi sözcüklerini, nefretini hırsını. Sonra bir anda bencilliği kabarır, o zaman başlar yalan söylemeye, kulağına değişik sözler fısıldamaya, oynar karşısındakiyle, oyuncu olur. Aklin akli karışık, kafada ise aşk vardır.
Aşk nedir? Aşk iki oyuncunun birbirlerinin elinde oyuncak olmasıdır, güven denilen yalanın kullanılarak duyguların sömürülmesidir aşk. Ama aşk çok güzeldir, aşk eşsizdir. Aşk hayatın en son gününde bulunmalıdır, kaybedecek hiç birşeyin kalmadığı o isimsiz günde. Aşk ile sevişip yeni şeyler yaşamak, yeni şeyler denemek ve her zamanki gibi daha fazlasını istemenin getirdiği o korkunç hırsla yola çıkıp göçüp gidilmeli dünyadan. Herşey zamana bırakılmalı, duygular unutulmaya terkedilmelidir. Yenilinmelidir zamana, yoksa büyüyemezsin..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder