5 Aralık 2012 Çarşamba

2 Aralık 2012 Pazar

kakafoni 17.23

Hayatla ilgili optimist kararlar almadım nitekim televizyonumun alt sehpasını değiştirerek evimle ilgili küçük çaplı kararlar almış bulundum geçtiğimiz hafta içinde. Bologna'da ki Tdays'e bayılıyorum, ana yolları trafiğe kapattıklarında bile başlarda psikolojim el vermiyordu sokağın ortasından yürümeye, nitekim zaman herşeyin ilacıymış, öğrendim. Dün annemle sokağın ortasından iplerimiz salınmışcasına zigzag çize çize karşıdan karşıya atlaya atlaya dolanmak bayaa keyifliydi açıkçası, herkese tavsiye ederim.
 Böyle atraktif hareketler, gezmeler, tozmalar, yeni insanlarla tanışmaları çok seviyorum, hayata renk ve zevk katıyor böyle ufak güzellikler. Bazen insanların kendi hayatlarını boş verip sanki kendilerine ait bir kişilikleri, aileleri, arkadaşları yokmuş gibi başka insanların hayatlarına sardıklarını, bütün gün insanların aleyhlerinde bir şeyler öğrenip onları anlamaya, onlara ulaşmaya ve dikkat çekmeye çalışırken kendilerini gereksiz derecede küçülttüklerini görmek gerçekten içler acısı.
 Sonuçta hepimizin zaman zaman unuttuğu bir şey var ki bir insanla ilgili empatik düşünmek demek o insanın illa ki size hak vereceği, ya da sempati duyacağı anlamına gelmez, empati kurmak demek sizin koşullarınızda düşünce tarzınızı ve süre gelen yaşanmışlıklarınızı anlayıp subjektif görüşünüzde ön yargısız değişiklikler yapmaya hazır olmak demektir, bu haksız olup kendimizi haklı gördüğümüz durumlardaki gözle görülür dar görüşlü ve dogmatikleşmiş görüşlerinize karşı sempati duyulmasını sağlamayacağı gibi, bir insandan bazı konularda empati yapmasını istiyerek kendinizin bile mantık üzerine değil ama fevri/genel geçer düşünceleriniz üzerinden oluşturduğunuzu bildiğiniz hareket ve düşüncelerinizi daha da aptal bir yere düşürebilirsiniz. Onun yerine hobi edinin, mümkünse mastürbasyon yapmak dışında bir hobi edinin ki ev dışı etkinliklerde de bulunabilin. Bir fotoğraf makinası alın, çıkın, resim çekin, gezin, bi dil öğrenin ya da bir koleksiyona başlayın, bahar temizliği yapın, alış veriş yapın ama hayatınızı kendi adınıza yaşayın, geri kalan herkes zaten kendi hayatını kendi adına mutlu mesut yaşıyor.

 "Bazı günler yataktan bile kalkmak istemiyorum, çok mutsuzum." (Regliye 5 kala sendromu)

 Kedilerin kısa dönem hafızası insanlara göre daha kuvvetliymiş.

 Bi de bütün bunların dışında şunu açık ve net söyleyebilirim ki, karnım ağrıyor.

Çoğunluğun düşüncesinin aksine kimsenin dünyası kimsenin etrafında dönmediği gibi, kendinizi üstün gördüğünüz insanların çoğu da sizden daha zeki. İnsanlara boşuna acımayın, etrafta sempati ve empati dilenen zavallılar oldukça gerçekte acınmaya ihtiyacı olan insanlara acırsınız, onun yerine zamanla göreceksiniz ki acıdığınız ve kendinizin üstün olduğunu düşündüğünüz çoğu kişinin alay konusu olmuşsunuz. İşte tam olarak bu yüzden herkes kendi hayatını yaşamalı, insanları ne kadar dert ederseniz insanlar da sizi o kadar çok dert ederler ve eninde sonunda bir de bakarsınız sizin özgüveniniz patlarken etrafta size saygı duyan tek bir kişi bile kalmamış. Hayatta insan olarak doğarız, doğru ama "insan olmak" kalıtımsal olarak nesilden nesile aktarılmaz, öğrenilir, keşfedilir ve hayatımızın bir parçası olur.

Unutmayalım ki "bulunmaz hint kumaşı" bile artık Çin'de daha ucuza yapılıyor ve orjinalinin daha iyi olması daha çok tercih edileceği anlamına gelmiyor.
 Kimseyi küçümsemeyin, İstanbul büyük şehir, kimin altından kimin geçtiğini bilmek kimin arkasından neler çıkacağını bilmekle aynı şey değildir.

 Sevgiler

29 Kasım 2012 Perşembe

bzzt dedi error verdi

1 hafta içinde roma-bologna-venedik üçlemesi bu kez güldürmedi, gelecek hafta yapılacak castel guelfo-milano-como üçlüsü korkutuyor

20 Kasım 2012 Salı

Tamam günümün ilerleyen 15 dakkasını Disclosure'a adadım


 Keşke geçen hafta sonu hiç bitmeseydi

15.13

Bugünün en güzel yanı Camera Obscurayla başlayıp (merak edenlere) sonrasında ayaklarımı uzatıp Grimes (!) üzerine Wild Beasts (!), belki birazcık Travis (!)'den sonra Goldfrapp (!) ve hemen ardından da Cat Power (!) ve bir sürü değişik çay ile bu saate kadar gelebilmiş olmamdır. Hayat zor -

5 Kasım 2012 Pazartesi

Ney dedin seen??

Hayatımda  en heycanlandığım anlardan biri çeşme'de ornette - crazy çaldığında çalanın oh land! olduğunu sanıp kendimi mutluluktan denize attığım an olabilir sanırım. Ya ben tatili özledim.

 O değil de, IQ noksanı insanlar var dünyada, gerçekten. Böyle ağızlarını açıyorlar bazen, bir tokat atasın geliyor suratlarına. Bir daha konuşsunlar, bir daha vur istiyorsun, işte öyle bir şey.
 Kuyruğunu götüne kıstırıp götüm götüm sağdan giden kedi edasında bir gitsen mesela, hayat çok daha kolay olmazmıydı? Mağazaların vitrinlerinde kıyafetler, ayakkabılar değil ama kişilik satılsaydı daha çok prim yapardı bence, en azından nitelikli insan çoğalırdı dünyada.


4 Kasım 2012 Pazar

I will remember this for sure


Motivasyonel takılıyore

Hiç kimse bana doğmak istiyor musun diye sormadı. En başında, hiç kimse bana fikrimi sormadı. Ceren sen yaşamak ister misin, hayata var mısın? Demediler. Böyle bir sabrın var mı senin, yaşamayı kaldırabilecek misin? Siktirin gidin diyemedim ben de tabii ki, çünkü kimse bana fikrimi sormadı, doğal olarak hayatımın ilk bir kaç senesinde bende en az herkes kadar "varolmuş bulundum." Hayatın zor olduğu konusunda hemfikir olan insanlar silsilesi sayesinde ben de inandım hayatın zor olduğuna. Dünyanın en acımasız varlıklarının 11-15 yaş arası kızlar olduğunu bizzat tecrübe ettim. Hayattan nefret ediyorum, ölmek istiyorum diye hıkır hıkır ağlıyordum o zamanlar, tabii kimse bana doğarken fikrimi sormadığı gibi, bu dünyada tez yayılan tek şey kötü haberlerdir, bu yüzdendir ki hepimiz hayatın zor olduğunu biliriz ama hiç kimse bize hayatla başa çıkmanın yolları olduğundan bahsetmez. Herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde doğarız, orayı biliriz, orayı öğreniriz ve her şeyi orada yaşarız. Dünyanın en gerçek yeri orasıdır, evdir orası ve evin her zaman güvenli olduğu öğretilir bize. Arkadaşlar ediniriz orda, ailemiz oradadır, kaybedebileceğimiz her şey bir ülkenin bir şehrinde, sokaklarında, manzarasında, anılarında ve bizim ev dediğimiz yerde hapsolur kalır. Okula gideriz, geliriz, okulu bitiririz, çalışmaya başlarız, ne olursa olsun emin ellerdeyizdir, çünkü evdeyizdir ve bundan daha güvenli bir şey olamaz dünyada.
 
 Ben 18 yaşımdaydım. Evimden, ailemden, bugüne kadar tanıdığım herkesten uzağa gidip yeni bir ülkede, yeni bir hayata başlayıp, orada okuyup kendime orada yepyeni bir hayat kurmaya karar verdiğimde sabancıya kaydımı yaptırmak için aldığım diplomamla kurtköy yolundaydım.

 Sonra buraya geldim. Sıfırdan başlamak ne kadar zor bir şey biliyor musunuz? Hiç bir insan tanımadığınız, yardım isteyebileceğiniz bir Allahın kulu olmayan bir şehirdesiniz, var olan dili okulda öğrendiğinizi sanırsınız ama SÜPRİZ günlük konuşma dili ve bugüne kadar öğrendiğiniz her şey bambaşka yerlere çıkarlar aslında, ALAKASIIIZ! İlk önce ev buldum. Sonra eve yerleştim, bu evi gerçekten benim evim yapmam tam 1 senemi aldı. 1 sene boyunca orasıyla burasıyla oynayıp, şunu bunu atıp, bilmem nereye bilmem neyi asmakla uğraştım.
 Sonra evim oldu. Sonra dersler başladı, çalışmaktan nefret ettim. Tam vazgeçecektim insanlarla tanışmaya başladım, çok da şirin çıktı meretler, arkadaşlar edindim istemediğim kadar. 4 aylık yalnızlık dönemim böyle sona ermişti işte. Sonra yavaş yavaş seyahat etmeye başladım ve dünyanın ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Keşfedilecek o kadar çok yer, görülücek o kadar çok şey, tadılacak o kadar güzel yemekler, dinlenecek o kadar değişik müzikler vardı ki bu dünyada bugüne kadar hayatta nefret ettiğim herkes her şey çok saçma gelmeye başladı. Aslında saçma da değil, anlıyordum işte. İnsanın alıştığı yerde, alıştığı insanlarla bir hayatı varken ve daha hayatta hiç bir şeyden vazgeçmeyi öğrenmemişken, her şeyi geride bırakıp bilmedikleri dillere, hayatlara, insanlara doğru koşmamışken, var olan dışında her şey yeterince korkutucuyken neden başka bir şeyle uğraşsın ki? 
 
Açıkçası nefret etmiyorum. Küçümsemiyorum da. Anlamaya çalışıyorum, ama insanlar da beni umursamamaya çalışmalı bence, "ne olursan ol gelme, Mevlana değilim ben!"
 Ben kimsenin beni sevmesini istemiyorum, bununla ilgilenmiyorum. Büyük bir dürüstlükle söyleyebilirim ki hayatımda olmayan insanların benim hakkımda ne düşündükleri, benden ne kadar nefret ettikleri, benimle nasıl uğraşırlarsa, ne yaparlarsa daha çok canımı sıkacakları belirsiz bir süre önce ilgi alanımdan çıktı. Ben çok mu kötü bir insanım? Orospunun önde gideni miyim? Götümün ebatları seni çok mu rahatsız ediyor? O zaman çevir kafanı, hayat devam ediyor. Hem de devam eden hayat senin hayatın, benimkisini ben zaten kendi adıma yaşıyorum. Hepimizin zorlukları, sıkıntıları, üzüntüleri, mutsuzlukları oluyor. Hepimizin devam ettirmesi gereken bir hayatı var ve hiç birimize sen hayat hakkında ne düşünüyorsun? yaşamak istiyor musun diye sormadılar. O yüzden limon-limonata muhabbetini bir kenara bırakmak lazım bazen. Hayat limonlar ve limonatalarla değil yepyeni insanlarla, aşklarla, arkadaşlıklarla, dostluklarla, anılarla, sarhoşluklarla, gezilecek yepyeni ülkelerle, şehirlerle dolu, hiç birisinin de görüldüğü üzere benimle ilgisi alakası yok. O yüzden dert edecek daha güzel şeyler bulmak lazım hayatta, var olan dertlere daha basit çözümler bulmak lazım bazen, siktir et! Ya vallahi koy götüne şu dünyanın, yaşamana bak, kaybedecek neyi var ki insanların? Gidip gidebileceğin her yerde bir şeyler öğrenirsin, insanlar bunca yüzyılı hayvanlardan daha rahat evrimleşerek tamamladılar çünkü insanoğlunun en önemli özelliği adapte olabilmesi, gerek fiziksel gerek zihinsel olarak koşullara ayak uydurabilmesi, zaten bu özelliği onun diğer canlılardan göreceli üstünlüğünü sağlıyor!

 Kimse bu dünyaya gelirken bana fikrimi sormadı, ben de bugüne kadar kimsenin varlığımla ilgili fikrini sormadım. Herkesin derdi kendine bu dünyada, benim tek iddam hayatın çok küçük bir parçasını tanıdığımız ve görülecek yaşanacak bir sürü şey olduğu. 
 İster sev ister sevme ama asla hayatı boşverme, çünkü kendinle ilgili, yaşamakla ve hayatta kalmakla ilgili öğrenilecek bir sürü şey var, yeter ki iste..

18 Ekim 2012 Perşembe

komutan logar, bir cisim yaklaşıyor

 Yazacak bir sürü şey varken kafamı toplayıp da iki kelimeyi bir araya getirememem, bir de üstüne 4 paragraf yazıp olmadı diye silmem nasıl bir kafadır bilemedim.

2 Eylül 2012 Pazar

Bir hava alanı seferinde daha baş başayız sevgili okuyucucum! Şimdi düşünüyorum da dün gece sabahlamak hayatımda aldığım en mantıklı kararlardan biri olmadığı gibi mojito terliyorum, bir de acıktım ve havaalanı the green port'un yavaş interneti ne kadar moral bozucu olsa da hiç bir şey midemdeki kazınma hissiyatının önüne geçemez!

 Turist insanlarımızdan ilginç enstantaneler yakalıyorum şu anda, misal ki arzum mutfak robotu alıp memleketine dönen japon turistin dramı, güneş gözlüğüyle pisuvara işeyen adamın esrarı ve daha nice nice enteresanlıklar, şakalar, komiklikler.
 Curcuna'da dün gece çalan DJ 2006'da mesleği terk ettikten sonra bomba gibi dönüşünü yapamadı, abi gecenin yarısında uyuya kalacaktım, kalan yarısında da DEEMN GÖÖRL DEEMN ŞİS EY SEKSEEY BİYAÇ civarı şarkılar çaldı, üstümüze salınan ağır pitbull parçaları sonucu alkol komasına girme riski atlattık, hayat zor falan filan. 42 kiloluk tek bavulu 21 kiloluk 2 bavul yapmak işte tam o sırada aklıma geldi ve dedim ki, Ceren, sen bu işi biliyosun adamım HIGH FIIIVE!

 bence gece uyumadıysan akşamdan kalma sayılmazsın. mantıklı mı?

işte bunu asla bilemiyeceğiz, neyse şu an zihni şoktayım, öptüm

28 Ağustos 2012 Salı

Bozuk paranın üzerine güneş doğmuş.

Tuvalet kağıdı gibi insanlar var, genel olarak.
 Yeri geldiğinde çok kıymetli, ama işin bitince klozete atıp sifonu çekesim geliyor.

Hadi bütün gün Parov Stelar dinliyelim


26 Ağustos 2012 Pazar

Feist'i de canlı görmüş bulunduk.

Feist konserini çimenlerin üzerinde yapan, elimize biraları veren, bizi çimenlere yatıran ve beni dünyanın en mutlu insanı yapan İKSV'ye ve canım dostum Itır'ıma teşekkürü borç bilirim. Ne de olsa, insan her gün böyle şeyler göremiyor. Bu sene gittiğim konserler sıralamasında Oh Land! den sonra kalbimi çalan ikinci performans Feist oldu, ulvi seslere her zaman saygım sonsuz. Kelimelerin  kifayetsiz kaldığı yerden sevgiler,
 
 Cer

23 Ağustos 2012 Perşembe

Dünyanın Sonu

 2012 Dünyanın Sonu dediler. Dünyayı bilemem ama 2012 geldi geleli ben ve etrafımdaki bir çok insanın hayatındaki bir sürü şey sonlandı. Biraz daldan dala da olsa uzun zamandır yazamamanın acısını çıkartabildiğim kadar çıkartmaya karar verdim şu anda. Aslında kafamda kurmuştum neler yazacağımı, her yaşadığım şeyde, evet bak bunu aynen böyle yazıcam dedim kendi kendime. 

 Gel gör ki planlar olduğu gibi gitmiyor.
 
 Beni anneannem büyüttü. Her zaman yanımdaydı anneannem, hastayken, huysuzken, mutluyken, mutsuzken, koşarken, gülerken, Pokemon'un sinema filmine giderken, CD koleksiyonuma yeni yeni CDler katarken, televizyonda bir şeyler izlerken, rakı içerken, yemek yerken, bir yerlerde yürürken, araba kullanırken, taksiye binerken, gofret yerken, uçarken, kaçarken, ağlarken, kahkaha atarken, herkesten nefret ederken benim yanımda minicik bir kadın vardı. Ben ona ayıptır söylemesi de, Göt Kadar Kadın! derdim. Çünkü o 1.57 boyu ve kızıl saçlarıyla gerçekten minyatürize edilmiş göt kadar bir kadındı. Bodur tavuğumuz her dem tazeydi, kendi kendine koşturur, mahalle ahalisini gözler, alt kattaki Mehmet Bey'den, karşıda annesinin vefatından sonra evi yeniden yaptıran atletli adama kadar herkesin hikayesini bilirdi. Ayağına o minicik topuklu minicik ayakkabılarını gecirip manikür pedikür yaptırmaya giderdi. Ağdası eksik olmazdı, çünkü doktorlara muayneye giderken kıllı bacaklarla görünmeye gerek yok, belki adam çok yakışıklı? Ay ne bakımsız kadın! Demesinler sonra bana derdi.  
 Saçlarının kızıl tonunu tutturuncaya kadar piyasadaki bütün berberleri - kuaförleri tavaf ettikten sonra evde kınanın içine çay koyup bilmemne zımbırzopu ekleyip istediği tonu tutturdu ve bir daha asla saçlarının tonundan şikayet etmedi. Aptal insan sevmezdi, tavlada zar tutardı, konkende herkesi mahvederdi, poker'de suratı hep güldüğü için hiç bişey anlamazdınız. Bi defa anneanneyi geç de o bir Semuş'du. Semuş olmak demek, Semra olmaktan daha büyük, daha eşsiz bişeydir. Bi defa acıkınca SEMUŞ ANNAAAANEEEE denilir, hem zaten Semra diyen kimseye de dönüp bakmazdı. O kadar inatçıydı ki bazen kafasını alıp duvarlara vurasınız gelirdi söylediğinizi yapmadığı için. Ama bi şey daha var ki, o herşeyi bilirdi.
 27.7.2012'de 3 aylık bitkisel hayat döneminden sonra sırf inadından gitti öbür dünyaya. Ben annemi kaybettim. Cenaze falan derken afallıyor insan. Ben herşeye bi cevap bulmaya çalışan ve genelde başaran bi insanımdır ama bana anneannen olmasa ne yaparsın deseler, onu hiç düşünmedim, hem benim anneannem iyi, niye bunu düşünmem gereksin ki derdim. Ama o işler öyle olmuyomuş işte. Bazı şeyleri görmeden insan anlamıyor. Evet ben Nisan sonu Türkiyeye geldim ve anneannemi bitkisel hayatta, o yatakta yatarken, beyazlamış saçları, manikürsüz elleri, minicik vücudu ve kan ter içindeki suratıyla gördüm. Ama bi defa dedim ya, benim anneannem çok bakımlı kadındır, o yüzden o yataktaki o kadın benim anneannem olamazdı. Bu işte bi iş vardı. 

 Ama tabi ezan okunduktan sonra, İmam tabutun kapağının nereden açıldığını söylerken bazı şeylere inanmak zorunda kalıyomuş insan, öğrendim. 
 Bu olay üzerine düşünmedim. Yazdıktan sonra bi daha düşünmeyi de düşünmüyorum, bunun dışında da zaten kendi yazılarımı okumayı sıkıcı bulduğum için (evet böyle de iğrenç bi insanım) bi daha okumayacağım bu yazıyı da diğerleriyle birlikte insanların okumaları için ceristan'a salacağım. 
 Neden Ceristan? Çünkü bu tamamen Cerenle alakalı bişey. Çünkü bunlar benim fikirlerim, nefretlerim, aşklarım, komikliklerim, mutluluklarım, mutsuzluklarım ve geri kalan herşey. Bu yüzden Ceristan. Hem de diyorum işte, tam zaman öldürmelik, aptal aptal yazıları okuyup beni gündelik hayatta tanıştığım bi çok insandan daha iyi tanıyorsunuz, iyi birşey mi bilmiyorum ama olsun.

 Başka başka. Oh Land'in sahne performansına kurban olurum, Gogol Bordello her zamanki gibi hoplattı - zıplattı, Tony Bennett'i betimleyebileceğim bir sıfat yok sanırım, seviyom çok seviyom diyebilirim, ama kızını beğenmedim, babasıyla turneye çıkmış olması da cabası, çabalamadan bazı şeyleri kazanamazsın, babanla şarkı söylesen de-söylemesen de önce kendi başına nereye gelebildiğine bakmalısın. Ama zaten o kız babası olmasa Jazz sanatçısı olarak pek bi yere gelemez bence. Burdaki benceye dikkat çekerim. Enrique Macias iyiydi ama beni çok sarmadı, Tom Jones'u seneler eskitememiş, adam hala inanılmaz bir sex bomb! Bunun dışında, siz siz olun Nouvelle Vague seviyorsanız konserlerine GİTMEYİN. Dominatriks kıyafetleriyle izleyiciyi 2 şarkı çekip sonra da gece uyku için müzik listesi yapsanız 1 şarkıyı dahi değiştirmiyeceğiniz yavaşlıkta bir playlist'i 3 başarılı coverla renklendirmek dışında bir atraksiyonda bulunamadan sahnede sevişen iki solisti izleyip bi de hayatımda dinlediğim en kötü in a manner of speaking performansını dinleyip evime döndüm. Gönül isterdi ki bir Melt with you, bir blue monday çalsın, beni benden alsın ama yok. Nuh diyen, peygamber demeyen grup gınayı getirip kendileri gitmiş bulundular. Bodrum Marina'da izlediğim Fatih Erkoç'u çok başarılı buldum, bir insan nasıl bu kadar çok enstrüman çalmaya yatkın olur, adamın müzik kulağı gerçekten büyüleyici! Ama şöyle bişey oldu, 3 hafta sonra tekrar Bodrum'a gittiğimde başka bir arkadaşımı Fatih Erkoç konserine götürdüm ve gerçekten bu sefer adamın sahne enerjisini çok düşük ve isteksiz buldum. Çok bi bok da bilmiyorum aslında ama bu aralar biraz fazla konser sever oldum sanırım, 13 eylül'de ki radiohead konserine kadar konserlerime ara verdim, biraz da dinlenmek lazım. 

 Bu sene Bodrum baya kötüydü, apaçi-komançi-tamagoçi aklınıza ne gelirse hepsi bodrumdaydı. 21 sene her yaz Bodrum'a bi kez daha aşık olduktan sonra bu sene Türkiyede ki tatil tahtımı çeşmeye verdim sanırsam. Hayatımda bu kadar mutlu bir tatil daha geçirdiğimi bilmedim ben.

 Tatilden sonra çok radikal kararlar almadım.
Bazı sağlık problemlerim vardı, yapılan son tetkikler bugün tamamlandı. Üzgünüm bir çoğunuzdan daha uzun yaşayacağım, NİAHAHAHA'yı gururla söyleyebilirim.

İtalyaya dönmeme az kaldı. Dönme kısmı iyi de, ev açma kısmını sevmiyorum. Dobby gibi bi ev cini istiyorum ben. Çorap seviyosa çorap veririz kardeşim temizlesin işte evi! İşi ne?
 Çeşmede sesim kısıldı son2 haftadır geri gelsin diye bekliyorum. TAM düzelicekti ki Cansu çok zekice bir fikir ortaya attı ve Karaokeye gittik. Bilin bakalım sabahında kimin yine sesi kısılmıştı?? BEEEN!

Kimler geldi hayatımdan kimler geçti. Bu yaz senelerdir görüşmediğim bir sürü arkadaşımla baya iyi zaman geçirdik bu yüzden çok mutluyum, bazı şeyleri zamanın - insanların ya da hıyarlıkların bile bitiremediğini görmek güzel bi his. Bu arada piyasada bu yaz çok iyi kitaplar var her hafta 3-4 kitap bitirir oldum ki bu senelerdir yapmadığım bir şeydi. Eskisine göre daha çok film izliyorum bu da güzel bişey olsa gerek. 
 
Şubattan beri yaptığım seyahatler de bayaa iyi geldi, oturma iznimin 18 ay çıkmayışını New York - Chicago ve sonra da Viyana gezisiyle telafi ettim diyebiliriz (psikolojik baabında diye saçmalayasım var). 
 
 Neyse.

İyisiyle, kötüsüyle, gideniyle, geleniyle bir senenin 8 ayını geride bırakıyoruz. Bir sürü anı, bir sürü mutluluk, hüzün ve dersle (hem seneye bıraktığım dersler hem de hayat dersleri diyebiliriz sanırım) eylül  ayına az kala böyle bir yazı yazdım işte. Bundan sonra aklıma gelen bütün saçma şeyleri yazmaya devam etmeye çalışacağım, sonra canım sıkılıyo.
 
Bir yaz tatili de böyle geçti işte, dünyanın sonunda.
 

8 Şubat 2012 Çarşamba

saat sabah 5.51, ben yine uyumadım.

Ya bu yazı yazma işi efsanevi de başlama kısmı nasıl oluyo onu bi türlü beceremiyorum. Ben'le başlasa ayrı bi sikkoluk yaratıyo, meraba diye başlasa kime göre meraba neye göre meraba, sonra zaten hıyarın biri çıkıyo merhaba olmayacak mı o ha ha ha diyo, ben de cinnet üstüne cinnet geçiriyorum, ne gerek var?

 Demek sureti ile bir yazıma daha başlamış bulunuyorum sevgili okuyucu evlat. Bütün kızlar gibi ben de erkekleri anlamıyorum. Ama erkeklerden önce, bütün kızlar gibi ben de kendimi anlamıyorum. Allahım bu bendeki nasıl bir hıyarlıktır, beynimi koyarken bu kıza bu kadar beyin fazla, burdan kesip kalçasını büyütelimmi dedin cidden anlamıyorum ki ben seni??? Bir insan hiç mi adam olmaz, hiç mi kendini bilmez de sonunun bok yoluna gideceğini bildiği her işe girişip, değişik bi sonuç bekleyip bi de olmayınca sinirlenir?

 Hayır şimdi vaziyet var ortada; ben kendimi çok bi bok sanıyorum, ama bana bok gibi davranıldığında sinirleniyorum. Hadi lan ordan. 
 Bi defa ben şöyle bi insanım; hayatım boyunca insanları sevme özürlü oldum. Duygularımı belli etme konusunda bayaa kötüydüm yani, son 1 senedir kendimi aştım, aile bireyleri olsun, arkadaşlar olsun, erkek arkadaşım olsun herkese karşı ağzıma geleni söylemeye başladım, bildiğin iletişim özürlüsü olan ben, insanların karşısına oturup, ben şu an böyle hissediyorum çünkü bıdıbıdı demeye falan başladım. Tabii her pikachu aynı taşla raichu olmaz, her raichu'da her Ash' de beklenen etkiyi yaratmaz. Ya arkadaşım, bu erkeklerin derdi sıkıntısı nedir? Trip atarsın, niye böylesin anlamıyorum der. Ben sana sinir oldum çünkü ebemi bile beni olduğum yerden çıkarttığına pişman ettin dersin, susar. Vay efendim neymiş, illa bi oyunlar-sihirbazlıklar, ay efendim bugün vermem yarın geller falan. Nası bi iştir bu ben anlamadım ya.  Ne sıkıntılı bi cinsiyettir bu erkekler. Ha kızlar başka biz bildiğin yıldız savaşları'nın hormon savaşları versiyonunu her ay 2 hafta çekiyoruz AMA SİZE NOLUYO? Bi sünnet, bi askerlik, bitti! Hadi sıkıyosa o reglinin ağrısından 1 hafta kıvranın bi de üstüne "ya ama beni niye aramadı, neden böyle söyledi" diye kendi beyninizdeki paranoyak hayvanı serbest bırakın, hormon rüzgarlarının akışına bırakın kendinizi? Hadi???? 

 O değil de, hayatımda 1 defa dedim ki bu sefer mantıklı olmak istemiyorum, gerçekten ne oyun olsun işin içinde, ne taktik, ne zorlama, ne bişey.. Öyle herkes içinden geldiği gibi yaşasın bu sefer, en saf haliyle kalsın hepsi. Sonu mu? Hayatımda yaşayıp yaşayabileceğim en büyük hayal kırıklıklarından biri, gerçekten o filmlerde uça kaça omuzlarından karşısındakini tutup, sarsıp "SENİ FARKLI SANMIŞTIM CONİ, SEN BÖYLE OLMAMALIYDIN" diye bağıran kadınları anladım. Ama işin aslı farklı sanmakta değilmiş, gerçekten de karşındakinin farklı olmasındaymış. Yani sen öyle düşündün diye o da farklı olmayabiliyomuş, misal ki elimizdeki bu örnekte ben bana gayet değer veren, beni anlayan, vb bilimum iltifatlar silsilesi bi insan var sanıyodum karşımda. Ama keşif üzeri görüldü ki, hayal kurmak beleşmiş- boku çok çıkarılabilinirmiş. 
 
 Bazen düşünüyorum, mantıklı hareket ediyorum. 
Bazen düşünmüyorum.

 Bi daha da düşünmemezlik, mantıksız hareketlerde bulunmak gibi spontane atraksiyonlara girmiyomuşuz efendim, ne yaşımız, ne başımız, ne de aklımız kaldıramıyormuş, alamıyormuş böyle şeyleri.

 ok mu
ok 
bye

ps. kalbim kırıldı. hem de gerçekten. hoş değil, ama bunu da atlatırım, raadoluyorum. 

22 Ocak 2012 Pazar

iron & wine'ı akşam akşam dinlememek gerekiyormuş. ağlattı meret.

22

Kaç gündür erteleyip duruyorum, öğleden sonra yazarım, akşam yazarım, yemekten sonra yazarım, sabah uyanınca yazarım diye sonunda 4 gündür kafamda kurduğumdan geriye kalanlarla saçma sapan bi yazımla daha karşınıza geçmeye karar verdim.

 İnsanın hayatındaki en önemli şeyin ismi olduğu bi dünya hayal edebiliyor musunuz? Ne yazık ki bizim yaşadığımız dünya da isimden çok cisim önemli olduğu için anca hayal edebilirsiniz zaten.
 İnsan ismi belirli dönemlerde/durumlarda önem kazanır.

-ilk doğduğunuz da (yeni olan herşey gibi bu da heyecan verici bi durumdur, ama siz daha farkında değilsinizdir.)
-bir insanla ilk tanıştığınızda (hele bi de hoşlandıysanız karşınızdakinden o isim o kafada döneer döner durur)
-biri size sinirlendiğinde (o kelimenin başına isminiz geldiği zaman resmen hay ben seni de cerenini de diye başlayıp, isminizden nefret edesiniz gelir)
-biri sizi çağırdığında (yemek hazır nidaları)
-düğününüzde
-cenazenizde

 ya da maddi durumunuza göre bi çok insanı isminizle heycanlandırabilirsiniz. insanlar kendilerini mutlu eden şeylerle ilgili kriterlerini düşürmeye başladıklarından beri bir çok şey beni eskisinden daha çok yormaya başladı. cidden.

 ha bi de sınav kağıtlarına bilmemneye yazarsınız, ama bu isminizle ve sizinle alakalı değildir, yazarın ya da üreticinin sıfatı olmasıyla alakalıdır. Çok acıklı bi durum aslında.

 Ama herkes dışında hayatınıza bir gün bir insan girer. Hiç beklemediğiniz bir anda, zınk diye çıkar karşınıza. En sevdiğiniz isim onun ismi olur. Kağıtlara, defterlere o ismi yazarken bulursunuz kendinizi, ondan sonra bir bakarsınız kendi isminizden çok o ismi düşünür olmuşsunuz. İşte insan ismi bu yüzden hala kıymetli bence. Çünkü ne kadar düşersek düşelim, herşeyi ne kadar basitleştirirsek basitleştirelim, maddiyata dökelim, maneviyattan vazgeçelim, istesek de istemesek de bir gün hepimiz seviyoruz. ama iyi, ama kötü.
 ve sevdiğimiz zaman kafamızı yastığa koyup "o ismi" düşünüyoruz. sonra uyandığımızda "o ismi" hayal ediyoruz. çünkü ne kadar düşerse düşsün insan bazı şeyleri hiç bi zaman kaybetmiyor. vazgeçebiliyor (istediği kadar vazgeçsin, eninde sonunda alnının ortasına ŞAK diye iniyor onca zaman kaçtığın şeyler) ama bu sonsuza kadar saklanabileceği anlamına gelmiyor.

 Bazı dönemler olur, her şeyin kötü gittiği. Tutunacak bir şey ararsın, bulamazsın. Sende bırakırsın her şeyi, en kolay olanı yaparsın. Kendi tutarsın, kafama göre takılıyorum abi, ne alakası var? dersin. Sonra karşına bir insan çıkar. Şaftın kayar. O güne kadar kafanda doğru olarak kurduğun herşeyi yıkar. Yapamam dediğin abuk sabuk şeyleri yaparken bulursun kendini.
 Kaybetmekten korktuğun için bırakıp gidersin. Sonra da bir mucize beklersin.


3 Ocak 2012 Salı

in my society i am only solitary not alone

 Dünyada ki en bilimsel olmayan bilim insan ilişkileri olsa gerek. Psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve bilimum türevleri bu ilişkileri dayanaksızcana araştırıp inceleyip bi kalıba oturtmaya çalışırken biz de hayatın içinden insanlar olarak etrafa bakıp "Bütün manyaklar mı beni bulur?" "İnsanlar çok net kafayı yemiş" vb. yorumlarla bilimsellikten uzak ama gerçekçiliğe daha yakın yorumlarda bulunarak hayatta yuvarlanıp gidiyoruz.

 Erkekler hayran olunmayacak gibi değiller. Bir sürü değişik insanla tanışıyorum, bi sürü değişik şeyle karşılaşıyorum (doğal olarak) ben ki derim, beni şaşırtmak öyle kolay değildir ama hala şok üstüne şoklara sokabiliyor insanlar beni. Cosmopolitan'da ki mükemmel erkek nasıl olma yakınmalarını okuyup tek gecelik ilişki için kız kaldırmaya çalışırken bunları kullanan erkekleri oldum olası şehir efsanesi ya da romantik komedi senaryosu sanardım, gerçeklermiş.

Kural 1- Onu güldür! Erkek dediğin karşısındaki kadını güldürecek tabii, yoksa ilerleyen zamanlarda sikine sallamadığında kadının elinde tutunup da, ama o böyle değildi şimdiki hali geçici! diye kendini kandıracak birşeyi olmaz.
Kural 2- Ona kendisini özel hissettir! Biliyor musun, ben bu gece evden çıkmak bile istemiyordum, bu kesinlikle kader olmalı..
Kural 3- Size bir içki ısmarlayabilir miyim? Erkekler böyle şeylerden gurur duyarlar (!) bırakın ısmarlasın. (size istediği kadar içki ısmarlasın, nasılsa %95'imiz kafamız güzel olunca ne rüzgarlara kapılıyoruz, kapılın gençler)
Kural 4- Ona farklı hissettirin! Bulunduğunuz ortamdaki tek kadın muammelesi yapmak surreti ile karşınızdaki kadına kendisini farklı ve özel hissettirin, iltifat edin (utanmayın, valla ilişki bile kurtarır), kendinizle ilgili önemsiz şeyleri çok büyük ve özel şeylermişçesine ona anlatın, hatta sarılın etkiyi %100 arttırın!
Kural 5- Hadi uzaklara kaçalım! Her kadının böyle çılgın hayallere sarılmış bir tarafı vardır, hadi gidelim! daha rahat konuşabileceğimiz ve baş başa kalabileceğimiz bi yere gidelim değil ama, öyle derseniz kadın bir anda durumu çakıp bilimum cosmo tavsiyelerinden birini kullanarak suratınıza içkisini fırlatıp HEPİNİZ AYNISINIZ HAYVAN diyebilir, nitekim ne kadar sarhoş olduğuna da bağlı ama değişkenleri riske atmaya değer mi, sonra baştan başlayacaksınız.
Kural 6- İlk öpüşme. Dilinizi kendinize saklayın, romantik olun biraz, en azından 2 gün sonra telefonlara çıkmadığınızda kızcağız en azından güzel bi an geçirmiş olsun
Kural 7- Tutamayacağınız sözler VERİN! Hatta bundan 2 hafta sonra belki de birlikte bi yerlere gideriz, çok eğlenceli olur.
Kural 8- Hayvan olmayın, insan olun

 Ve sonraki sabah onu aramayacağınızı, ya da 2 hafta sonra bi anda konuşmayı keseceğinizi ya da çıkmaya başlayıp seneler sonra aradığım kız değilsin SORRY diyeceğinizi ona belli etmeyin. Düzensiz aralıklarla yukardakileri uygulayın, alın size mutlu ilişki + kız kaldırma rehberi hem de bi kızın ağızından.
 Nitekim sonraki günden itibaren bir daha konuşmamayı düşünen erkek arkadaşlar telefon numaralarını verirlerken 2 defa düşünsünler, sonra kız kitliyo ABİ İNANAMIYORUAAM diye atıp tutmasınlar, doğaldır yani kızlar ilişki bazlı yaşarlar genelde herşeyi yani öpüştüğünüz anda (genelde) kızların kafasında çıkmaya başlarsınız.
 İstanbul büyük şehir, kimin altından kimin çıkacağını hiç bilemiyorsunuz, nitekim belirsiz aralıklarla kimin altına kimin gireceğini tahmin edebilirsiniz.. İşte bu da böyle bir yazı oldu.

 Esenlikler
Cer