21 Aralık 2009 Pazartesi

elinde içi dolu bir tabanca
çömelmişsin küçük taburene
bedenin öne doğru eğilmiş
yer açıyor düşüncelerine

güneş doğuyor
güneş doğuyor
ve
herşey güzel oluyor
değilmi?

17 Kasım 2009 Salı

neyse ki her gecenin sonunda sabah oluyor..

Döndüm yüzümü güneşe,
kapattım gözlerimi.

sana baktım,
güne bakar gibi.

seni gördüm sessiz ışıklarda,
bir resim çizdim kafamda.

masmavi oldu göz kapaklarım,
heryer masmaviydi
ve sen vardın.

Döndüm yüzümü güneşten, uzattım bedenimi.
Çevirdim kafamı gök yüzüne,
kapattım gözlerimi,
seni seyrettim.

o kadar uzaklardan da olsa o kadar yakındın ki bana
o kadar güzel baktın, o kadar güzel sevdin ki beni

güneşin sıcaklığı oldun saçlarımı okşayışını hissettim,
ellerin oldu ışıklar beni sardın, minicik oldum dünyanda

anılar çınlıyor kulaklarımda,
kokun burnumda

ve gün yerini geceye bırakırken sen de bırakıp gidiyorsun beni.

dönüyorum yüzümü geceye,
açıyorum gözlerimi,
karanlık işte
ölüm gibi .

8 Kasım 2009 Pazar

Aşk

Aşk,
tıpkı uçan bir balon gibi
tükenmiş bir kalem gibi
terketmiş bir kadın gibi
özleyen bir adam gibi
biten bir masal gibi

Aşk,
son anda yolunu değiştirmek gibi
yanlış bir karar verip gitmek gibi
yanındakini görmemek gibi
elindekini kaybetmek gibi
hiç bir zaman olmamış gibi

Aşk,
hiç bir zaman benim olmayan
bir masal gibi,

Aşıklar,
Hiç bir zaman varolmayacak
masal kahramanları gibi,

Aşk,
Gel yoket beni
Ne var ne yoksa al elimden
Ruhumu, kalbimi
Yeter ki benimle kal

6 Kasım 2009 Cuma

Hastalık Günlüğü

1.gün: boğazım ağrıyo ama okula gidip üzerine bir de matematik sınavına girdim, şevkli bir öğrenciyim bence örnek gösterilmeliyim herkese.
2.gün: öksürüyorum ve boğazım ağrıyor, sabah sabah ateşim bile çıktı yinede inat ettim okula gittim 2 tane sınava bile girdim sonra okula gelen doktorca "grip" teşhisiyle eve gönderildim 2 günlük raporumla gayet mutluydum ta ki annem panik atak geçirip "DOMUZ GRİBİMİ OLDUN SEN!" diye yaygarayı basıncaya dek. Şimdi oturup domuz domuz gribimiyim diye düşünmek zorundayım. O zaman uyumalı.
3.gün: öğlene kadar uyudum ve az olduğuna karar verip öğleden sonrada uyudum. Sonra uyandım ve yemek yedim ve tekrar uyudum.
4.gün: bi doktora daha gittim hastahanede 2 farklı doktor sırasıyle "grip-soğuk algınlığı, zatürre" teşhisleri koyduktan sonra kanımın yarısını boşaltıp oksijen vermeye karar verdiler, bi de akciğer filmi çekildikten sonra "merak etme bronşitmiş" diyip beni eve yolladılar. Çok mutluyum bronşit olmuşum dememi bekliyolarsa yanılıyolar burnumdan nefes almayı ve ciğerlerim yerinden çıkıcakmış gibi öksürmemeyi çok özledim. Neyse çıkışta kaç gündür ilk defa dışarda yemek yedim, insan yüzü ve güneş gördüm çok mutlu oldum. Dokuzuncu hariciye koğuşunu okuduktan sonra hiç yaramadı bu hastalık bana. Neyse, ben farmville oynamaya dönücem, zen bahçesine döndü zaten orası da.

22.15

Sana hoşçakal demek ölüm gibi birşey.
Ya da bilmediğin bir yerde, tanımadığın insanların arasında gözlerinin bağlanması gibi. Kör olmuş gibi çarpa çarpa koşturuyorumdur belki sağa sola, seni bulmak umuduyla. Ama sana çoktan hoşçakal dedikten sonra ne işe yarar ki tekrar tekrar aramam, nasıl olsa arkana bile bakmadan gittin sen. Hoşçakal ve Elveda. İkiside o kadar kötü şeyler ki, bir de kendine iyi bak var tabii. Bir tokat gibi patlar bu sözcükler kulaklarında, bazen başından aşağı kaynar sular dökülür, bazen ise donup kalırsın olduğun yere.
Göz yaşlarını akıtırsın boşlukta biryere, belki birisi siler diye.
Ama en korkuncu her veda senden birşeyler götürür, bazıları kalbini, bazıları güvenini, bazıları gururunu bazıları vardır seni götürürler senden, birden bir bakarsın bomboş kalmışsın. Ne ellerini tutan kimse var, ne de sen üşüdüğünde sana dönüp minicik bir gülümsemeyle seni ısıtan bir başkası.

Bazı insanlar vardır. Ne boşverebilirsin, ne bırakıp gidebilirsin, ne de onunla olabilirsin.
Bazı insanlar vardır. Sizde ne eksikse onda vardır.
Bazı insanlar birbirleri için yaratılmıştır.
Bazıları ise yalnız kalmak için.

Sanırım ben sonuncusuyum..

2 Kasım 2009 Pazartesi

atilla ilhan - emirganda çay saati

soğuk kuşlar gibi dağılır boğazda
rüzgârın getirdiği donuk bir yağmur pusu
istinye'de gemilerin karanlık uykusu
kırık direkleriyle dalgın ve hasta
birden içimi kaplayan ölüm korkusu
selâm verilince meçhul bir namazda
gâzâli'yse biraz mevlânâ biraz da
kubbenin altındaki divan uğultusu
'şeref' vapurundan en kirli beyazda
yüzlerce harbiyeli sürgün yolcusu
havada bir asılmış adam kokusu
istanbul jöntürkleri hüzzâm bir yasta

yankılarıyla telaşlı geceleri bir bebek'ten
motorların taşıyıp o kadar bitiremediği
en yılgın sonbahar benim gözlerimdeki
çok daha dumanlı mütâreke günlerinden
alaturka saat kaçta ikinci tömbeki
miralay sadık bey'in nargilesinden
dem çekip kumrular gibi sebilleri şenlendiren
osmanlı sehpâların gölgesindeki
emirgân'da acılaşmak koyu bir semâverden
çaylar gibi kararıp kaç defalarca eski
bir şiir üzüntüsüyle müseddes biçimindeki
çoktan unutulmuş kilitli defterlerden

1 Kasım 2009 Pazar

ve

elini yavaşça havaya kaldırırsın, kafası ellerinin arasında ne kadar küçük gözüküyor, şaşkınlıkla fark edersin bunu. hafifçe başını öne eğer, sen çenesinin altını okşarsın ve o kıkırdar. saçları ellerinin üzerinden omuzlarına düşer, kafasını kaldırır ve gözlerini sana diker, sanki hayatında ilk defa bu kadar güzel bir şey görmüş gibi, büyülenmiş gibi bakar sana, sende ona öyle bakarsın, merakına ve anlamsız gülüşüne hayran olursun belki ya da nefret edersin.
ellerini ellerinin üzerine koyar ve parmak uçlarına doğru yükselir, yanağına bir öpücük kondurup sana sıkıca sarılır, sende ona sarılırsın. "herşeyim" ne demek öğrenirsin, belki gerçekten çok seversin. kafanı boynuna gömersin, kokusunu ezberliyecek gibi çekersin içine. sarılırsın ona, kafan boynunda kafası senin boynunda elleriyle saçlarını okşar (ağlamamalısın), yanağını bir kez daha öper, alnına bir öpücük kondurur. iyi geceler diler ve ortadan kaybolur.
zıplar, zıplar, koşar ve dans eder ve kaybolur ve geri gelir
ve kaybolur
ve geri gelir
ve kaybolur...

hep gül

Hayatta herşeyden çok gülmeyi ciddiye almalı.
Başka işin yokmuş gibi güleceksin, öyle ki insanlar sen gülerken bişey söylediklerinde kendilerini suçlu hissedecekler, sanki çok önemli bir işi bölüyorlarmış gibi. O kadar ciddi güleceksin ki, kendin bile inanacaksın yaptığın işin büyüklüğüne. O kadar çok güleceksin ki, alışsın bünyen, çok gülen çok yaşarmış diyeceksin. o kadar içten güleceksin ki güldüğün zaman etrafındakileri de güldüreceksin, ilk kırışıklıkların gözlerinin yanında ve elmacık kemiklerinin orada çıkacak işte öyle güleceksin.
Çünkü hayat çok kısa.
Hem sıksık tekrar yapılmazsa çoğu şey unutulur, gülmek bile
Hayatta herşeyi unutmalı belki de, gülmek hariç.
İşte öyle ciddi güleceksin, salıncakta sallanır gibi
Güneşin altında ısınır gibi
En sevdiğin yemeği yer gibi
Öyle gerçek güleceksin kaybedecek bir şeyin yok gibi

Çok mutlu olacaksın, hatta belki aşık olacaksın gözlerinin içi gülecek
Her gülüşünde aklın bir karış havada sanacaklar seni
Sen yine güleceksin işte öyle eğleneceksin hayatla
Oyunlar oynayacaksın
kazanacaksın-kaybedeceksin
günün sonunda kafanı yastığına koyduğunda birini düşüneceksin
ya da belki bir anıyı, birşeyi ve yine gülüceksin

hep gülüceksin
çünkü sana en çok gülmek yakışıyor
hem hayat başka türlü çekilmez (=

26 Ekim 2009 Pazartesi

o öldü

mutfaktan semaverin ince çığlığı gelir, aydınlık koridordan, büyük saksının yanından geçip girerim muftağa. sevdiğim tek kadın eli göğüsünde diğer eli karnında bana bakar, bakar ama konuşamaz. susarız ikimizde giderim sarılırım ona, ince bedeni o ufacık bedeni kırılıcak sanırım bazen kollarımın arasında, öylesine korurum ki onu ona her sarıldığımda, sanki çalıp götürecekler benden. ve şimdi o bensiz, ben onsuz. son günümüzün sabahındayız. karanlığın bittiği yerin bu kadar karanlık olacağını hiç düşünmemiştim, kollarımda uyuyamamıştı bu gece öylece sarılıp yatmıştık. semaverin inatçı fokurdamaları bölüyor düşüncelerimi çaylarımızı koyuyoruz, balkona çıktık.
rüzgar iyotlu deniz kokusunu taşıyor olduğumuz yere kadar, kafasını omuzuma yasladı konuşuyoruz, konuşuyoruz saatlerce konuşuyoruz. terasın kenarına oturuyorum bir anda geliyor kucağıma yatıyor, saçlarını okşuyorum uyuya kalıyoruz birlikte. uyanınca güneşin batışını seyrediyoruz ve zaman geliyor.
eşyalarımı toplayıp gidiyoruz, beni otobüse bırakıyor, göz yaşları, koşuşlar, haykırışlar. bazı insanlar baygınlık geçiriyor, herkesin suratında ince bir gurur, gözlerde ise korkular saklanmış.

yol uzun, yol taşlı.
hayatımda gördüğüm en büyük odadayım şimdi, ranzalar yataklar.
günler nasıl geçiyor bilmiyorum, saçlarımı 2 ye vurduk.
zaman nasıl geçti anlamıyorum 7. aydayız oysa daha dün 1 ay bile olmamıştı.
artık gün saymayı bıraktım, göreve gidecekmişiz guruluyum ama korkuyorum
annem ve babama mektup yazdım, sevgilime ise şehire indiğimizde bir kolye ve uzun bi mektup yolladım.
görev başladı, yarın herşey çok daha farklı olacakmış.
Allahıma bin şükür, yaşıyorum.

"Zaman ne garip şey. Hayat ne kadar ironik."

zaman geçer, zaman geçer son gün ve sonra eve dönüş.
son kez çıktım askerliğimin geçtiği bu topraklara, kokladım toprağı, üzerinde süründüğüm artık anam, evim olan toprağı. ilerlerken kampın dışında, bir çıtırtı duydum uzaktan.
"KOMUTANIM" diye bağırdım, bir kaç bağırış duydum ve sonra ansızın göğüsümde bir yanma, bir derin acı. Ben hep daha çok acıyacağını düşünmüştüm oysa sadece yanıyordu yaram, içim acıyordu. Ah bile çekemedi son gününde.
Seni seviyorum diyemeden gitti.
Son kez gülemeden
Kimse bunu bilemedi
Kimse bunu göremedi
Bayrağa sarılı tabutunun üzerinde ağlayıp ah çekerken anası ve sevgilisi
O toprağına gömdü kafasını
Son kez çekti toprağın kokusunu ciğerlerine
Sevgilisine sarılır gibi sarıldı ölüme
Teslim oldu karatoprağa

18 Ekim 2009 Pazar

sonra?

Ben kadere değil onun değişebileceğine inandım. Küçükken hep söylerlerdi ne dilediğine dikkat et belki bir gün gerçek olabilir diye, ben hiç gerçek olabileceğini düşünmemiştim..

Hayallerimde bir sevgili vardı, o kadar güzeldi, eşsiz ve mükemmeldi ki inanmıştım onun gerçek olamayacağına. O kadar emindim ki aşk yoktur, sevgi yoktur diye herbokolojist gibi dolaşıyordum ortalıkta. Ben çok konuşurum, her konuda söyliyecek bir şeyim vardır, ben hayatım boyunca öyle bir insan aradım ki, ondan bahsederken onu anlatacak bir söz bulamayayım, öyle ki gözlerimin içi gülsün, parlasınlar ve insanlar anlasınlar, herşeyin ne kadar gerçek olduğunu onu ne kadar sevdiğimi, ne kadar birbirimizin olduğumuzu..

Bir hayatım vardı, iyi-kötü, şikayet ede ede yaşardım işte her insan gibi. Ben çok konuşurum, boş konuşurum dedim ya, bir o kadar da çok gülerim, ciddi olmayı hiç beceremem, asla da beceremedim.. Kolay kolay küsememde insanlara, hep kızarım sonra da affederim, çok kin tutarım bazen ama hayallerimde öyle bir insan vardı ki 2 dakika bile küsemeyeceğim..

Ben ilk tanıştığımızda herşeyin böyle olacağını bilemezdim ki..
İlk defa arkamdan atlayıp boynumdan öptüğünde ben gülmekten yerlere yatarken bir gün o ana geri dönmek için canımı bile verebileceğimi düşünmemiştim.
Ben ilk konuşmaya başladığımızda bir gün onu bu kadar çok sevebileceğimi düşünmemiştim, ben bir insanın başka bir insanı bu kadar çok sevebileceğini hiç düşünmemiştim ki..
İlk defa buluştuğumuzda, son günü düşünürken yıkılacağımı bilemezdim ve eğer son konuşmamızın da son konuşmamız olduğunu bilseydim, sanırım o telefonu kapatmamak için herşeyi yapardım..

Küsüp iki dakka sonra boynuna atlayacağıma 1 dakika sonra atlardım, o kadar az zamanımız olacağını bilseydim. Keşke hep benimle kalabilseydi, keşke dünya bu kadar büyük ve o bu kadar uzak olmasaydı.. O kadar uzun zamandır unutmuştum ki kendimden başkasını düşünmeyi, çok garipti o benim için rüya gibiydi herşey, hayatım boyunca aradığım herşeydi. Dileğim gerçek olmuştu, biz birbirimizindik ve ben dünyanın en mutlu insanıydım.

ama sonra, o gitti.
kalbin parça parça batar ya hani, nefesin düğümlenir içinde, dünya döner ama sen durursun, bir an elin ayağın boşalır ve sanki eksik kalmışsındır. Nefessiz kalmışsındır.
Son gece peşinden koşup sarılışın ve bırakamayışını düşünürken bulursun kendini, sonra kendine gelirsin, bitti dersin. Herşey bitti.

Herşey bitti.
ve hepsi senin suçun; ne dilediğine dikkat etmeliydin dersin kendine.
Ben hiç bir zaman çok düşünmedim konuşurken. Çok pişmanım şimdi, oysa ben alışığımdır bırakıp gitmelere, hayata devam etmeye. bu sefer olmadı. yapamadım.
oysa söyliyecek birşeyim bile yok.
hayat çok garip. ve adil değil. oysa bittiğinde çok kısa geliyor herşey.
bu hayata bir anlam verirken ben onu kaybedeceğimi hiç düşünmemiştim.. peki ya sonra?

16 Ekim 2009 Cuma

here comes the rain again

gün biter, gece olur
istanbula bir karanlık çöker
isimsiz sokaklarda insanlar
isimsiz insanlarda aşklar
boş kafalarda hikayeler
döner, döner..

son gece gelir çatar
bir sessizlik çöker üzerine
bir sessizlik çöker sokaklara
yarın sensiz ilk günüm gibi
yarın bensiz ilk günün gibi

sen bırakıp gidersin
ben kafamda hayaller beklerim
sen unutup gidersin
ben kafamda hayaller beklerim
sen unutup gidersin
ben ise..

hayalperestim ben
ne bir yüzüm var benim
ne de bir adım
artık sadece geçmişim,
istediğin gibi

unutup gidersin beni

anılarda masallar olur

anonim bir şiir gibi
bir yerde bir defa duyduğun
bir daha asla karşına çıkmayacak

ve eğer bir gün beni özlersen
ya da belki de bir gece
bu şiiri okursun

anonim bir şiir gibi
bir defa duyduğun ve sonra kaybettiğin
bir daha asla karşına çıkmayacak..

23 Eylül 2009 Çarşamba

ben nasıl oldum?

Bundan 3 sene önce olsa gerek.. Yağmurlu bir geceydi ama çok soğuk değildi. Odamın panjurları kapalıydı ama bütün ışıklar açıktı. Sinirlenip duvarlardaki (ki o zamanlar bütün duvarlarımı pano gibi kullanıyordum) bütün posterleri parçalamıştım ve duvarlarımdaki badanada onlara yapışıp çıkmıştı. Kalanını da aptal aptal kazımıştım.
Salı ya da Perşembeydi, keane - walnut tree dinliyordum. O zamanlar beyaz creative mp3'üm vardı, ne kadar çok severdim onu neden bozuldu ne oldu onu bile hatırlamıyorum şu anda.. Başım ağrıyordu ve bir anda bütün bedenim titremeye başlamıştı. Ağlıyordum sebebini bilmeden ağlıyordum ve elime pastel boyaları alıp duvarlarımı karalamaya başladım. Posterlerin altından hep aynı isim çıkıyordu, ve ben bütün duvarları karalıyordum karalıyordum karalıyordum ağlayarak karalıyordum ve elimdeki boya bittiğinde kendimi yatağımın üstüne attım.
Sarsılarak ağlıyordum, anılara tutunuyordum ve beni daha sert yere itiyorlardı. Yıkılmıştım. Uyumuşum.

Uyandığımda annem başucumdaydı, çok ateşim çıkmış ve ben bir isim sayıklıyormuşum.
Uyandığımda annem başucumdaydı, çok ateşim çıkmış ama sonunda herşey bitmişti.

Uyandığımda herşey bitmişti.

Sonraki hafta iyileştiğimde odamı tekrar boyattık, bu sefer bembeyaz yaptım duvarları, pırıl pırıl bir sayfa gibi. Üzerine bir pano astık ve sadece dostlarımın resimlerini ve notlarını astım oraya, bir daha kimse beni kıramasın kimse için ne duvarları ne de kendimi parçalamayayım diye. İşe yaradı, hemde fazlasıyla.

Uyandığımda kendimden bir parça gitti ve ben bıraktım
düşünmeyi ve hissetmeyi
ben "ben" oldum
ve bir daha kimse beni tamir edemedi
sonsuza kadar.

12 Eylül 2009 Cumartesi

seni sev/em/iyorum

Umutlar, gerçekler ve rüyalar bittiğinde ve geriye söylenecek bişey kalmadığında..

30 Ağustos 2009 Pazar

Hatırlar mısın, eskiden seninle otururduk bu bahçede.
Oturup manzarayı izlerdik, birbirimize sarılıp. Karlar yağardı üstümüze, yağmurlar yağardı ama biz hep orda öylece birbirimize sarılıp izlerdik akıp giden hayatı.
Şimdi topraklar bomboş kalmış, eskiden oturduğumuz o banklar yok olmuş.
Şimdi heryer isimsiz kalmış, ne sen varsın ne de ben.

Hatırlar mısın eskiden bilirdik birbirimizi.
Oturup hayaller kurardık hayatın en güzel olduğu yerde, birbirimiz ile.
Eskiden sensiz yarım kalırım sanırdım, şimdi ise nerede olduğunu bile bilmiyorum
Sana seslensem sesimi duyar mısın,
Yine gelip elimi tutar mısın?

Denedim.
Çok denedim virgüller koymak için çok savaştım kendimle ama olmadı.
Ne inat ne gurur benden bir eser bile kalmadı.

Geçmişimizin harabelerinde oturup seni izledim,
Bana sarılmışsın üstümüzden zamanlar akıp geçiyor
Bembeyaz bir ay parlıyor üzerimizde
Ve gündoğduğunda...

Uyandım

16 Ağustos 2009 Pazar

Hayat boş falan filan.

Gece rüzgarı üzerine eser, zorla üşürsün.
Üşümeye bile üşenirsin hatta bazen, sıkılırsın.
Bakarsın bakarsın daha da sıkılırsın,
yatarsın uyuyamazsın, falan.

Sonra bi bakarsın sabah olur bi çıkıp gidersin,
bi kaç kişi görürsün sonra geri gelirsin (çünkü yine sıkılırsın)
abartılıcak bişey yok bu hep böyle.
di mi?

15 Ağustos 2009 Cumartesi

505

I'm going back to 505,
If it's a 7 hour flight or a 45 minute drive,
In my imagination you're waiting lying on your side,
With your hands between your thighs,

Stop and wait a sec,
Oh when you look at me like that my darling,
What did you expect,
I probably still adore you with your hands around my neck,
Or I did last time I checked,

Not shy of a spark,
A knife twists at the thought that I should fall short of the mark,
Frightened by the bite though its no harsher than the bark,
Middle of adventure, such a perfect place to start,

But I crumble completely when you cry,
It seems like once again you've had to greet me with goodbye,
I'm always just about to go and spoil a surprise,
Take my hands off of your eyes too soon,

6 Ağustos 2009 Perşembe

masal

Bundan çok uzun zaman önce dünyanın diğer ucunda küçücük bir kasabada yaşayan bir kız varmış. Kızın adı Sophie'ymiş. Sophie'nin hayatı kocaman yuvarlak bir kutu içinde geçermiş. Bu kutuda Sophieden başka yüzlerce insanın hayatıda varmış, o kadar küçük bir kutuda o kadar büyük hayaller ve hayatlar varmış ki hepsinin birbirleriyle çarpışmaması imkansızmış.
Sophie'nin hiçbir zaman kendine ait bir hayali olmamış, onun bütün hayallerini onun için arkadaşları ve ailesi yaparmış. Bu yüzden asla kendi kaderide olmamış, hep ona söylenenleri dinlerken gülümser ve sonra ne yapması gerektiğini düşünürmüş.
Ta ki hafif bulutlu bir çarşamba sabahına kadar. Sophie'nin daha önce hiç o kadar boş geçen bir günü olmamış, o kadar boş ve o kadar yalnızmış ki sonunda düşünmek zorunda kalmış.
O düşündükçe kafasındaki zincirler teker teker kırılmaya başlamış. Her kırılan zincirle kafasındaki fikirler büyümeye başlamış. Senelerdir önü kesilmiş onca düşünce bir anda kafasının içinde hızlı dönmeye başlamış, hayaller, istekler, umutlar, üzüntüler, sevinçler hepsi bir anda serbest kalmış.
Sophie oturduğu yere yapışmış, şaşkınlıkla kendisini anlamaya çalışır, hiç birşey yapmadan sadece oturarak nasıl bu kadar çok şey yapabildiğine şaşırır, anlamaz kendisini.
Gözlerinin arkasından hızla fikirler geçmektedir neredeyse dengesini kaybedip düşecektir, fikirlerinin sesleri farklı tonlarda kafasının içinde çınlamaktadır. Sophie bir an delirdiğini düşünür. Annesi odaya girer ve Sophie sorar, "anne, sende duyuyor musun?" annesi affallar; "neyi duyuyormuyum tatlım?" Sophie anlar ki düşüncelerini ondan başka kimse duymuyor. "Bir tıkırtı duydum sandım da, affedersin."
Önemli değildir annesinin onunla konuşmak istediği çok daha farklı konular vardır. Artık üniversiteyi bitirmiştir, kaç yaşına gelmiştir. Sophie gelecekte ne yapmak istiyor? "Bence, bir an önce babanın şirketinin başına geçmelisin. Biliyorsun o böyle şeylere çok önem verir, eğer geçmezsen onun ne kadar üzüleceğini düşünebiliyor musun?"
Sophie iç çekti kafasını öne eğdi, sonra konuşuruz tamammı anneciğim diyerek çıktı odadan.
Evlerinin yanındaki ormanlığa doğru yürümeye başladı, aslında amacı ormanda kaybolmaktı. Ama olmadı. Ormandaki ırmağın kenarında oturmuştu ve balıklara bakıyordu, sanki elinden başka bir şey gelebilirmiş gibi. arada ırmağa küçük küçük taşlar atıyordu, şekilleri izliyordu. Saatler geçti, kalmaya karar verdi. Ağacın tepesine tırmandı ve orada onunla karşılaştı. Lev ağacın tepesinde oturmuş uzaklara bakıyordu.
"Sen neden kaçıyorsun?" diye sordu Sophie.
"Bilmem, belki de kendimden. Sabah uyandığımda hiç birşeyin böyle olacağını düşünmemiştim.
Sophie baktı, güldü. Yalnız değilsin dedi. Lev'in yanına oturdu. Ağacın kalın dalından ayaklarını sarkıttılar ve konuşmaya başladılar. Bir ana fikir gerekiyormuydu sohpetlerine, herşey illa sinema veya müziklemi ilgili olmalıydı. Politika konuşulacak gibi değildi zaten. Onlarda oturup kendilerinden bahsettiler birbirlerine. Sanki kendi kendilerine konuşuyormuş gibi. O gece o küçük kasabadaki küçük kutunun insanları kendi karmaşalarında boğulurken iki kişi durdu ve onları izledi. İlk defa o küçük kutuda gerçekten iki kişinin fikirleri dönmeye başladı. Gerekli olduğu için değil istedikleri için. İlk defa bir anne ve bir baba en doğrusunu bilemedi, ilk defa arkadaşları amayla başlayan cümleler kuramadılar ve Lev ve Sophie o gece bir dünya değiştirdi. gün ağarırken Lev Sophie'ye baktı. Onun kollarında ne kadarda küçük gözüküyordu, o kadar küçük ve o kadar güzeldi ki. O kadar gerçekti ki, Lev aşık oldu. Sophie ise kaybolmuştu Lev'in kollarında. Aramadığı herşeyi bulmuştu orada. Kendisini ve düşüncelerini. Hayatını ve hayallerini.

O aşk aramıyordu, hayatın ise onun için bambaşka bir planı vardı.
Lev ve Sophie sonraki 2 sene boyunca orada, burada, heryerde birlikteydiler. İkinci senenin sonunda bulutlu bir çarşamba sabahı Lev ve Sophie.

Sophie yavaş adımlarla bembeyaz halının üzerinden yürüyordu, yemyeşil çimenler onu selamlıyordu. Beyaz sandalyelerde oturmuş insanlar, aileler ve dostlar hayranlıkla bakıyorlardı ona, kahverengi saçları doğal hallerinde tacının altında salınıyorlardı, bir tül bile örtmemişti suratına. Sadece bembeyaz bir hayalin içinde yürüyordu. Dümdüz inen beyaz elbisesinin içinde adımlarını sayıyordu. Beyaz ayakkabıları ve küçücük ayaklarıyla metrelerce yürüdü, yemyeşil ağaçlar ve pastel rengi bir ışık vardı, herşey sanki bir masal kitabının resimlerindeki gibiydi.
Lev siyah takım elbisesi ve beyaz gömleğiyle onu orada bekliyordu, yemyeşil gözleri ışığın altında parlıyordu ve o gülümsüyordu. Evlendiler.
Sophie asla babasının şirketinin başına geçmedi. Onun yerine bir şirket kurdu, ilerletti ve babasının şirketini satın aldı. Şirketinde hayalleri satın alıp gerçek yapıyordu. Bazen küçük bir çocuğa yavru bir köpek vermek, bazen ise yaşlı bir adamın son isteğini gerçekleştirmekti işleri.
Lev ise resim yapıyordu. Bütün gün ve bütün gece resim yapıyordu, onun işi buydu. Kendisine bir galeri satın almıştı ve resimlerini satıyordu.
Sophie uyandı. Dünyaya yıllar sonra gözlerini açmış gibiydi, yanına döndü. Lev yeşil gözleriyle ona bakarak gülümsüyordu. Sophie'de gülümsedi. Bembeyaz saçları ve buruşmuş gözleriyle gülümsedi, çünkü ikiside uzun süredir bugünü bekliyorlardı.
Ve gökyüzüne yükseldiler, bir daha dönmemek üzere.

O gün o küçük kutu ve yüzlerce hayattan sadece 2 kişi gitti. Etkiledikleri yüzlerce insan hep onları düşündü, çocuklarına hikayelerini anlattılar. Ama yıllar boyu hiç kimse neden bahsettiklerini anlamadı. Sonra bulutlu bir çarşamba sabahı Amanda uyandığında bomboş gününde ne yapması gerektiğini düşünürken kafasındaki zincirleri kırdı ve...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Monolog

- kız oturur, bir sigara yakar. karşısındaki konuştukça konuşur onun ise kafasında çok daha ayrı bir dialog dönmektedir.
Eğer insanlar için aşk bu kadar önemliyse neden insanlar aşık olmaktan bu kadar kaçıyorlar? Eğer aşk bu kadar büyülü, özel üzerine milyonlarca filmler, şarkılar, şiirler, masallar yazılacak kadar ihtişamlıysa neden insanar o duyguyu hissetmemek için ellerinden geleni yapıyorlar?
Bağlanma korkusumu kaçış sebepleri? Gerçekten bağlanmaktan korkmak diye birşey varmı acaba. Ben özgürlüğüme düşkünüm diyip çekip gitmek. Beni sıkıştırıyorsun demek. Kaçmak.
Neden ve kimden kaçmak? Kendinden mi? Duygularındanmı? Birşey hissetmeden mutlu olmak diye birşey varmıdır acaba? Mutlulukta bir histi öyle değilmi..
İnsanlar gerçekten hayatlarında bir kezmi aşık olurlar? Yoksa sadece birkezmi çekip gittiklerine pişman olurlar?
Bir insanın kokusunu duyduğunda kalbinin hızla çarpmasımıdır aşk? Yoksa birinin kollarında güvende hissetmekmi? Belki de ona bağımlı olmaktır aşk. Öyleyse aşk güçsüzlükmü oluyor?
İnsanlar neden güçsüz olmak istesinler ki? Aşk bağımlılıkmıdır? Yoksa sadece kaybedilen zamanmıdır?
Bir insan aşık olduğunu nasıl anlar? İki insanın birbirini karşılıklı sevmesimidir aşk?
Aşık olduğunu nerden anlarsın?

İlk görüşte aşk.

sanki yıllardır o hep seninleymiş, daha öncesi yokmuş ve sonrası oymuş gibi. sonra birde bakarsın ki aslında sadece "olduğunu sanmışsın."
peki herşey bu kadar basitse, neden bu kafa karışıklığı?
ne olmuş bağlanacaksan birisine, sadece tek bir insana seni seviyorum demek bu kadar zormu olmalı? Sadece bir insanla kendini güvende hissetmek, onunla gülmek ağlamak, onun bir parçası olmak?

ben kaçıyorum, çünkü kendimi biliyorum.
ben yapamam, çünkü ben bağlanamam, sonra bir gün dönüp baktığımda pişman olup üzülmemek için, ben kaçıyorum.

çünkü belki de gerçekten aşk varsa ve eğer gerçekten bir gün beni bulursa o zaman beni ben olduğum için severmi?
belki bir gün.

24 Temmuz 2009 Cuma

24.07.09

Boş boş dolaşmak vardı aslında burada oturmak yerine, ama herkes bir yere ihtiyaç duyar ya, ait olmak gibi. işte o yüzden oturdum buraya.
hemen arkamdaki camdan bütün günün sıcaklığına inat gecenin poyrazı yalıyor bedenimi, saçlarım alnıma düşüyor, gülüyorum rüzgar da olsa saçlarımı okşayan bazen insanın ihtiyacı oluyor böyle şeylere..
gri ve rahat koltuğuma birazcık daha yayılıyorum üzerimdeki bol tshirt bir yorgan gibi sarıyor beni üşümemi engelliyor geceye rağmen. hemen arkamda bodrum var, herşeyiyle bütün insanları, gerçekleri ve yalanlarıyla bodrum. o kadar çok şey yaşıyor ki insanlar kafalarını kaldırıp yıldızlara bile bakmıyorlar. çoğu farkında değil istanbulda o yıldızların gözükmediğinin, belki de o yüzden kıymetlidir yıldızlar, izleyenler değil sadece bakanlar onları gördüğü için.
Limanda bağlanmış onlarca yelkenlinin direkleri bir sağa bir sola salınıyor, rüzgar değil ama dalgalara yenik düşmüş onlarda, kapılmışlar, ve sanki bir cevap bekler gibi boşluğa doğru yatıyorlar hafifçe..
üst katta şarkı söyleyen bir adam var, simsiyah saçları ve sürekli oynayan vücuduyla kötü bir italyan aksanıyla lasciate mi cantare'yi söylüyor.
yine hafif bir rüzgar esiyor, ürperiyorum. oturduğum yere gömülüyorum ve yazıyorum.

çünkü bazen yapabileceğin tek şey budur.
ummak ve umut.
hayatın her zerresine işlenmiş birşey.
hayaller ile gelen ve bizi hayata bağlayan.
hayal kırıklıkları getiren ve bizi mahveden.
ummak ve umut.
bizi var eden ve sonra yok eden

16 Temmuz 2009 Perşembe

Ellerim ellerinin içinde ama dokunmuyoruz bile birbirimize
hayaller karışmış sanki şimdiye, gerçek değil bunların hiç biri
inkar edilemeyecek kadar garip bir duygu bu sanki hiç birşey olmamış gibi
bir daha seni seviyorum dememek üzere gitmişken daha dün
bugün başın omuzumda, göz yaşların ıslatıyor giysilerimi
saçlarını okşamam, seni sevdiğimi söylemem için yalvarıyorsun
ben ise sana bakıyorum
ve seni göremiyorum

ve şimdi seni bulduğumda
ve gerçek seni gördüğümde
nasıl devam edebilirim hayatıma?

17.07.09

havanın serinliğini bozan şarabın sıcaklığıdır aslında, kız bunu bilir. yinede üstünde ince bir yelek sabahın 5inde yanında ki çocuğa sıkıca sarılır sanki üşüyormuş gibi.
sanki hiç bitmeyecek gibi davranırlar, sanki bir daha birbirlerini göreceklermiş gibi. çocuk sıkıca sarılır kıza; " seni bırakmak istemiyorum" der.
gitmem gerektiğini biliyorsun der kız ise, aslında o kadar da umurunda değildir gidip gitmemek, sadece o yalnız uyumak istemediği gecelerden biridir o gecede.
elleri sigara paketlerine uzanır yardım ister gibi, bir sigarayı alır ağızına kız, paketinden çıkartırken o hışırtıyı duyar senelerdir bildiği o hışırtıyı.
çakmağın sert çakışı duyulur günün ilk ışıklarını karışır ateşi.
sigaranın ucu bir kor gibi tutuşur. kız dumanı ağzında yuvarlar, hafifçe ışık vurmaktadır suratlarına. duman geceye karışır, çocuk dahada sıkı sarılır kıza. bir kez daha "seni bırakmak istemiyorum" der.
beklediği cevabı hiç bir zaman alamayacak olması onun için birşey değiştirmez, o sırada önemli olan tek şey bildiğini bilmesidir.
Günün ilk ışıkları yavaşça ısıtırken şehri son bir kez bakarlar birbirlerine.
sanki hayat devam etmiyormuş gibi davranırlar, el ele tutuşup yavaş yavaş yürürler bütün şehri. heryerde bir anıları varmış gibi davranırlar, arada bir değişen şarkılarla birlikte şehri uyandırırlar birlikte.
insanlar yavaş yavaş çıkarken ortaya onlar kaybolurlar, daha önce gitmedikleri kadar uzaklara giderken geride incecik bir zincir bırakırlar, hayaller ve anılar.
Ve sonunda söyler.
Bunun beni son görüşün olacağını biliyorsun değilmi?
her ikiside bilirler cevabı, kimse konuşmaz
gece gündüze karışır, son bir kez daha sarılırlar, öperler birbirlerini
kız arkasını döner ve gider.

kimse bilmez belki ama her gidenle bir parçasını kaybeder
her giden birşeyler götürür hayatından
bazen özler bazen unutmak ister
ama sonunda hep sadece o vardır
ve bir gün herşey bittiğinde geri dönüp bakacaktır hayatına
yaptıklarına ve yapamadıklarına
işte o gün suratında bir gülümseme kaç tane hayata girdiğini, kimler için neler ifade ettiğini düşünür. hayatını değiştirenleri, olanları ve olmayanları düşünür
asla geri dönmeyeceğini bilerek döner arkasını
geriye dönüp bir kez bile bakmaz
ve gider.

12 Temmuz 2009 Pazar

her 11.11'de seni dilesem
her 15.15'de seni dilesem
hergün seni düşünsem
her gece rüyama girsen

bir gün gerçekten benim olur musun?

1 Haziran 2009 Pazartesi

1/6/2009

Sen bir dünya olsan
Bende içinde küçücük bir insan
Yine kaybolsam içinde, sadece seninle olmak için.

Bir evin merdiveninin trabzanları.
Güneşin altında ısındıklarını renklerinin yumuşaklığından anlamıştım aslında,
Güneşin ışığı altında nazikçe uzanıyordu hiç hareket etmeden,
Ne yapıyorsun burada dedim "kemiklerimi ısıtıyorum" dedi.

Yanına gittim merdivenlerin en tepesine çıktım,
İki elimle sıkıca tutundum trabzana ve üstünden kayarak aşşağı indim,
Saldım ayaklarımı boşluğa sanki onlar bıraktığım yerde koşmaya başlayacakmış gibi,
Kapattım gözlerimi güneşin altında,
Işıkları seyrettim, sesini dinledim sağır bedenimle.

Cümlelerin masal olmuş olsa gerek,
Sen konuştun ben rüya gördüm,
Bir hayal değil bir ömür geçti sanki,
O mermer merdivenlerin trabzanında..



Ve pencereden güneş içeri sızar.

Uzanmışsın yanıma ne zaman geldiğini bile bilmiyorum,
Gözlerimi açtığımda sana bakıyordum,
Oysa henüz adını bile bilmiyordum.

Beyaz perdelerin arkasından pastel bir ışık giriyor camdan içeri
Seni boyuyor hayallere
Güzel bir şarkı dinler gibi
Seni mırıldanıyorum, seni söylüyorum

Gölgende kesifleşmiş suratın, hatların
Hayallere boyuyorum seni
Ben gittiğimde yalnız kalma diye.


Cırcır böcekler vızıldar.

Gözlerimi aralarım çimenlerin üzerinde
Belim açılmış çimenler gıdıklıyorlar beni
Aslında hiç sevmem bu hissi ama bugün onu bile sevdim.

Yumuşacık çimen ve toprak kokusunu içime çekiyorum,
Kafamı sağa çeviriyorum, alabildiğince bir ova gidiyor yanımda,
Benden büyük gözüküyor yerdeyken herşey
Ne büyük alçakgönüllülük doğanın ki diyorum,
Bak aslında ne kadar büyük herşey ne kadar ulu
Ama hiç birşey yapmıyorlar, erdemlerinden.

Hafif bir kıkırdama duyuyorum,
Ayak uçlarımda ben oturuyorum, daha 5-6 yaşlarında küçük bir kız çocuğu
Yeşil gözlerini ve kahverengi kahküllerini bana çevirmiş
Ellerinde bir uçurtma "Bak" diyor bana "Bak ne yapacağım şimdi"
Ve doğduktan sonra ilk defa özgür kalıyorum

Gözlerimi hafifçe aralıyorum
Güneşin beyaz harelerinin yanında güzel bir karaltı var gökyüzünde
O benim işte.

28 Nisan 2009 Salı

şarkıların yüksek sesle söylenen kısımları

It aint gonna hurt now
If you open up your eyes
Youre making it worse now
Everytime you criticise
Im under your curse now
But I call it compromise
I thought that you were wise
But you were otherwise

-otherwise . morcheeba

I feel I wanna hold you, wanna tell you that you'll be alright
I'm helpless, it's gonna get us before we get this, I wanna kiss you goodbye
I miss you now

-i miss you now . stereophonics

And you want three wishes:
One to fly the heavens
One to swim like fishes
And then one you're saving for a rainy day
If your lover ever takes her love away

-three wishes . the pierces


Shoot myself to love you
If I loved myself I'd be shooting you

-fundamentally loathsome . marilyn manson

User friendly fucking dopestar obscene
Will you die when you're high you'd never die just for me

She says,
I'm not in love, but I'm gonna fuck you 'til somebody better comes along.

-user friendly . marilyn manson

can't even be your final polution
i wish i was the heartbeat of your destruction

-can't bee . moonspell

Well, I've been lying here
All alone
Wondering if you are
Ever coming home
I left on the light
By the bed
In case, you could come to call
What is wrong with me?
I said, to myself

-It was you . The Pierces


Sing it back to me (sing it)
Bring it back (sing it)
Sing it back (sing it)
Bring it back
Sing it back to me

-sing it back . moloko

I'd like to laugh at what you said
but I just can't find a smile
I wonder why you can't
I struggle with myself
hoping I might change a little
hoping that I might be someone I wanna be

looking out I want to know someone might care
looking out I want a reason to be there
cause I don't know what I've done to deserve you
and I don't know what I'll do without you

looking out I want to know some way might clear
looking out I want a reason to repair
cause I don't know what I've done to deserve you
and I don't know what I'll do without you

I can't see nothing good
and nothing is so bad
I never had a chance
to explain exactly what I meant

-nylon smile . portishead


Now that I've found you
And seen behind those eyes
How can I
Carry on

undenied . portishead


so when you need to say something, it's portishead

audrey hepburn


Dünyanın en güzel gülüşü en gerçek olanıysa..

22 Mart 2009 Pazar

Portishead Undenied çalarken.

Ellerinle yüzüne gelen bir tutam saçı geri atıyorsun, ojelerinin ucunun bozulduğunu görmek sinirlerini bozuyor, daha 2 gün bile olmadı sen maniküre gideli. Neyse diyorsun, bu saatten sonra ne fark eder.. Gülümsüyorsun ürkekçe midendeki o garip kasılma ve karıncalanmayı hissediyorsun. Rüzgar ılık esiyor ama soğuk bir ter boşalıyor sırtından, hissedebiliyorsun.. İnsan kaç defa yapabilir ki böyle bir şeyi diyorsun, gülümsüyorsun.. Seni çok özledim, seni herşeyden çok özledim diyorsun kendi kendine. İçin boşalıyor, kalbin acıyor ılık göz yaşları akıyor gözlerinden, burnunun oralarda takılıp kalıyorlar bazen, sinirlerin bozuluyor iyicene silmiyorsun bile.

Bir adım daha atıyorsun. Aşşağı bakıyorsun. Ayağının altındaki beton duvar ilk defa gözüne bu kadar düz gözüküyor tıpkı bir sınır gibi. Hayat ve ölüm arasındaki incecik bir sınır. Aşşağısı yeşillik, bir kaç torba, gençlerin attığı bira şişeleri falan var. Onlar gibimiyim diyorsun, olamayacağını umarak bir kez daha sinirli ama bir o kadar sakin bir şekilde bakıyorsun etrafına. Arkandan bakan birisi ne yapacağını tahmin bile edemez. Gözlerini kapatıyorsun, rüzgarda yarattığın boşlukta vücudunun her bir zerresini hissediyorsun, ilk defa bu kadar gerçek olduğunu farkediyorsun.

Saçların rüzgarda hafif hafif uçuşuyor ve sen hiç birşey olmamış gibi bir adım daha atıyorsun.

iyi geceler

kutlu olsun

112. postum.
mutlumu olmalıyım şimdi oley 112 falan. hayatımdan ve aklımdan geçenlerden, sevdiklerimden ve sevmediklerimden oluşan 112. yazım.
benim hayatımın 112. parçası
neden 100 değilde 112de olay yaptın ceren diyebilirsiniz, olabilir normaldir. bazen geç idrak eder ya.. kutlu olsun işte

19 Mart 2009 Perşembe

Düşündükçe merak ediyorum daha ne kadar garipleşebilir herşey diye. Aslında sanırım bugün mantıklı birşeyler düşünmeye başlamış olabilirim ama çok emin değililm bundan =) belkide ben yanılmışımdır ve haklıdır insanlar.

Herşey tesadüf işte..
Dün ipod'um bozuldu. Bende bugün okula götürmedim onu, ama müzik dinlemeden ders çalışamadığım(yemek yiyemediğim, düşünemediğim ve anlayamadığım) için bi arkadaşımdan ipodunu istedim. Shuffleda takılırken bir anda karşıma çıkan bir şarkının beni bu kadar etkileyeceğini tahmin edemezdim. Önce midem bulandı çok kötü hissettim kendimi, sonra çıktım dışarı biraz hava aldım. Geri geldim bir kez daha dinledim, anlamadım. Sonra bir kez daha ve bu sefer gülümsemeye başladım. Eve geldiğimde Ares'den şarkıyı indirdim ve şu anda belki bugün 20. defa dinliyorum. Her defasında daha değişik bir şekilde anlıyorum herşeyi.

Belkide haklıydı.

yarın sahilde güzel bir yürüyüş yapacağım, uzun..
o zaman düşünürüm, yarın yazarım mesela..

neden yazıyorumki oku diye birilerine kakalamadıkça ben bu yazıları gerçekten okuyan kimse varmı? hiç sanmıyorum. ama olsun ben takılıyorum işte.

o zaman takıliim ben.
ama düşmiim bu sefer.
lütfen.

18 Mart 2009 Çarşamba

bi gece daha

uykusuzluk ne kadar zor birşey. 2 de yatıyorum ve saat bile kurmadan 7 de kalkıyorum, her gece yatakta saatlerce dönüyorum kafamdaki tek bir soruyla:
ben bunları hakedecek ne yaptım?

16 Mart 2009 Pazartesi

1.01

Stereophonics dinleyip öldüğünü hayal etmek gibi bişey.
İçinde kabaran bi mutluluk dalgası da olabilir.
Ya da belki herşeyi boşvermişliğin verdiği rahatlama.
Belkide hiç bişeydir öylesine bi andır.
Ya da müzik bağımlılığının getirdiği bir alışkanlık.
Sesi açarsın
Sesi kısarsın
Nasıl yaparsan yaparsn o şarkıyı duyunca bir gülümseme yerleşir dudaklarına
Tebessüm etmek derler ya, öyle bişey işte.

Ve derki:
and i, i miss you now. - stereophonics

14 Mart 2009 Cumartesi

sen hiç ben oldunmu (2)

Sen hiç İstanbul'u izledinmi?
Denizin gemilerin, köprülerin altından nasıl akıp geçtiğini gördünmü?
Sen hiç boğaza bakarken kendini kaybolmuş buldunmu, yanında sen bile yokken koşar adım yalnızlığa doğru, o uçsuz bucaksın denize doğru bakarken buldunmu kendini?
Bugün olsun dün oldun, sen hiç aşık oldunmu İstanbul'da?
Her sokakta bir iz bıraktınmı sevgilinle, sayısız duvara parmaklarınla baş harfler yazdınmı küçükken yaptığın gibi, en derin izleri bıraktınmı ağaçların gövdelerinde..?

Bugün çıksan evinden dışarı, boğazda yürüsen.. yürüsen.. hiç bitermi sanıyorsun sen bu yollar, gittikçe azalırmı sanıyorsun? herşeyin her zaman bir devamı olduğu bir gerçekmi sanıyorsun, ben sadece yolların döndüklerini hep en başa hep en başa bambaşka başlangıçlara döndüğünü söylüyorum sana.

Saat 2 olur. Alırsın eline kalemi, tam 1 ay önce geçmiş eline o defter, sevgililer gününde. İlk sayfasına seni yazmışım, ne kadar çok sevdiğimi geri kalanında sensizliği anlatacağım. İstanbulun her köşesinde bıraktığımız o izleri yazacağım, ta ki sen her köşeden silinene dek. Endişeli değilim aslında, İstanbul büyük şehirdir, yutar her insanı.
Suratsız yüzlerce vücutla doludur şehrin dört bir yanı, nereye baksan bir tane daha bulursun onlardan, istediğinde seninlerdir bir sonraki gün ise tanımazsın onları. Şansa bak dersin şansa bak.. Boğaza karşı tavla oynarken gelen her kötü zarda bir başka camii siluetine takılır gözün, kapılırsın büyüsüne, kaybolursun.
Yakından baksan o boğaza her sahil kıyısında deniz anaları, çöpler, çöpler..
Ama aslında insandan uzaklaştıkça ne kadar güzeldir o deniz bilir misin?
Sen hiç sonsuz bir denize girdinmi?
Kokusunu içine çektinmi onun? Suyun altında gözlerini açtınmı, konuştunmu balıklarla? Kendi söylediklerini anlamadığın için güldünmü hiç kendi kendine?

Sen hiç ben oldunmu kaybolmuş sokaklarda, hiç birşey düşünmeden yürüdünmü?
En iyi arkadaşın bir şarkı oldumu senin, hep değiştirdiğin. Hayatta herşeyin anlamını kaybettiğin oldumu, senin dışında.
Dertleştiğin kişi bir viski şişesi oldumu hiç sabahın köründe?
Hiç kayboldunmu?

Hiç isminden nefret ettinmi, içindeki herşey beni hatırlattığı için.
Ben ettim.

Ben yaşadım.
İstanbul'u, bir çok kez yaşadım.
En son seninle yaşadım İstanbul'u sende yaşadım.
Sokaklara kaldırımlara bizi yazdım, her yere izler bıraktım.
Sonra sana baktım, bulamadım, ondan olsa gerek bu densizliğim, bu kadar kırgın oluşum..
Bugün kalktım, heryerden seni topladım, her parçanı topladım ve sonra bir kez daha attım ama bu sefer benden çok daha başka yerlere.

Sen belki benden gittin, ama bak yine ben bittim
Hem sen gittinde ne oldu ki, ben yine bende bittim..

8 Mart 2009 Pazar

Insan çok garip bir sey. Onu oldugu gibi kabullenmeni beklerken seni asla kabullenmeyen, yalan soyleyen, aglayan, gulen, kazanan, kaybeden, anlayan, anlamayan, uzulen, sevinen, bencil ama yalnizliktan korkan.. Insan..

5 Mart 2009 Perşembe

Ben ne kadar karamsar yazan bi insanım ya.
Herneyse.
Uçan geyik nikoyu izleyen varmıdır benden başka bilmiyorum ama eğer varsa, hadi ben sıkılmıştım da, sen neden gittin be kardeşim? Aslında ben beyendim filmi ne yalan söyliim her çizgi film izleyişimde ayrı bi duygusallaşıyorum falan zaten, niko uçuncada bi fena oldum öyle anlatamam yani. Hele noel baba falan bi takıldılar ya öyle kurtlar kaçtı vs..

Çizgi filmlerde açık açk kimse ölmez hep bi ölüm tehditi vardır ama kimse ölmez genelde. Çünkü çizgifilmler çocuklar içindir (!!) eğer çizgifilmler çocuklar içinse neden küçük çocukların kafalarına birbirini öldüren hayvanları, kızılderililerden nefret eden beyazları, imkansız aşkları sokuyorlar? Neden Winnie the Pooh dışında hiç bi çizgifilmde arkadaşlık gibi şeyler anlatılmıyor? Ve ben neden bunlara kafa yoruyorum :D

15 Şubat 2009 Pazar

Sanki sen ben, ben senmişim gibi..
Özledim seni.. Konuştum seninle kafamda, defalarca defalarca..
Bıraktım herşeyi - yağmurun altında.. bıraktım ki mahvolsun yıpransınlar - bizim gibi
sorular vardı kafamda, sen vardın
cevaplanmamış sorular vardı
sen vardın ve ben vardım
ama asla biz olamadık işte, hata gibiydi
ama o kadar gerçekti ki, o kadar olması gerekti ki
senin sen benimse ben olmam gerekirken
kaçtık herşeyden
ve her defasında yeniden
kayboldun sen
kaybettim seni defalarca
ve bir gün herşey bittikten sonra
sanırım o güzel kasım akşamında
birşeyler koptu içimden -hiç olmaması gereken
seni de götürdü benden
beni de
en azından bir hiçlikte
sen ve ben...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Önce ayakları dolandı birbirine, sonra birazcık toparlanır gibi oldu.
bir an dengesini bulduğunu zannettim ama daha bir adım atar gibi olamadan öne doğru sektiğini fark ettim. Bir anda ellerini kollarını sallaya sallaya yere düşmeye başladı, tutmak istedim ama biri beni geri çekti. Onu tutacak en son kişi benmişim. Yerden umutsuzca baktı etrafına, beni gördüğünü zannetmiyorum, o kadar boş geçtiki bakışları üzerimden, seneler seneler önce tanıdığım birisine benzettim onu neredeyse.
Gözlerindeki o mavi yeşil ışığı, üzerindeki kırmızı tshirtü, ayaklarında neredeyse ona büyük geldiğine inandığım vansleri ve suratındaki o şaşkın bakışlarıyla. Pantolonu o kadar bol gelirdiki üstüne, etrafından sarkan o zincirlerin o pantolonun varlığı için gerekli olduğuna inanırdınız. Paytak paytak yürüdüğü için ördeğe bile benzediği söylenebilirdi aslında. Belki de o yüzden bu kadar tanıdık geldi duruşu.

Hiç bir zaman dik durmayı beceremeyen, her ürperdiğinde titreyen, ufacık bir çocuktu o, o zaman herşeyin böyle olacağını hiç birimiz bilemezdik. Sırıl sıklam olmuş ve her zamanki gibi titrerken bakıp gülümsediği bir an vardı, hala silinmez gözlerimden. Onca şeyden sonra belki de o yüzden hala nefret edemedim ondan, o günkü gülüşünün herşeyden daha gerçek olduğunu bildiğim için.. Akşamın bir saatinde kar yağarken üstünde oturduğumuz bankta ona sokulup ısınan sanki bir başkasıydı gibi hatırlıyorum.

Pişmanlık değil, suçluluk gibi bir şeymiş o, ne zaman birisini çok sevsem karşıma çıkıp masumca bana bakan. Ama bu onun değil benim suçumdu, o çok sevdiğim yağmurdan kaçmak zorunda değildim, onunla tanışmak zorunda değildim.
İşte bu yüzden yok oldum gittim onun hayatından, bir kaç anı silindi bir kaç yüz vardı tanıdık, düşündükçe gülümseten. Bitti herşeyiyle.
Bugün düşünüyorumda en büyük kayıptı o benim için, hayatıma girdiği ve çıktığı her saniye yepyenibir kayıptı..

Onunla ilgili çoğu şeyi hatırlamıyorum, onda ise benimle ilgili hatırlanacak birşey bıraktığımı zannetmiyorum. Hayat ne kadar acımasız oluyor bazen neyin ne olduğunu anlamamak için ne taklalar atıyorsun ama ne yazık ki gerçek her zaman bir taraftan fırlıyor karşına..
Ve herşey bittikten sonra son bir kez onun yanında olmanı beklediğinde o sana tanımadığı biriymişsin gibi baktığında.. Evet işte sanırım tam olarak bu yüzden bitmişti, tanımamasına rağmen beni tanıdığını zannettiği için..

Düşen bir çocuk gördüm bu sabah, önce ayakları dolandı birbirine, sonra birazcık toparlanır gibi oldu.
bir an dengesini bulduğunu zannettim ama daha bir adım atar gibi olamadan öne doğru sektiğini fark ettim. Bir anda ellerini kollarını sallaya sallaya yere düşmeye başladı, tutmak istedim ama biri beni geri çekti. Onu tutacak en son kişi benmişim. Yerden umutsuzca baktı etrafına, beni gördüğünü zannetmiyorum, o kadar boş geçtiki bakışları üzerimden, seneler seneler önce tanıdığım birisine benzettim onu neredeyse. Arkamı döndüm, gittim.

21 Ocak 2009 Çarşamba

peki ya ben değil, sen olsaydın?
hiç düşündünmü.
umutsuz bir romantik gibi, hep kaybeden gibi, ölüm gibi, yaşamak gibi, deli gibi susamak gibi, kaçmak gibi, bulmak gibi, nihilist gibi, sonsuz gibi, ansız gibi, bitmiş gibi, kaybedecek çok şeyin varmış gibi, elinde hiç bir şey kalmamış gibi, korkusuz gibi, kaybetmek gibi, bulmak gibi, kararsız gibi, gösteriş gibi ama bir o kadar sade..

hiç öldünmü,
tam hayatının başladığı yerde.

en tepedeyken en dibe vurdunmu, herşeyi bir kenara bırakıp kaçtınmı sen?
ben oldunmu hiç?

eğer sen ben olsaydın ne yapardın, nereye giderdin?
Kime ne anlatabileceğini sanıyorsun?

Kaybet. Herşeyi en başından kaybetki kıymeti kalmasın, belki bir gün vazgeçersin yerlerini doldurmaya çalışmaktan. Hayat boyu aramaktan hiç bir zaman bulamamaktan.

Sen, herşeyi bildiğini zanneden
kendini mükemmel sanan sen
sen hiç ben oldunmu?

nefret normal geldimi sana, kin tuttunmu hiç seneler boyunca
çocuk olamadığın oldumu hiç

sen hiç ben oldunmu?

senin yerinde olsaydım ben olmazdım..
çünkü bazen farketmesende kaybedecek çok şeyin vardır..