kendi kendime düşündüm yoldayken. bu kadar sakin, bu kadar hafif ama bir o kadar asil havada süzülen kocaman bir demir yığınıydı hayatımın parçalarını birleştiren. aynı demir yığınıydı onu parçalara ayıran.
kafamı koltuğuma gömdüm, yanımdaki minicik camdan dışarıya baktım. bulutlar altımızda sanki atlarsam beni tutacaklarmışçasına yayılmışlardı, üzerlerinden yansıyan güneş ışınları asil beyaz bir renk veriyordu her yere. gözlerimi acıtan, ama kafamı çeviremeyeceğim bir görüntüydü, sessizce işleyen motorlar ve daracık koridorların sana kattığı bir şey varmışçasına bekliyordu insanlar. elleri kucaklarında, kimileri konuşarak, kimileri birşeylerle kendini oyalayarak. sanki bir şey olacakmışçasına.
yere yaklaştıkça bulutlar azalır ve oyuncak gibi gözüken evler bir anda gözünüzün önünde kocaman olurlar. o zamanlar kendimi don kişot gibi hissederim, sanki dünyaya savaş açmışım ve büyük metal bir kuşla büyük bir hızla üzerlerine yürüyormuşum gibi. sonra durur herşey. bir anda sessizleşir ortalık. arkasından getirdiği büyük kargaşayı görmem ben, kafamı diğer tarafa çeviririm. cama dönerim yüzümü, güneşe geri gidebilecekmişim gibi. onlar giderler, ben beklerim bulutlarda. hayallerin olmadığı en güzel dünyada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder