13 Aralık 2011 Salı

Bavul toplamaktan daha sıkıntı bi iş varsa o da bavula insanların sende unuttukları eşyaları koyma zorunluluğudur.

10 Aralık 2011 Cumartesi

mutluluk mideden başlayıp ağzına kadar gelen ve sen o ağzını açıp da onu etrafındaki herkese fışkırtıncaya kadar seni zıplatan katakulliye verilen addır
Hayatta sevmediğim 1 şey varsa bu kesinlikle değişim. Ya ben bu bloggerın'da facebook'un da youtube'un da yeni hallerinden bi cacık anlamadım. Hay gözünü sevdiğimin interneti, hotmail bile değişti, bi durun ya, bi durun!

haters gonna hate

Uzun zamandır yazmamıştım. Öyle ki blogger şifremi bile unutmuşum, ama sonunda dönüp de tekrar yazacak kadar kafamı ve enerjimi topladım. bütün gün sokaklarda dana yavruları gibi koşturduktan sonra eve geldim, yorgunluktan ölüyordum ve evi toplamamak için her şeyi yapabilirdim, ben de yazmaya karar verdim. Geçen yazdan beri bir çok insanın hayatında bir çok şey değişmiş olabilir, lakin ben mehter takımı felsefesiyle yaşadığım için 2 adım ileri bi adım geri takılıyorum o yüzden çok da bi ilerleme kaydettiğim söylenemez. Türkiye'ye dönmek için gün sayıyorum, sonunda Christmas geldiği için bayaa mutluyum, göt kadar şehirde aynı kaldırımın 1 metrekaresine 45 kişi düşerken sokakta yürümek bile bi işkence olmasına rağmen bugün yıkılmadım ve sabahın köründe sokaklarda debelenmeye başladım. şu anda eve döndüm ve yemek yapmayı ve evi temizlemeyi ertelediğim için (acıkmama ve evde temiz tencere kalmadığıyla yüzleşmeme rağmen) şu anda bilgisayar daha fazla ilgimi çekiyor sanırım. 


 Herneyse. 


 Hayatta güzel ve kötü şeyler birbirlerini kovalamazlar, kötü şeyler birbirlerini kovalar ve sonra iyi şeyler olur. Bu yüzden son 1 aydır Çinlilerin mahkumlara yapmadığı işkenceyi hayatın bana yaptığını söylemeden geçmek istemiyorum. Bu italyanların oturma izni için süründürmeleri zaten çekilmez, ama asıl çekemediğim bir şey varsa o da aldığım yanlış bilgiler doğrultusunda ülkeden çıkamazsın denilmesidir bana. MEĞERSE ÇIKABİLİYOMUŞSUN ŞAKKAAAAAAA da dediler sonra, ama tabii iş işten geçmiş, aralığa bilet alınmış, ceren çaresizlikler içinde zaman öldürmekteydi bu olaylar vuku bulduğunda. 
 Eş zamanlı, farklı farklı insanların hayattaki korkularını bir bir çıkarışlarını seyrettim bu son dönemlerde. Bağlanma korkusu başı çekti, sonra bir başka arkadaşımda terkedilme korkusunu seyrettim ve bir başkasında aşşağılık kompleksini. Çok enteresan, gerçekten bir insan korktuğunu ya da mutsuz olduğunu kendisine itiraf etmediği zaman ne kadar çok insanın hayatını etkileyebiliyormuş. Bahsi geçen kız arkadaşım belirsiz aralıklarla mutsuzluktan depresyona girip birisi ona moral vermeye çalıştığındada siz beni anlamıyosunuz hepiniz geri zekalısınız diye ağlarken başka bir insanın derdi olduğunda herşeyi basite indirgeyip karşısındakine salak muammelesi yapmaktan hiç gocunmuyor. Gün geçmiyor ki insanlar beni büyülemesin.


 Bir de özentilik var. Kendinle mutsuz olup da mutlu olduğundan emin olduğun yakınındaki insanlar kimlerse onlara benzemeye çalışmakla başlıyor bu da. Sonunda önce kendini sonra da etrafındakileri kaybediyorsun. Nitekim farkettiğin zaman biraz fazla geç olabiliyor. İnsanların hayatta kendilerini yargılamamaları ve kendi mutluluklarını bencilikleriyle eş tutmaları gerçekten büyüleyici. Anlamaya çalıştıkça anlayışlılaşıyor insanlar, bana öyle oluyor en azından. Bu yüzden bir süre önce oturdum, ve düşüdüm. Dedim ki, madem bu böyle o zaman bunun bi açıklaması olmalı. En mantıklı açıklamayı bulduğumda ise aklımdan geçen tek bir düşünce oldu. Ne eksik, ne fazla. Keskin sirke küpüne zarar. Bu yüzden spontane kararları hayatta alırken neyle ilgili alman gerektiğine dikkat etmelisin, hırs-aşk-sinir bunlar hep geçici hisler. Ama benim gibi bir ruh hastasına denk gelip de kinci bir insana çatarsan bu hislerle, tebrik ederim hayatın boyunca açığını kovalayacak bi insan kazanmışsın. 


 Bazen bir karar verirsin. Ve uygularsın.
Sonra uyursun, uyanırsın, uyursun, uyanırsın. Aradan bir zaman geçer.
Bir gün arkanda bıraktığın insanı bir başkasıyla görürsün.
O başkası artık senin yerindedir, o sadece onu mutlu etmek istemektedir ve sen artık resimde yoksundur, yanındaki surat bir başkasınındır.
İşte o zaman bazı şeyler için geç kaldığını farkedersin.


Şansa bak ki hiç bir zaman geç kalan olmadım, elimden geleni ardıma koymadım. Normalde kaybedilmesi kolay bir insanımdır, bir o kadar da inatçıyımdır. İnandığım şeyleri kovalarım. Şansa bak ki inancımı kaybedersem, kaybederim işte. 
Kaybolan bir şeyi bulmak da zaman-özveri be bilimum türevleri olan ve kendin dışında başka şeylerle/kişilerle ilgilenmen gerektiren bi durum ortaya koyar. Böyle bişey yok, böyle bişeye gerek yok. Hayat bu kadar kolay değil. Bir insanın hayatına girip çıkmak daha da zor. O yüzden oturup şimdi bu yazıyı yazmaya karar verdim ki bir gün dönüp baktığımda o zaman neden yorgundum diye, aklıma gelsin.


Yepyeni ve çok değerli insanlarla tanıştım burada, bana çok şey katan. 
Bir de yüksek ihtimalle takıntılı bi şekilde bu siteye girip mutsuzluğumla ilgili birşeyler yazmamı bekleyip sonra bundan zevk alan insanlar var. Her yazdığımı üzerine alıp şu an bu satırları okurken bile OHA RESMEN BANA YAZMIŞ DA diyen. Ne kadar enteresandır ki insanlar hayatlarını yaşayıp kendi ilişkileri, kendi anıları ve kendi hayatları ile mutlu olmak yerine başkalarının hayatlarının olaylarıyla tatmin ediyorlar kendilerini, belki de daha az uğraş gerektiriyordur, bilmiyorum. Ama ben eski sevgilim eski en yakın arkadaşımla arkadaş oldu diye gözlerim dolmuş bi şekilde sinirle arkasından saydıracağıma önüme ve yanımdakilere bakardım,  sonuçta bilinen şeyler unutulmaz, ama bazı şeyler mezara kadar yanımızda giderler. Kim, ne yaparsa yapsın insan karşısındakine duyduğu o minicik saygıyı kaybetmez. Vefa borcu diye bir şey vardır, kötü gününde elini kimin tuttuğunu hatırlatıp seni gülümsetip iyi ki vardı o zamanlar dedirten. Ama karşındaki insan vefasızlığını yapıp sonradan başına gelen kötü şeylerle beslenmeye başlarsa işte o zaman vefa borcunu bi kenara bırakıp pişman oluyorsun karşındaki için yaptığın herşey için. Nitekim, saygı kazanılan ve kaybedilebilen bir şeydir. Birlikte seneler geçirirsin, herşeyin olur. Sırtından vurur, beklemediğin bir anda çeker gider. Ben inandığım şeyleri kovalarım. Bir defa daha denerim. Madem ki olmuyor, susup aynı saygıyı beklerim. Ama karşımdakinden o saygıyı göremezsem işte o zaman o kız hasta diye anlatılan bir huyum vardır ki huyum kurusun, bir ben var ki benden öte, ne sen tanırsın ne de ben. 


Bu yüzden, acıları değil mutlulukları ayıklamak lazım hayatta, çünkü bazen yapabileceğin fazla bir şey yoktur bunun dışında. Sonuçta karma diye bi kaltak var, sen mutsuzlukla besleniyorsan emin ol alır o mutsuzluğu, bi tarafına sokar, sen de =) diye kalırsın. En güzeli kendi hayatını yaşamak. Gururla sonlandırdıklarını değil, başladıklarını ve mutlu olduklarını anlatırsın.  Zaten ancak bu şekilde mutlu olabilirsin bu hayatta.


-


Bu uzun yazı dışında temmuzda ki radiohead konserine bilet buldum, Bologna'da olucak konser ve mutluluktan patlayabilirim, o dereceyim =) Ne kadar enteresan, koşuya çıktığında tanıştığın, hemde çok kötü bir gün geçirirken tanıştığın tek bir insanın hayatını ne kadar güzelleştirip değiştirebileceğini hayal bile edemiyor aslında insan. Ve olduğunda da sadece suratında şapşal bir gülümsemeyle hayatını değiştirmesine ve herşeyi güzelleştirmesine izin verebiliyorsun. Eninde sonunda hayat bu, genel geçer olaylar, her gün gelir, her gün geçer =) 
 Hazır yazmaya başlamışken 50 tane daha şey yazarım yüksek ihtimalle ama şu an açlıktan ölmekten korkuyorum, arkadaşlarımın gelmesine de yarım saat kaldı. Yemek pişirme zamanı! 

16 Temmuz 2011 Cumartesi

okur yazar olmakla okur-yazar olmak arasında bayaa fark var. Mesela, birine saygı duyarsınız, diğeri sokaktaki adamdır. Birinin ağzı laf yapar, biri konuşur, biri dinletir falan. of beni hayat değil ama bu falanlar yoruyo.

Are you the rabbit?

Türkçe öğretmemişler mi bana bazen bende merak ediyorum. Belki de sinir olduklarını bildiğim için böyle yazıyorumdur, kim bilir?

 Evime bi koku sindi 2 gündür. Küçüklüğümden hatırlıyorum bu kokuyu, ne zaman balkonda otursak aile fertlerinden biri içeri gider, bu yanar dönerli sivrisinek savar şeyi alır, masada yakardı, bütün havaya sinerdi kokusu. Şimdiyse, evimin ahşap tavanına kadar her yerine sindi bu koku, çünkü sivrisinek istilası yaşıyorum camın önündeki üzüm salkımları yüzünden.

 Aslında çok anlamlı şeyler yazıcaktım, kafamda kurmuştum hepsini, dıdısdısdıdıs! 
Ama şimdi belki hava aydınlandığından, belki de yataktan kalktığımdan kafamın içinde boşboş dolaşan kelimeleri yazıcam sadece. 

 Hayatımda ilk öpüştüğüm günü hatırladım durup dururken. Herşey ne kadar özeldi.
El ele tutuşmak, sarılmak, öpüşmek, öyle boş boş yerlerde yuvarlana yuvarlana telefonda boş boş konuşmak. Zamanla özneler kaldı sadece geriye. Saatlerce, günlerce mesajlaşmaktan sıkılıp kısaltmalar yazmak gibi. O karnında kelebekler uçuşturan duyguyu zaman tasarrufu amaçla askıya alıp çok baymamak maksatlı telefon konuşmaları ve mesajları kısalttık önce. Sonra sarılma bölümünü attım. Zaten çok da hoşlanmam sarılmaktan. Hep böyle değildim sadece bi yerde dikkatim dağıldı bi daha da toparlayamadım diyelim.
 İnsani değerleri bi yerde, bi kişide toparlayamadım. Çok mu acı çektim diyorum, belki de. Ama bi gün biri çıkıp da sen beni anlamazsın neler çektim bilemezsin derse de, derim ki haklısın. 
 Herkes kendi derdini dünyanın en büyük derdi sanmıyo mu sonuçta, mesela bazısı var bi erkek bütün hayatı oluyo, bazısı var iyi okullardan iyi dereceyle mezun olmak bütün hayatı oluyo, bazısı var hayatı iddaya girmekten ibaret. 

 Bütün bunlardan sonra bi yerde insan başlıyor işte. 

 İnsan kendi başladığı yerde herkesi ve herşeyi bitiriyo, ama hemen değil. Zamanla, yavaş yavaş. Bizi mutlu eden şeylerden vazgeçiyoruz önce, zaman kazanıyoruz. Sonra bizi mutsuz eden şeyleri hayatımızdan çıkartmak aklımıza geliyo, zaman kazanıyoruz. Sonra zorunluluklarımızı ön plana koyup, boş kalan zamanı dolduruyoruz. Ama araya o kadar çok kendimize ait zaman sıkıştırıyoruz ki ne arkadaşlarımızın, ne ailemizin, ne el ele tutuşmanın, ne sarılmanın ne de öpüşmenin bi anlamı kalmıyo.
 İnsanların duyguları vardır ama her zaman aradığınız yerde bulamazsınız o duyguları, herkesin duyguları farklı yerlerde farklı şekillerde yoğunlaşır ve ortaya çıkar. Misal ki ben, çok gülerim. Sinirlerim bozulduğunda, sinirlendiğimde ya da üzüldüğümde hatta mutlu olduğumda bile gülerim. Anlaşılacağı gibi, ben çok gülen  bi insanım.  Bazısı var ağlar, bazısı var susar. Susanları oldum olası anlamam ben, mesela ben varım ki, ben susuyosam kesin patlamak için susuyorumdur. Sabırlıyımdır, karmaya inanırım. Karmadan çok kırılma noktalarına inanırım ve tetikleyicilere. Herkesin bi kırılma noktası vardır, bir insanı yarım saat boyunca izlersen ve dinlersen vücut dilinden bile anlayabilirsin kırılma noktasını, enteresan bişey aslında. 

 Kafan güzelken mesela, parmak uçların uyuşur bazen, bütün saflığıyla içinden herhangi bi duygu çıkar. Ağlarsın mesela. Kitlenirsin ya da. Bazen de çok gülersin.

 Mavi gökyüzünde pembe bulutlar ne alaka. 

 Yeni gelişen teknoloji kafamı yoruyo, bloggerın bu yeni draf/editor halleri kafamı karıştırıyo. Hem bana istediğimi seçme imkanı sunmadıktan sonra ne anlamı var bu kadar teknolojinin? ekşi sözlüğü bu yüzden çok seviyorum, dön bebeğim acil durum butonu gibi, kendini tanıdığın, bildiğin evinde hissediyosun. Tıpkı eskiden bi kokunun seni götürebiliceği yerler gibi. Tanıştırabileceği insanlar gibi.

 Hayatta bir çok tesadüfle karşılaşırız, mesela küçük beyoğlunda bi gece düşünün. İçip/sıçıp eve döndüğünüz bi gece. Etrafınızda dönen mucizelerin farkında olduğunuzu düşünün bi de, karşılaşan eski sevgililer, masa altından birbirinin bacağına çaktırmadan deymeye çalışan yazışan tipler, çıkmaya başladıklarını farketmeden öpüşen gençler, sevgilisi tarafından kafasına çanta geçirilen, çünkü yazışma konusunun bokunu çıkartan gerizekalılar. ve herşeyin dışında bütün gerçekliğinizle siz. elinizde belki de bi viskiyle sırıtarak herşeyi izlediğinizi düşünsenize. kim size gelip hayat boş dese umrunuzda olurdu sizce? ben olsam sırıtıp etrafa bakmaya devam ederim. Arka masadaki sohbetleri her zaman bizim masadakilerden çok sevmişimdir, insanlara çaktırmadan bakmayı, dinlemeyi, anlamaya çalışmayı. Sayelerinde hikayeler yazabiliyorum mesela, hayal gücünü kim ne yapsın insanın önünde bi hayat dolusu insan varken. 
 Bazı anılar vardır, hayatın boyunca yan cebinde taşırsın. Tetikleyici demiştim ya, marilyn manson gibi, ya da moonspell gibi, en son gerçekten kendimle ilgili mutlu olduğum bi dönemi temsil eden herhangi bir şey. Ya da YSL, in love again. keşke hala üretiliyo olsa, ilk işim onu avlamak olurdu sanırım.

 Yazarak dünyayı değil ama kendimi kurtarabiliceğime inanıyorum, bu yüzden ben yazmaya devam ediyorum. Nitekim beni fazla ciddiye alıp sapık gibi burda yazanları okuyup, nerdeyse blogu semiyotik labaratuarına çeviren bazı insanlar var, beni çok şaşırtıyolar. Sizce sevmediğim ya da kazık yediğim insanların hepsine komplo planları yapıp sonra burda yazsam, o zaman bi anlamı kalırmıydı? Bence kalmazdı. 

 Hem hayat dediğin süpriz öğelerle güzel, misal ki karma. 
 Fok balığının penguene bitch-slap atması gibi bişey, duymayı bırak düşünmek bile heycanlandırıyo. 

 Ailemden birinin tanıdığı bi orospu vardı, tafsiye değil tavsiye veriyorum demişti bana. Nası içimde kaldıysa bu laf, bu benden içinde bi laf kalan bütün genç aşıklara gitsin: comfortably numb - pink floyd

14 Temmuz 2011 Perşembe

bi şarkıyı üst üste kaç defa dinliyebilirsiniz?


i think you're sleeping with a friend of mine

13 Temmuz 2011 Çarşamba

bloggerın yeni hali BAYA kafamı karıştırıyo, nerden yazı yazılıcağını anlamam birazcık zaman almış olabilir.
 breakfast at tiffany's oldum olası favorimdir. audrey hepburn de öyle. klasik.

 filmi 137.kez izlerken(şaka yapmıyorum) aşık olucaksam kendime gidip bi Paul Varjak bulup ona aşık olmaya karar verdim. misal ki filmden alıntılarla sebebini açıklıyorum:

 Paul Varjak: Holly, I'm in love with you. 
Holly Golightly: So what? 
Paul Varjak: So what? So plenty! I love you. You belong to me. 
Holly Golightly: No. People don't belong to people. 
Paul Varjak: Of course they do. 
Holly Golightly: I'm not going to let anyone put me in a cage. 
Paul Varjak: I don't want to put you in a cage. I want to love you. 
Holly Golightly: It's the same thing. 
Paul Varjak: No it's not. Holly... 
Holly Golightly: I'm not Holly. I'm not Lula Mae, either. I don't know who I am! I'm like cat here, a couple of no-name slobs. We belong to nobody and nobody belongs to us. We don't even belong to each other. 

araba kenara çekilir, taksiden atılan kedi bölümü ve sonra paul taksiciyi durdurup kapıyı açar, çıkar ve;

Paul Varjak: You know what's wrong with you, Miss Whoever-You-Are? You're chicken, you've got no guts. You're afraid to stick out your chin and say, "Okay, life's a fact, people do fall in love, people do belong to each other, because that's the only chance anybody's got for real happiness." You call yourself a free spirit, a wild thing, and you're terrified somebody's going to stick you in a cage. Well, baby, you're already in that cage. You built it yourself. And it's not bounded in the west by Tulip, Texas, or in the east by Somaliland. It's wherever you go. Because no matter where you run, you just end up running into yourself. 

Holly sigarasını yakar, duraksar ve taksiden atlar. Kediyi arayan Paul'un yanına koşar ve kedi ortaya çıkıncaya kadar deliler gibi ortalıkta koşturur. Sonra kediyi bulur, kucaklar, kedi kucağında Paul'a doğru ilerler ve o an, sözlere gerek yoktur işte. sarılırlar, öpüşürler.

 siz de kelimelerin kifayetsiz kaldığı anı görürsünüz. 
 

29 Haziran 2011 Çarşamba

Sana nerden rastladım, oldum derbeder

kimseleri tanımadım ben, senden daha güzel

22 Haziran 2011 Çarşamba

neden?

dünyanın en kilit sorusuna hoşgeldiniz. evet, onun adı neden? beni neden seviyosun? neden bugün böyle davrandın? bu neden böyle oluyo? neden ben? bütün bu sinir bozucu konuşmalarda başrolde bu arkadaş size aklınıza gelicek her türlü hareketi taşşak geçermişcesine sallarken siz kafanızda hala nedenle başlayan sorular üretmeye devam edersiniz.

 şu anda bavul hazırlamam gereken yerde oturup bu yazıyı yazmamın tabii ki bi sebebi var. yine, yeniden, yineden ve tekrar evet cerenlik yapıyorum işte.

 karşındaki insanı ne kadar çok tanırsan o kadar çok uzaklaşırsın teorimi kendi kendime arkadaşlarımla çürüttükten sonra yeni ortaya attığım herşeyde insanların bu oyun oynama merakları yüzünden sik geçirdiler. evet. ben kelime oyunlarını sevmediğim gibi, öyleyken miş gibi yapmaktansa hiç bişey yapmamayı da tercih edebilitesi daha yüksek bi insanım. bi insanı sevmemle nefret etmem arasında öyle çok da ince bi çizgi yoktur aslında, havuz düşünün, su dolu. içine biri atlasın. su taşsın. benim için nefret etmek bu kadar basit işte, ama genel geçer değil mesela. yani nefret ettiğin birini sonradan sevemezsin. bu adil olmaz. herneyse.

 son zamanlarda hayatın sırrını keşfettim, uyumak. sen uyuyunca zaman geçiyo, zaman geçince herşey değişiyo - uyuyosun, uyanıyosun dünyayı kurtarıyosun. en azından kendi dünyanı.

 küçüklüğümden beri hissetmek konusunda sıkıntı çekmiş bi insan olmuşumdur, çok duygusalımdır allah için, ama bi o kadar da vurdum duymaz oldum sonradan. ama ben böyleyimdir napabilirim, hani bi insanı sevebilirim, olabilir ama ilişki konusu bana çok ağır sıkıntı olmaya başladı, istemiyorum. sempatikliği bitti ilişkilerin, iki insanın birlikte olması, buna bi isim koyması ve diğer herkese anlatabilmesinin adı ilişkiyse eğer ben ilişki falan istemiyorum.

 mesela bak yarına, yeni güzel üzerinde cer yazan çantam ve ben istanbul'a gidiyoruz. hem de sadece o ve ben. sonuçta 5 gün için bavul yapıcak halim yoktu. herneyse. garbage kafaları bayaa başarılı, kendimi 2005'e dönmüş hissediyorum desem yalan olmaz. Why do you love me? çal bebeğim çal ya. off

19 Haziran 2011 Pazar

uçurtma

şimdi düşünüyorum da, ben küçükken de böyleydim. annem söyledi. uçurtma gibisin dedi, her rüzgara kapılıp gidiyosun. hep bi heycanlısın, olmadığında neden heycanlı değilim diyosun dedi. e dedim, kadın haklı. vallahi haklı.

sen alışmışsındır dedim

haklı çıktım

18 Haziran 2011 Cumartesi

oyunlar oynamaya o kadar çok alışmışız ki, kelimeleri sadece yazmak için kullanır olmuşuz. acınacak halimize gülüyoruz, acınacak halime gülüyorum. bi insan konuşmayı hiç mi beceremez? beceremiyorum valla. allasen hayat da zor yani

it's the habit of the genre, they play with our hearts like a 6 years old plays with his wheeny

insan olmak zor zanaat. hormonlar tarafından kontrol edilen duygusal bi et yığınısın sonuçta, hayatın zorluklarıyla karşılaşmak olası. kalbin varsa, kırılır. kaçınılmaz son, üzgünüm leyla. ancak şöyle  de bişey var şimdi, hayat da zor allah için. zor be anam. zor ayol. of

12 Haziran 2011 Pazar

i should've asked you to stay

Belki de gitme deseydin gitmiyecektim. Ya da seni de götürücektim. 
 Belki.

8 Haziran 2011 Çarşamba

sıçtım mavisi deja-vu'su. sınava 31 saat kala orus cenabetus kavramına yeni bi boyut kazandırıyorum. hayat çok zor

7 Haziran 2011 Salı

fazla ders çalışıp az dışarı çıktığımı anladığım an, saat 4.52'de gökyüzüne bakıp, evde yalnızken bi anda AAA SIÇTIM MAVİSİİİİ! diye coşkuyla bağırıp gülmeye başladığım anla aynı dakkaya denk geliyo.

5 Haziran 2011 Pazar

sen hayatı çok ciddiye almışsın, pek bi sevmişsin bağlanmışsın.
bilsen ki bir gün ne o gözler açılacak bir daha, ne de o nefes akacak vücudundan,
belki o zaman şükredeceksin perdeyi araladığında içeri dolan o gün ışığına.

ama sende benim gibisin, bencilsin
kaybetmeden anlamıyorsun hiçbirşeyin değerini
ama bazen çok geç olduğunda herşey için sadece "ne anlamı kaldı ki şimdi?" diye sorarsın kısıp gözlerini.

sor bana pişmanmıyım

of be. dün bitti, gün oldu, ben hala şu yatakta oluşturduğum çukurdan çıkamadım. aslında çıksam neler yapıcam. şaka şaka, bi bok olucağı yok. kalkıp ders çalışıcam.
 pek konuşasım yok, çok saçmalayasım var.
hayat zor falan filan

1 Haziran 2011 Çarşamba

sen benim japon balığım gibisin. bazen sana bakıyorum, ne güzel ne şirin hayvan, ay canım benim ya diyorum.
bazen de ne salak olduğu yerde dönüyo meymenetsiz diyorum.
bi nemo kadar olamadın, utan

31 Mayıs 2011 Salı

hayat nasıl komik, nasıl ironik. utanmasam dicem ki, vallahi taşak geçiyor benimle.

 insanların hayatlarında seçme özgürlüğü bulundurdukları belki de tek şey dostlarıdır ve bu dostlar onları hayal kırıklığına uğrattıklarında da bu yüzden kendilerini suçlarlar. bile bile lades gibi sikko laflara gerek yok, bildiğin sırtını dönüp gitmek yani. oturuyo olmasaydım güldüğümü görebilirlerdi aslında, ama ayaktayken kıçımla gülemeyecek kadar ciddi bi insanım.

 aslında ben de isterim ki hayat güllük gülistanlık olsun. sakalım olmasın ama lafımı dinlesinler, olmaz, olamaz. eskiden derdim ki, ben kaybettim. şimdi diyorum ki hassiktir lan ordan.

 beni kaybettiniz.
hatta öyle ki, oturuyo olmasaydım güldüğümü görebilirdiniz.
selametle, rahvan.

ps. hastalıklı ilişkinizle sizi baş başa bırakmak bi gurur değil, onur benim için. evet.

pick-a-boo

sorry, wrong one

30 Mayıs 2011 Pazartesi

önümde bir karanlık yol, benimle yürür müsün?

hadi dünyayı unutup herkesi boşverelim.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

basta cosi

liberi
ci sembrerà di essere più liberi
se dalle nostre mani
non cadranno più
parole per noi due
e sarà più semplice
sorridere alla gente senza chiederle
se sia per sempre
o duri un solo istante e poi
che ce ne importa a noi

27 Mayıs 2011 Cuma

mutlu mutlu müzik dinliyorum vallahi. hem müzik varken geri kalan herşey teferruattır. senin sevgin bile. valla
ah be evlat.
beni kendimden kurtarmanı neden istiyeyim ki senden?
ben varken burada, onca düşünceyle kafamda,
neden kaçayım ki hayattan.

ah be evlat.
ah be evlat
hadi yalan söylemeyelim. güzel bir hayata başlayalım birlikte.
sen ve ben
başka kimse yokmuşcasına
ama herkes varmışcasına
 hayatı değil ama kendimizi kaybedelim,
ıssız gece gündüze çıksın, boşver
sarılıp yatmaya devam edelim.

bi hayat bitsin orda, kapat gözlerini,
öpüşürsek geçer.
hadi hayat güzel olsun bize.

bırak dünyayı sen, o döner kendi kendine.
sen hayatı özlediğinde bana söylersini yavaşça kaparım gözlerimi
bakarsın uyuruz birlikte.
belki uyandığımda olursun
belki olmazsın
boşver

hadi sarılıp uyuyalım beraber
boşver zamanı
bugünü yarını
yaşayalım hayatı.


hem sen varken
ben varken
daha önemli ne olabilir ki bu dünyada?
biz varken
bizden başka?
o senin gözüne bakar başkasını düşünür, sen kırdığın kalpleri düşünürsün
sen gülersin, ben bakarım sana geçmesin o gözlerindeki gülüş diye
sen ağlarsın ben bakarım uzaktan sana, tutamam da elini

düşerim gülüşüne, bilemem yarınımı
ama bir bitse.
ah bir bitse...

you'll never see me again

bir insanı kaybetmek mi gerekir illa ki değerini anlamak için? onu tanımaya çalışmakmıdır bize ilginç kılan karşımızdakileri? peki ya sonra? konuşucak hiç bişey kalmadığında? peki ya gittiğimde? o zaman mı okunmalı yazılanlar? o zaman mı düşmeli insanın içine hüzün, arkamı döndüğümde gideceğimi söylediğimde değil ama çekip gittikten sonra. vicdan mıdır rahatsız eden bizleri bu dünyada, yoksa fazla düşünmenin getirdiği o içinden çıkılamayan umutsuzluk hissi mi? bakma sorduğuma ben biliyorum cevaplarımı, peki ya sen?
  ben özürlerden çok mutsuz oldum, belki de özürlerden yorulan tek manyak benimdir. ama bunu becerdim ve yoruldum. kaybedilmeden kazanılmak istiyorum. üzülmeden mutlu olmak. öyle işte. hem nasılsa ben hep derim, boşu kovalarım, imkansız zaman alır diye. bırakın alsın bütün zamanımı.

24 Mayıs 2011 Salı

bir hışımla çevirdim kafamı ona doğru, gözlerinin içine baktım. "koskoca şehir mi susucakmış şimdi, allahını seviyosan ya!" dedim. inanmazsan dinle ama gerçekten duyamayacaksın işte! dedi.
 zaten hiç umursamamıştı beni, biliyorum ben işte! ben söylemiştim işte! daha önce de söylemiştim işte! arkamı döndüm kafamda bir sürü ben biliyorumlar dolaşıyordu. evin kapısını çarptım çıktım. daha önce hep böyle bişey yapmak istemiştim, filmlerdede hep görürdüm işte, arkasını döner çıkar giderdi kadın. bi daha da hiç geri gelmezdi, hem niye gelicektim ki. ona ihtiyacım yoktu, kimseye ihtiyacım yoktu. yani 5 dakka önce hiç mi hiç yoktu işte! neden olucaktı ki zaten ya. sokağın başına kadar hızlı adımlarla koştura koştura gittim. şaka gibi, arkamdan gelmediğine inanamıyorum yani. ama ben söylemiştim! umrunda değilim işte demiştim! sonra adımlarım yavaşladı. gidecek bir yer aradım, bulamadım. ev çok yalnızdı. herkes çok iki yüzlüydü. ay dedim hayat beni neden yoruyosun! ben başımın çağresine bakardım işte! yürümeye devam ediyordum, kafamdaki çığlıkların, kulaklarımdaki uğultuların azaldığı yere kadar yüriyecektim. sonunda azaldılar. oturdum kenara kaldırıma. etrafımda bir sürü ev, tuğla, yerler mermer. ama baksan, hepsi bomboş. kim yaşar ki bu kadar ruhsuz. bu mudur yaşamak yani? peki ya bu mudur? sonra bi durdum. cevap gelmedi. bekledim, bekledim.

 bir de baktım, susmuş koskoca şehir.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

herkesi takmaya başladığımdan beri yazamıyorum

ah be beyin bi yalnız bırakmadın

uykumu varlığınla siktin
hatırlar mısın ne güzeldik. ne dünya dönerdi, ne zaman dururdu. ama o boşvermişlik vardı üzerimizde. sabahtan akşama kadar herşeyi boşvermişlik. akşamdan sabaha kadar zamansızlık.
 şimdi düşünüyorum da, emin olamıyorum. o senmiydin. yoksa benmiydim çekip giden diye, kafam karışıyo.
 dövme yaptırmanın en kötü 2 yanını söylemek istedim.
1- bi sabah uyanırsın, siktir git lan diye dövmeye bağrınırsın, gitmez sinirlenirsin (bana daha hiç olmadı açıkçası, bi tane dövmemin üstünü kapattırdım da, hani zaten o allahın emri olmuştu -mürekkebi sikkoydu, iltihap kapmıştı, aslında siyahtı ama mürdüm mavisiydi falan (hep o rengin adını kullanmak istemişimdir)
2- bağımlısı olursun.

 abi. o ses varya, o iğnenin çıkarttığı ses, tenine ilk dokunuşundaki hissettiklerin. aşk gibidir. ilk defa öpüşmek gibidir. karşındakinden hoşlandığında ve o senin elini tuttuğunda hissettiğin o an gibidir. ben özledim yani açıkçası. o hissi, o sesi. şimdi içimde böyle bi his var, sıcacık, çünkü tekrar o anı yaşamak istiyorum ve BU.NU YAPABİLİRİM. inandım şu an.

 everytime yazdırıcam, ama yer ve font önemli. hey baby hey be.

gündüz düşleri


22 Mayıs 2011 Pazar

3.05.2008 vardı. seneler önce yazdığım 3.5.2008

 herşey güzeldi. herşey çok güzeldi. sonra bir de baktım sabah oldu.

 elinde bir kadeh şarapla koşturuyorsun sağa sola, hani hafif bir baş dönmesi düşün, hiç bitmeyecek. hayatın boyunca her zaman sana yalan söyliyecekler, belki onları bir gün affedebilirsin ama çok merak ettiğim bir şey var, hatalarını nasıl telafi edeceksin? kendi hatalarını değil, onların hatalarını. hem zaten sen de onların  hatalarından birisin, neden yalan söylemem gereksin ki sana. sen hep benim değil misin? "her zaman seninim, sadece senin." ve sonra bir de bakarsın herkes kendi yalanında kaybolmuş. çünkü sen arkanı döndüğünde insanlar kendi hayatlarına geri döner ve onu yaşarlar. seni üzeceklerini bildiklerinden- sana yalan söylerler. sen de kendini bildiğinden, onları bitirirsin kendi gözlerinde. çünkü bazen, hıçkırarak ağlamak- sonra bir film izlemek, sonra herşeyin geri gelmesini beklemek ve iki defa terkedilmek sana bir çok şey çağrıştırabilir. Mesela görünceye kadar bilemezsin belki, ama özlemişsindir. Hissedemezsin ki, insanlar bastırırlar çoğu hislerini, ki düşünmesinler. Düşünmek kimleri nerelere alır götürür, kimleri nerelerden getirir, sonu yok-başı yok.
 başı var sonu var aslında, ama virgül koymaya üşenmek varya, işte hergünümü o bitiriyor. Küçük bir kızın şikayetleri ve suçlamaları gibi hayatımdaki herşey 3 noktayla bitiyor. Ama bu sefer değil.


 Oldum olası gözümün içine bakıp seni seviyorum derken her türlü çıkarlarını düşünen insanlarla uğraştım. günün sonunda onlar mutluysa ben de onlar için sevinmeye, mutlu olmaya çalıştım. ama bu sefer idrak ettim sanırım.hiç bir şey değişmez. hiç kimse kalmaz yanında senin için. hiç kimse.
 bir gün herkes gider. yanlarındada senden bir parça götürür, sen de düşünmeyi bırakırsın. bir gün gözlerini açtığında güneşe, yalnız başına öylece uzanırken bulduğunda kendini , birşeyleri  idarak edersin. sana yalan söylediler. seni sevdiklerini sandın. aslında en önemli şey sendin. sonra geçti. ve sen bir anı, bir gülümsemeyi o kadar çok özlemişsindir ki, anlamazsın. kendi kendine kafanı çevirirsin.sonra geçer. herşey geçer. herkes gider.

20 Mayıs 2011 Cuma

biz demek, dünyanın en önemli şeyiymiş. aslında kaybedicek bir çok şey olabilirmiş. falanmış, gibiymiş.

17 Mayıs 2011 Salı

dünyanın en gereksiz hissi 1# narkoz etkisindeyken soru sorup doktorlar seni iplemeyince aslında sesini çıkartmadığından, konuştuğunu sandığını ama sadece sandığını aslında konuşmadığını düşünmek ve bu arada ama neden ama neden diye sormaya devam etmek.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Eskiden bi şey vardı. Acaba hala var mı?

Eskiden bi his vardı. Birini çok severdin. Hani o kadar çok severdin ki, onsuz kalsan ölecekmişsin gibi hissederdin, sarıldığında zamanı durdurmak isterdin. Zamana olan inancımı mı kaybettim, yoksa o hissi mi kaybettim bilemiyorum. Ya da belki de aslında herşey yerindedir sadece güvenimi kaybetmişimdir.
 Bilmiyorum, eskiden öyle bi his vardı işte, onu görebilmek için taksim'de ordan oraya koşturtan bir histi, ya da kiliseye gidip bir mum yaktıran. O his mi gitti, ben mi değiştim bilmiyorum.

bilemiyorum

13 Mayıs 2011 Cuma

geçen gün ilham perilerimle turladık buralarda ama blogger hayal kırıklığına uğrattı. bana fake attı. giriyorum sandım, yazmak istedim, olmadı. kahrol blogger.

şaka şaka olma, ama bi daha yaparsan döverim. bak ilham kaçtı, şevkim öldü, napcaz şimdi?

10 Mayıs 2011 Salı

bakma sen, büyük iş becerdik iki günde.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

ay kedi canını senin.

 günlerden bugün, ben müzik dinliyordum ki, karşıma bir şarkı çıktı. adı lagrimas negrasmış bu şarkının, ispanyolca siyah gözyaşları demek. eğer siz de dinlemek isterseniz; http://www.facebook.com/video/video.php?v=408790693888&ref=mf linkinden bulmuştum ben, size de tavsiye ederim =)

 bunun dışında, ev sahibimin cimriliği artık beni delirtmek üzere, nasılsa akıyo diye saç boyasından kısmak için heralde diplerini boyamıyo, uçlarını sarı kahverengi anane rengine boyuyo, tek fark o 65 yaşlarında bi adam. bugün mutfaktaki sikko kütüphane kılıklı şeyi evden atmaya karar verdim. ikeaya gittim, expeditmidir nedir o şeysettinden aldım, sonra da eve gelirken defneyi aldım, birlikte söktük kütüphaneyi yerine onu koyduk. ev sahibim belirdi bi anda. ay efendim o kütüphaneyi atamazmışım dahaa bi senelikmiş! ULAN ALTINDAN İTALYAN LİRETİ PARA ÇIKTI NAH Bİ SENELİK, DELİ ETME BENİ! demek çok istedim ama olmadı tabii ki, onun yerine dedim ki, ama canım benim oynuyodu o sağlam değildi allah muhafaza deprem olsa billahi  ölürüz kalırız altında aa aa falan filan dedim, sonra baktım yumuşadı, kütüphaneyi çöpe atamazsın ama onun parçalarını sakla evde bi yere dedi. ulan sik kadar ev. nereye saklicam?
 ayakkabı dolabımın arkasına sokuşturdum zaten 4 çift ayakkabım var 2si spor biri terlik biri topuklu misal fakeatan bi tipçik, bayaa bayaa yer yarattım da koydum yani. neyse. ondan sonra işte mutfağı temizledim yemek yaptım. havada polenler uçuşuyo alerjiğim, asabiyim. geceleri nefes alamamak paha biçilemez yani, bana sorsanız günahımı satmam da böyle bişey için sağlık olsun yani. bi de 19 kiloluk iki kütüphaneyi o kadar merdivenden taşımak azıcık belimi ağrıtmış olabilir, kuş kadar falan.

 bütün bunların dışında atraksiyonsuz hayatımın en büyük esprisi 4 mayısda koray'ın doğum gününde ona süpriz hazırlamak oldu, adam italyaya döndüm sanıyodu, ama daha dönmemiştim süpriiiiz diye belirdim. şimdi normalde insanlar naapar, şaşırır, hoplar zıplar falan. ama koray, tabii ki bütün koraylığıyla " ya ben anlamıştım zaten." dedi. adam çok ciddi, bu konuda elimizden bişey gelemiyo ne yazık ki. bunların dışında bolognada bir yazlık havalar var, aman allahım. bugün kütüphaneden çıkmışım, eve yürüyorum allahım, kendimi bodrum' da sokaklarda yürüyo zannettim. o havanın sıcaklığı,sesler, havadaki yengen kokusu...da burdada deniz yok işte, fontana di nettunoya ayaklarımızı sokup eğleniyoruz, tabii tırmanma kısmı AAAAR sıkıntı. İngilizlerin t'yi kullanmaması gibi bende Ğ'yi kullanmamaya karar vermeye karar verdim. şu an deneme sürecine başladım, artık burda nereye kadar idare edersek o kadar götürürüz, sonra kalıcılaştırma sürecine gireriz. Misal ki bundan sonra Iğdır' a gitmiycez(!), IIIdır'a gidicez. Ağbiiiiğğğ demicez, abiiiiiiy dicez. neden? tarzımız bu. kaç kişiyiz? valla kafadan bi ben varım, sen varsın, bi de yorgan var mümkünse yastıklar da destek çıkar. bi iki arkadaşı da toplasak, yeni bi akım başlatırız evelallah.

 Allasen Paris'e gitmek istiyorum. Vallahi lafayette' de kimse kolumdan sıkıldım ben sıkıldıım diye çekiştirmeden gönlümce gezip, koşup, dolanıp şarkılar söylemek, bütün parfümleri denemek, bütün kıyafetleri giyip çıkarmak istiyorum. ayakkabı reyonuna gidip fiyatlara bakıp, allasen kim ayakkabıya bu kadar para verir, ama adamlar güzel yapmış demek istiyorum, en üst kattan çikolata, kartpostal almak istiyorum. aslında bu aralar bana bi dvd günü iyi gider, bisürü bisürü çikolata, hatta çilek, üzerine pudra şekeri, sonracııııma muzlu süt, pop corn, karpuz falan. sonra kimse mide fesatı geçirmicek zaten.  Ya benim bugün içim üşüyo, bu alerjimii faranjit mii, üşüttümmüü anlamadım gitti açıkçası ama alerji en mantıklısı yani düşününce, polenler FALAN.

Yarın mümkünse eve elma havuç suyu yapmak için makine alıcam. neden biliyo musunuz? çünkü tadı çok güzel. o zaman ben artık uyyim. size bolca Ğ siz günler, geceler.
sıkıntı ya, uyusam.

8 Mayıs 2011 Pazar


Sosyopati belirtileri
  • Hassasiyet zayıflığı: Umursamazlık önemli belirtilerden biridir. Sosyopatlar karşısındaki kişinin üzülmesini ya da incinmesini önemsemez. Yaptıklarının kötü ve yanlış olduğunun farkında olarak karşısındakileri üzmeye devam eder.
  • Ahlaki kurallara karşı durma: Toplumun genel geçer kurallarına uyumsuzluk gösterir. Dengesiz tutumları nedeniyle toplumdan dışlanır, ancak bundan herhangi bir rahatsızlık duymaz.
  • Uyumsuzluk: Sosyopat kişilik, başta ailesi olmak üzere çevresindekilere karşı son derece uyumsuz tavır sergileyebilir. Dirençli uyumsuzluklarıyla çevresindekilere büyük sıkıntılar yaşatabilir. Yalan söyleme ve rol yapmaya yatkındır. Otorite unsurlarıyla şiddetli uyumsuzluk yaşar.
  • Verim düşüklüğü: Sosyopatlar, dengesiz tavırları nedeniyle performans düşüklüğü yaşar. Çalışma verimleri son derece düşüktür. İş yaşamında problemli tavırlarıyla dikkat çeker.
  • Saldırganlık: Rahatsızlığın ilerlemiş dönemlerinde uyumsuzluk boyutunun artması saldıranlığı beraberinde getirebilir. Kavgaya karışma, toplum içinde suç işlemeye yatkınlık, başkalarının haklarını ihlal etme sosyopatların belirgin özelliklerindendir. Zayıf olanları ezmekten de büyük keyif duyar.
 - işte tam olarak bu yüzden oyuncular çok iyi para kazanıyolar.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Kim nerde mükemmel insan görmüş de herkes birbirini bu kadar düzeltmeye çalışır olmuş anlamıyorum ki.

 Vallahi son 1 haftadır artık İstanbul burnumdan geldi desem yalan olmaz, bu insanların büyük kısmı kafayı yemiş. Herkes kendi derdinde, sanki karşılarındaki insan değilmiş gibi kafasına estiğince hareket ediyo, vallahi o rahatlık kafasıyla belki çok mutlular ama inşallah hayatım boyunca ne ailem, ne de arkadaşlarım o kafaya erişmezler. Karşılarındakinin insan olduğunu görmezden geliyolar resmen, şaka gibi.

Ha sanki ben çok istiyodum herşeyimin düzeltilmesini, allasen, yani kim yaptığı herşeyin hata olarak görülmesinden hoşlanır ki? Herkes doğru yapıyo da bi manyak ben mi varım dünyada herşeyi yanlış yapan? Nolur o manyak olarak kaliim o zaman ben, bütün mükemmellikleriyle beni kendi halimde bıraksınlar valla, bana sıkıntı olmaz. Ama içime dert oldu yani şu halleri herkesin. Görüşelim diyolar, tamam diyorum. Buluşuyoruz, ama ne buluşma. Öğlen 2 de buluşucaz sanıyorum, akşam 9 da telefonum çalıyo hadi hazırsın di mi diye. ULAN. NE AYAKSIN SEN. LAN! diye cinnet geçiresim geliyo. hani bütün günümü sana ayırıcaktım, hani benim hayallerim vardı, garipçede kahvaltı edicektik, forum istanbulda akvaryuma gidicektik, galatada holgamın filmlerini bitiricektim, nooldu?? yalan oldu. Çünkü kimse kimseye napmak istersin demiyo. Herkes el altında ayak altında, birbirinin kıçın dibinde makyaj yapmazlarsa öleceklerini, kol kaslarını sıkmazlarsa sosyal hayalete dönüşüceklerine dair derin inançlarına bağlı kalarak 5 yere kitlenmiş ordan oraya takılıyo. Cidden, koskoca istanbul da yapıcak şey mi kalmadı? Cidden mi?

 Hani kaçı gitmiştir sultanahmet'in ordaki hayvanat bahçesine, hatta dolmabahçeye, kapalı çarşıya? O değil de onun yerine kanyona gidebiliriz. Ya da istinye parka.

 Y A   B İ   G İ T   Y A .

 Neyse. Tarihin arka odasını izliyorum şu anda, cidden bayılıyorum bu programa. Masal gibi tarih dinliyoruz daha güzeli mi var?

ben şimdi uyyicam. bi de bavul hazirlamayı bitiricem.
hayat zor falan filan.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

alternatif zihnin 10 sırrı

1- fotoğraf çekmeyi bilmenize gerek yok, ama eğer elinizde o güzelim 2000 liralık canon eos ve/veya bilimum türevi fotoğraf makinalarından olmazsa kesinlikle alternatif ya da marjinal olamazsınız.

2- bacaklarınızın ve ayaklarınızın, özellikle de eski converselerinizin resimlerini çekin, bu sizi insanların gözünde çok sanatsal kılıcaktır! (ama arka plan flu olmalı)

3- hoplayın, zıplayın, ağlayın ama ne yaparsanız yapın lütfen resmini çekin, yoksa hiç bi anlamı olmaz.

4- bi facebook account'u yetmez, bunun yanında twitter-formspring-tumblr-myspace-bilimum türevlerindede bi accountunuz olmazsa dünyada varoluşunuzun bi anlamı olmaz.

5- eğer hayatınızdaki en önemli şey cupcakeler değilse ciddi problemleriniz vardır, kabullenin.

6- chanel ojelerinin hepsine sahip olmak için girilen her yol mübahtır.

7- hayatınızın tek amacı aşk, potansiyel sevgiliniz, kinetik sevgiliniz ve sevgilinizdir. unutmayın ki sevgiliniz olmadan siz bir hiçsiniz. Oldu ki terk edildiniz, o zaman bu zavallı anlamsız dünyada varoluş amacınız kalmayacağı gibi, uzayda kapladığınız o boşluk bile lüzumsuz gelir size. böyle durumlarda, kendinizin ağlarken resmini çekip "love, love will tear us apart, again...." ya da "sen gittin, ben bittim..." gibi bi yazıyla bu resmi photoshopta light seppia havalarına sokup acil internet ortamında yayınlamanız gerekmektedir. aksi takdirde, eski sevgiliniz onu unuttuğunuzu düşünebilir. hatta belki sizi umursayabilir, ki bu da aşk acısı çekmenize ters düşer. bu yüzden de ilerleyen günlerde ben güçlü hatunumdur ya bilmemne diye arkadaşlarınızla içmeye gittiğinizde ay hadi resim çekelim bardağı çekelim kurabiyeyi çekelim, bak seni unuttum ayakları yapalım falan diyemezsiniz, bildiğiniz sosyal intihar, aman diyoruz.

8- içinde gitar akoru bulunan bütün şarkılarda ağlayabilirsiniz

9- dımtıscıktıs içeren bütün şarkılarda, "addicted to love" ve türevlerinde bağıra bağıra şarkıyı söyleyip saçlarınızı mümkün olduğunca savurursanız ve bu sırada elinizdeki içkiyle resminizi çekerlerse hemen tumblr'a ya da facebook'a koymalısınız, bu sizi hayatınızın her gününü, her gecesini ve hatta siz evde pijamanız götünüzden sarkar, siz insanların facebookuna bakıp "ne kadar çok eğleniyolar...." diye içten içe kendinize acırken, sizin profiline bakan insanlarda bir "ay ne kadar çok eğleniyo... ben ise burda...." diye kendisine acımasını sağlayabilirsiniz. hatta tumblr'da sanatsal nitelik kazanabilirsiniz.

10- bilimum güzel özlü sözler seçip onlara yapışabilir, hayat mottonuzu baştan belirleyebilir ve kimseyi takmıyomuş gibi yapabilirsiniz. hatta bütün bunları yaparken avaz avaz ben kimseyi takmıyorum, benden nefret ediyosanız ne mutlu bana auzhauhauza bile diyebilirsiniz, nitekim hepimiz insanız, kimseyi sikine sallamıyo olan insan ne diye gitsin insanlara hitap eden ve sosyalleşmeye yarayan bilimum internet kanallarına üye olsun veyahutta merak etsin, sorsun soruştursun?
 tabii siz bunları hiç düşünmüyosunuz, çünkü unutmayın ki düşünürseniz beyin hücreleriniz ölebilir.

salak kalın, güzel kalın, alternatif olun.
sizi seviyorum

cer

13 Nisan 2011 Çarşamba

lisedeyken aşı olmaktan kaçmak için taoizme inandığımı ve aşının dinime karşı olduğunu, birazcık saygı göstermelerini bütün içtenliğimle söyleyip arkamı dönüp gitmiştim, bana da aşı maşı yapamamışlardı. gururlumuyum, gururluyum. tabii o gururun bugün çıkması da ayrı bi mesele ama olsun.

11 Nisan 2011 Pazartesi

14.21

Dışarda güneş var. Her taraf sıcacık. Yataktan kalkmadım, yanlış anlamayın, sadece camı açtım. Ben bugün güne telepopmusikle başladım. Ben bugün güne ÇOK güzel başladım.

8 Nisan 2011 Cuma

tamam ama şöyle bi problemimiz var. ben sana benden başka bişey veremem ki. sen ne bekliyodun?

7 Nisan 2011 Perşembe

hayat sana limonu verir, sonra da sen onun sana ne verdiğini anlayıncaya kadar gözüne sokar.

 bir de kaldırırsın ki kafanı, hava hala sıcacık, kelebekler, çiçekler, böcekler hala ortalıkta. hayat devam ediyo ve aslında ortada üzülecek hiç bişey yok, çünkü hiç kimse hiç bişey kaybetmemiş zaten =)
 ve sen bunu gördüğün zaman tekrardan bütün içtenliğinle gülümsemeye başlayabiliyorsun. doğru zamanın geldiğini, artık hayatına kendi başına ve en çok kendini severek devam etmen gerektiğini görüyorsun.

 son trene yetişebilirseen, eyvallah. yetişemezsen de sıcacık yatağında bir gece daha uyuyup, yeni günün sabahında kulağında o güzel müziklerinle tekrardan beklemeye başlarsın o treni. hayat senin değil mi, yap işte istediğini!

5 Nisan 2011 Salı

öyle bir anneannem var ki, hastalandığı zaman ağdasını yaptırır, en şık pijamalarını giyer.
e anneanne ne gerek vardı dersin, ne var be sonra bakıp ne çirkin kadınmış mı desinler der.

bir başka sevgiliyi, sevemem sevemem sevemem

fall in you

anlarsın değilmiş işte.
şansın varken bile doğru zamanı beklemekmiş.

4 Nisan 2011 Pazartesi

eğleniyorum

http://ceristan.tumblr.com/

böyle eğlenceler de türetebilirim kendi kendime
biraz önce duadostluğu diye bi forumun varlığıla yüzleştim. mesela sınava giriceksen oraya sınavımın geçmesi için dua edin yazıyosun sınavının iyi geçmesi için dua ediyo ahali.
 beni hayat değil bu teknoloji yoruyo...

3 Nisan 2011 Pazar

22.57

ben gidiyorum, istediğin bişey var mı dedi

yok, yok sağol dedim

gitti.

sonradan fark ettim, ne zaman geleceğini sormayı unutmuşum.

21.09

ne kadar zaman geçmişti aradan.. dünmüydü? yoksa bugün mü? gerçekten, o kadar sene geçmiş olabilirmi? olamaz heralde. bir parfüm. bir koku sizi ne kadar uzağa götürebilir biliyor musunuz? ben bugün öğrendim. suratımda aptal bi ifade, dondum kaldım bir an. gözüm daldı, kaçıramadım bakışlarımı uzaklardan. dönüp gidişinden tut, koşarak gelişine kadar, herşey bir anda belirdi gözlerimin önünde. bir kokuyla. sadece bir koku.

 bir koku seni bundan seneler önce kafanı yastığından kaldırdığında gördüğün mesaja şaşırman kadar şaşırtabilir bazen, ya da bir başka gün bambaşka bir mesajla gelen gözyaşlarını geri getirebilir. seni seneler öncesine de atabilir, hayallere de bırakabilir. anılar insafsızdır. ne zaman nerden vurucaklar bilemezsin.

bir gün ansızın girer hayatına. bir satranç oyunu gibidir aslında herşey. ama rövanşını alacak ne yürek kalmıştır senden geriye, ne de ömür. "zaten bir şey de beklemiyorum senden. birşey bekleyecek yüzüm yok ki. sen bana verebiliceğin en güzel hediyeyi verdin. kazanmaktan kaybetmekten çok pes etmeyi öğrettin."

çok değerli bir insanın bile, bir gün hiçbirşey olamayacağını gösterdin.
sayende ben, çekip gitmeyi öğrendim.

derken, bir koku duyarsınız. ve herşey geri gelir.
gözünüz dalar, aptal bir yüz ifadesiyle dalarsınız bir yerlere.
ne başı ne sonu yoktur bu anın. bu yazının.
çünkü anıların bir sonu olamaz. istesek de, istemesek de.

31 Mart 2011 Perşembe

senin gibilere bizim orda naaparlar bilir misin...

an müziği diye bi şeyin varlığına inanıyorum. mesela bi yerde oturuyosunuz, aklınızdan öyle bi şey geçiyo ki siz bile anlam veremiyosunuz. ama o anı anlatıcak bir şey var biliyorsunuz ve o şey tam olarak bir şarkı. an müziği böyle bişey, sizin günlük hayatınızdaki olur olmaz anlarda kafanızdan çalan ve ah şimdi tam da bunun zamanı işte dedirten şarkı. misal ki bakınız; sans soleil - miike snow.

 geçen gün arkadaşlarla oturuyoruz, saçma sapan konuşuyoruz. bi çocuk var nasıl yavşak anlatamam. londraya gidicem dil kursuna falan diyo nası böbürleniyo anlatamam. bence sen git orda kal süper olur dedim. anlamadı. dönme yani bi daha dedim. haa o zor işte ama tekrar göndermek istersen olabilir dedi. baktım suratına, seni bi kutuya sokup postalamak güzel olabilirdi ama kafan o vücuda göre fazla büyük olduğu için kutuya zor girer dedim. sonra durdum baktım, gerçi içi boş havasını boşaltsak rahat sokarız seni kutuya. iyi fikir dedim. nasıl içine oturduysa dün bana geldi sen de az göt diilsin geçen gün bana böyle böyle dedin diye çirkeflik yaptı. e be çocuğum allah akıl fikir dağıtırken tuvalet kuyruğuna mı girmen gerekti senin.

22 Mart 2011 Salı

isyanım sana değil ALLAH'A

evet. ne güzel bi senedir hiç hasta olmadım, bu sene nezle bile beni bulmadı gibi bilimum mutluluk nidalarıyla ortalıkta sevgi pıtırcıkları gibi koştururken esin' e hasta ziyaretine gidip hastalanıp 4 gündür yatağımdan çıkamadığım gibi, antibiyotik denilen iğrençliği bünyemin GERÇEKTEN kaldıramadığını bi kez daha öğrenmiş bulunuyorum. Bi insanın 3 gün durmadan midesi bulanır mı. Bi insan miğde bulantısından uyuyamayacak hale gelir mi. Bi insanın ateşi miğdesi bulanırken çıkar mı. Bu soruların hepsinin tek bi cevabı var.. Evet. hepsi mümkündür, yaşadım, biliyorum. 
 Sonunda umutsuzca yatakta çırpınışlarımı fark etmiş olucak ulvi güç, dün gecenin bi yarısı sırasıyla koray'ı ve babamı tacizlerim işe yaradı ve cuma günü annem bana bakmaya geliceğini bildiren bi mesaj attı. bu aralar işsizlikten fazla gazete okuyorum, isterseniz size kronolojik zamanlamaylada hastalık seyirimi anlatabilir, hatta babamla aramızda geçen telefon konuşmasını diplomatik bi dille burda yazıya dökebilirim, ama yapmicam. neden biliyo musunuz? çünkü böyle bişeye gerek yok. evet. 

 bi insanın miğdesi bulanıyosa geri kalan herşey teferruattır. 
bunun dışında cidden insanlar kendi kendilerine kafalarında bi şeyler kurmayı amma seviyolar sanırım, e be evladım biz arkadaştık, nooluyo diyesim geliyodu ki gerekli açıklamayı etraf ahalisinden dinledim. bunun üzerine bana doğruluğunu sormadan anlamadan kendi kendine gelin güvey olan bilimum insanları burda büyük harflerle AĞBİ yazarak kınamak istiyorum. 

ayrıca size lüzumlu hayat bilgileri de vericem bu yazımda. çünkü başka işim yok.

-first defence burun spreyini burnunuza sıkarken sakın içinize çekmeyin, 2 gün başınız ağrır
-beyaz peynir ve ekmeği asla küçümsemeyin, peynir ekmek diyip geçmeyin, bakınız 4 gündür başka bişey yiyemedim, çünkü diğer herşey ağır geldi, ama o peynir ekmek varya.. seviyorum ya..
-yarın ki iletişim coğrafyası sınavı nasıl yalan oldu haddi hesabı yok da. uzatmıyorum bu iyi bişey de olabilir.
-eğer hayatınız boyunca kullandığınız antibiyotik sayısı 10-15 arasındaysa SAKIN antibiyotik kullanmayın (çok gerekmiyosa yani) sonra günlerce miğdeniz bulanır, onu geçtim yataktan kalkacak haliniz olmaz, iyileşeceğinize daha da kötü olursunuz.
-her evde en az 10 patek medpamid ve türevi bulantı ilacı bulunmalıdır
-birisi italyanlara ağrı kesici vb. faydalı ilaçların neden reçetesiz satılması gerektiğini açıklamalıdır
-strefen varken geri kalan herşey teferruattır
-vodafone artık bana hızlı internetimi geri ver nikita, chuck, the mentalist, vampire diaries ve daha nicelerine ihtiyacım var anlamıyosun, tv 5'de party of 5'in italyancasını izlemekten helak oldum en kötü yanı da hep daha önce izlediğim bölümler denk geliyo. 

evet sanırım şimdilik bu kadar. ben şimdi tekrar uyyicam. neden biliyo musunuz? 
çünkü başka işim yok. 
evet. 

11 Mart 2011 Cuma

why would i ever need anything else when i got you by my side

 diyelim ki öyle bir durumdasınız ki, kafanız patlamak üzere.
kafanızın içinde 10 dakkada bir dönüp duran saçma sapan şeyler var.
aslında bu saçma sapan şeyler hiç de saçma değiller, ama eğer bunu bilirseniz bir anda herşeyi alt üst edersiniz.
bu yüzden şöyle düşünün. eğer bir karar verirseniz, bütün hayatınız değişecek.
kaybedecek hiç bir şeyiniz yok bir açıdan, hayat dediğin genel geçer sonuçta, bir şekilde baştan yazacak bir hikaye bulursun kendine. ama aynı şey diğerinde geçerli değil. eğer ikinci şıkkı seçerseniz, hayatınız boyunca içinizde kalacak bir ukte var. çünkü günden güne kaybediyorsunuz birşeyleri. biliyorsunuz, ama kurtaramıyorsunuz da.

 ne yapmalı. oturup kendimi mi yemeli, yoksa bir şeyler yapıp herşeyi mahvetmeyi göze almak mı daha mantıklı.

zaten hep bu empirik arayış öldürüyo hayalleri.

9 Mart 2011 Çarşamba

ve

İnsan nasıl yaşlanır ki dedim

Hiç bir şey söylemedi, çekti gitti. Ben de baktım arkasından öyle.
Vücudum ağırlaştı, kaldıramadım kafamı son bir kez bakmak için.
Ellerime baktım, üzerlerinde açık kahverengi lekeler, buruşmuş, yorgun ellerime

Hiç şaşırmadım aslında, bir ömrü bir insana verirsen
Onu alıp gittiğinde
Anca ellerine bakarsın.
Miden bulanır belki biraz.
Başın döner.
Bi evden çıkmazsın, bi yorgunlaşırsın.

Zaten daha ne olmasını bekliyordun ki?

Bir ömrü bir insana verirsen
O da onu alıp gider.
Arkasına bakar mı bakar
Ama sen anca ellerine bakarsın




-günler gelir geçer ve antibiyotikler

8 Mart 2011 Salı

bak şey gibi oldu işte! ... anladın sen.

Zaten anca sen anlarsın beni.
Hani ben uzaktan bakarım sana da, bişey söylemem.
sen de pek konuşmazsın aslında, söylicek çok bişey bulamadığımızda öyle otururduk biz zaten.

Bi kelimeye takarım kafamı, eviririm-çeviririm. delirtirim seni de. delirirsin delirirsin de, çok gülersin bana.
çünkü bilirim, anca sen anlarsın halimi.

bi sen bu kadar güldürürsün
bi sen bu kadar ağlatırsın
hani gidersin gitmesine de , gelirsin bi gün
ben de oturup beklerim seni.

kendi kendime şarkılar söylerim, hikayeler yazarım
ufacık şeyleri kocaman yaparım, bi bok varmış gibi konuşurum da konuşurum
sen de bana bakıp gülümsersin öyle

çok kişisel almazsın öyle söylediklerimi
nelerle uğraşırım nasıl boşu kovalarım bilirsin
adam ol bee dersin suratıma bakıp, sonra da durup ama sakın değişme dersin.

sanki değişirsem seni bırakıp gidicekmişim gibi.

ben söylemesem de sen anlasan.
çok güleriz bence.

belki yarın.

- 07.2009

ayrıca herkes raat olsun.

1.38

hey there delilah dinlerken ilham gelmesini beklemek enteresan bi kafa. asıl, onu dinlerken hem ne yazsam, hem de sonra ne dinlesem geçerken kafadan bi de toparlanmayı beklemek daha da enteresan. şu son 2 haftadır enteresan günler geçiriyorum.
aileme süpriz yapıp bi anda istanbul'a dönmem cidden düşündüğümden daha eğlenceli oldu, annemin ve babamın surat ifadelerini hayatım boyunca unutmicam, gerçekten daha önce hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum =)
vallahi kendimi bu kadar duygusal bilmezdim, özlemişim herkesi. her güne 10 işi sığdırmama rağmen canlı çıktım, hatta sabancı' da deniz'in zoruyla hangar'a yürüyüp miidemi üşütmeme rağmen canlı çıktım, ki bu bayaa enteresan bişey. neyse işte, geçen cuma italyaya döndüm, her şey iyi hoş falan. dün dedim ki hadi bi gezmeye gidiim, hava çok güzel çünkü burda, güneşli masmavi bi gök yüzü var aylardır ilk defa, geçen gün kahvaltı ederken gözüme güneş girdi, nası hoşuma gitti anlatamam. gerçi ben oldum olası güneşi sevmişimdir, kemiklerimin ısındığına dair bi inancım var, neden bilmiyorum. neyse, kemiklerim ısınıyo falan derken ben duş alıp evden çıktım işte, herşey çok güzeldi rüzgarı yiyinceye kadar. şimdi kulak ağrısı, boğaz ağrısı gibi atraksiyonlar olmadan da hasta olunabileceğini öğrenmemi sağlayan enteresan bi kırıklık mı desem, hastalık mı desem bilemedim, cins bişey yaşıyorum. bi ateşim çıkıyo, sonra düşüyo, deli gibi susuyorum sürekli günde 4 litre su içiyorum, durup dururken tansiyonum düşüyo, bi karnım ağrıyo falan anlamadım ne olduğunu. neyse, 2 güne it gibi koşturmaya başlarım yine nasılsa, bana bişey olmaz.

bunlar dışında çok enteresan gerçeklerle yüzleştim geçen gün. insanın hayatında bazen zaaf denilen boşluklar oluşur. bu zaaflar onların zayıf noktasımıdır desem ne desem bilemiyorum. ben zaafı takıntı zannederdim eskiden ama hiç alakası yokmuş, zaaf kıyamamak gibi bişey karşındakine. mesela ayakkabılara zaafı vardır, onları görünce dayanamaz, onun olsun ister. çünkü o onun için kendini değerli hissetme şeklidir, alışveriş yaparak, daha doğrusu bi ayakkabıya, yani "o" ayakkabıya sahip olunca kendisini değerli ve doymuş hisseder. bu zaaftan çok alışverişkolik gibi oldu ama olsun.

mesela biri vardır. o kadar herşeyinizdir ki, onu hiç bi yere oturtamazsınız bi türlü- vazgeçilmezdir o, bi tek onu bilirsiniz. kafanızda abuk sabuk hayaller oluşturur o insan. sizi o kadar iyi tanır ki. şaşırırsınız bazen. pat diye önünüze öyle bişey koyar ki, aklınızın ucundan bile geçmemiştir o şey.
"mantık" çerçevesine oturtamazsınız. çünkü o sizi o kadar iyi bilir ki mantığınızı alt üst eder.
öyle bi an gelir ki bazen, dur ya gitme demek istersiniz. seni seviyorum, sen anlamazsın demek gibi bişey yani.

hani kafam o kadar karışık ki yazamıyorum, düşünemiyorum.
kafamda dönen bişeyler var, ama virgüller, noktalar ve hatta kelimeler bile o kadar kısa ve kifayetsiz kalıyolar ki aklımdan geçen onca şeyin arasında, ne demem ya da ne yapmam gerektiğini bilemiyorum.

sanırım birazdan tekrar deniicem.

24 Şubat 2011 Perşembe

22.22

durdu durdu, birine aşık olduğunu nerden anlarsın dedi.
bi an karşımdakinin zekasından şüphe ettim. sen anlamaz mısın? yani insan aşık olduğunda anlamalıdır bunu içinde spastik bi his vardır o insanla ilgili falan, bi yerden bi ışık yanmalıydı yani.
 bende öyle suratına baktım zaten. o da bana baktı öyle, hani baktı da gören bişey anladı zannederdi.
bence aşk diye bişey yok dedi. aşkın hormonal bi aktivite olduğunu bilim adamları kanıtlamışken gelip de hormonlardan oluşan bi duyguyu inkar edermişçesine. o zaman regli zamanında asabi kadın diye bişey de yoktur dedim. bi kaşını kaldırdı, yoo vardır, kendimden biliyorum dedi. ironi yapmıştım, hık dedim, burnumdan geldi.
 peki ne tarz erkeklerden hoşlanırsın dedi. çok alakasız dedim. nerdeyse bana çıkma teklif edeceğini düşünecektim.

 sonra kendini anlatmaya başladı. geçen gün sokakta yürürken kişiliğini kaybetmiş, o da bilmemkime gitmiş. bilmemkim gibi davranmış, onun gibi yapmış. ben böyleyim, kendime has, lider ruhluyum dedi.
 evet dedim, bende böyle kendi çapında takılan karının teki olmuşum.

 sence dedi, soru gelinceye kadar bi anlık sessizlik yaşandı. mutluluk diye bişey varmı dedi sonrada.
bi saniye sessiz ol dedim,  sustu. evet varmış dedim, arkamı döndüm ve gittim.

 bu yüzden hayat, sessiz, sakin ve kendi halinde olmalıdır. su gibi.
böylece rahat rahat akıp gidebilir. nası fikir?

20 Şubat 2011 Pazar

ciao bella, sono rousseau


evet bayaadır uzun uzun yazmamamın bi sebebi vardı tabii ki, kendi kendimi fazla ciddiye alıyodum. nitekim tam olarak 15 dakka önce öz benliğime döndüm sanırım. bana naapmıştım bilmiyorum ama sanırım kafayı fazlasıyla sıyırmıştım. herneyse. ben placebo-garbage falan seven dinleyen hatta bayılan mutlu olan bi hatundum. abuk subuk şeyleri severdim, kendi kendime gülerdim, nooldu bana? noolduğunu söyliyeyim. kendimi küçük gördüm. çünkü çok uzun zamandır zor bi insan olduğum, şişmanladığım ve hatta ve hatta iftiracı ve bi o kadar da iğrenç bi insan olduğum dışında pek bişey duymuyodum.

sonra vahiy mi indi bana nooldu bilmiyorum da insan olduğumu hatırladım. ben marilyn manson çok severim. korn'da çok severim. sonra garbage dinlemek beni mutlu eder. sonra ben arkadaşlarımı canım kadar severim, onlara ne kadar az zaman ayırdım istanbuldayken?! cidden ben napıyorum? saçmalıyorum sanırım. neyse, gereksiz ayrıntılara takılmak istemiyorum. ben kötü bi insan değilim, son zamanlarda herşey için kendimi suçlamaktan kendimi göremez olmuştum ama şimdi düşünüyorum da, ben kötü bi insan değilim. duygularım da var az çok, hissediyorum. özellikle bi insanı sevmeyi kimse benim kadar iyi bilemez sanırım desem yalan olur tabii ki de herkes kendince sevgiyi bilir ama ben sevmeyi ve değer vermeyi bilmeyen bi insan değilim yani zaten yakın çevremdeki herkes bilir bunu, saklasam da bayaa duygusal bi insanımdır açıkçası. hatta blogu ilk açtığımda, taaa yonja zamanında yazdığım 3-4 yazım vardı burda, hala duruyo ama milattan önce sayfalarda 2007'de sanırım. Belki dünya güzeli değilim ama çirkin de değilim. Eminim birilierinin beni sevebileceği kadar da özel bi insanımdır. Ama bi o kadar aptalım kendimi bu kadar uzun süre suçladığım için. Bi defa benim avaz avaz bağırmamdan daha saçma bişey yok dünyada, hani ben niye bağırayım ki? Neden bi insan ben sus dediğimde susmaz benim son noktamın sus demem olduğunu bildiği halde?

Bence ben artık hayata dönmeliyim.

Ben duygusuz değilim. Kötü niyetli de değilim.
Bana duygusuz diyenler aslında duygusuzlar, senelerce süren bişeyi sadece beni aşşağılayıp bana hesap sorarak bitiren gövya eş-dostlar. Ve gövya iyi niyetli insanlar. Nedense iyi niyetli olanlar yalnız kalıyomuş sonunda, dostlarını kaybediyomuş. Gerçekler saklanamıyomuş işte. Sağlık olsun.

Uzun lafın kısası. Sikerim böyle işi, ben kendimi geri istiyorum. Olduğum gibi. Hoplayan, zıplayan, en büyük hayali türkiyeden kaçıp gitmek olan o kızı geri istiyorum. en büyük hayalini getirdim ona, kaçtım gittim ama onu arkamda bıraktığmı farketmemiştim. Şimdi bugünden itibaren o benimle. Ve beni bencil görenler ve sevmeyenler. Nası esiyosa. Yani bence olmasanızda olur, cidden.

bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan.

söylicek çok şey var. onun yerine ben sürekli dinliyorum.

19 Şubat 2011 Cumartesi

" senin orospularınla uğraşacağıma, kendime yeni spor ayakkabısı alırım en azından sağlıklı yaşarım. "

hayatla ilgili temel görüşüm bu.
 en azından akıl ve ruh sağlığımı yerinden oynatmıyo. 

17 Şubat 2011 Perşembe

cerenlerde özlü söz üretebilir

Gelişen fikirler ağaçlara benzerler. Sonunda hep budanırlar.

 Artık özlü söz işine giriştim, yeni tarzım bu.

16 Şubat 2011 Çarşamba

15 Şubat 2011 Salı

susabilir de bazen

sen her rüzgarın peşinden aşık olup koşarken
ben uzaktan bakan bir ağaç oldum fırtınanda

kasıtsız bakışlarla parçalanışını izlerken
sustum

her susuşumda bir yaprak döktüm
çıplak kaldım, üşüdüm
sustum ki anlama güçsüz olduğumu
sustum ki çevirme kafanı rüzgarlarından uzaklara
kaybetme fırtınanı

bahar geldi giyindim yapraklarımı
yüzümde ince bir tebessüm
dinen fırtınanın ardından seni izliyorum

sen o rüzgarların arkasında koşuyorsun
küçük bir çocuğun bulutları kovalayışı gibi
ben hareketsiz, sadece yaşıyorum
ince bir tebessüm suratımda

olduğum yerde
değişmeden
olduğum gibi

her zamanki ben işte.

-ne güzel, senelerdir ilk defa şiire benzeyen bişey yazdım sanırım. bu sefer diskalifiye de edemezler. HAH!

14 Şubat 2011 Pazartesi

sen ve

 aslında ben oldum olası ümitsiz bi romantiktim. küçüklüğümden beri en çok kız kulesini sevdim istanbul'da. eskiden ortaköy'den vapura binip(binmeden o şeker satan adamlardan minik renkli lokumlar alırdım) giderdim kız kulesine, öyle sanki dünya bitmiş, bi benim haberim yok, herkes etrafta bi fotoğraf çekme merakı içinde koşturup optik ayarlarını yapmaya çalışırken ben öyle oturup izlerdim istanbul'u. bazen yanımda defter de götürürdüm, yazı yazardım. Çok severdim ben küçükken yazı yazmayı, oldum olası da yazmışımdır zaten. neyse.
 hep hayallerimde bi insan vardı. hani çok aşıksındır, karşındaki seni çok sever, ama ikiniz de kendinizdesinizdir, sadece onun umrundaki tek şey sen, senin umrundaki tek şey de o'dur. sırtımda çantam, içinde defterim, yanımda belki bir fotoğraf makinası, ama kesinlikle müzik olmak zorunda(ipod'umu kaybettim çok acı değil mi?) el ele geçip kumpircileri bineceğiz vapura. ama hava sıcak falan olmayacak, bulutlu olucak biraz, hafif de bi rüzgar olucak, ama vapurda dışarda oturduğunda başını ağrıtanlardan değil, hani meltem gibi hafif hafif esenlerden.
 Sonra yol boyunca martılara bakıcaz, insanları seyredicez, istanbul'u izlicez, ben onun omuzuna kafamı koyucam, sanki dünya yok öyle bi vapur var bi biz varız. sonra kız kulesine gelicez. inicez. o merdivenleri çıkıcaz. bi bakınıcaz yukardan, güzelmiş di mi dicez. şakalaşıcaz biraz, gülücez falan.
 sonra aşşağı inicez. dalga kıranların oraya oturucaz. seyredicez herşeyi. canımız sıkılıncaya kadar, ben yazıcam o artık istiyosa yüzsün gelsin avrasya maratonu falan yapsın sıkıntı yok, sonra dönücez geriye. ama boğaz turu teknesiyle dönücez. ben hep onun omzunda olucam, sanki dünyadaki hiç bişey bizi ayıramazmış gibi.

 gel gör ki tecrübe diyor ki; çocuğum, hayal bunlar.
neyse diyorum bende, en azından hayal kurmak beleş. bokunu çıkartıcaksın.

vurmayın lan kahbeye

şaka yaptım, şaka. sen de vur bacım noolucak?

12 Şubat 2011 Cumartesi

what a feeling

sevgililer günü geliyo. her sene bi gün, hatta tam olarak bugün dünyadaki kızların %98'i kafayı yiyo, bence araştırsalar tam olarak 14 şubatta intihar oranlarının arttığını görebilirler. ama onun yerine bilim adamları karnımızı doyuran biricik mc donaldsımıza sataşıyolar, çok üzülüyorum.
 ben bizzat sevgililer gününe karşı çok ümitliydim bi kaç sene öncesine kadar, sonra bi baktım, bi cacık olmuyomuş, yani havai fişekler falan patlamıyo, gökyüzünden gül yaprakları da yağmıyo. ben mesela sevfgililer gününde koray'ın bana aldığı ilk ve son gülün 1.senesini kutlamak maksatlı anma töreni düzenlicem burda.
 çiftlerin yarısından çoğu sevgililer gününde kavga ederler, çünkü naapıcaklarına dair ortak bi karara varamazlar. kızlar güllü çiçekli böcekli romantik şeyler isterken, erkeklerin çoğuna göre bugün herhangi bi günden bi cacık farkı olmayan, boşu boşuna hediye almak için kafa yorulması, hatta belki bütçe sarsıntısı geçirilmesi gereken bi gündür bugün. hatta ve hatta bi de sevgilisi olmayan kesim vardır ki, onlar şubatın 13gün çekmesi gerektiği ya da 13 şubatın dünya saplar(single and proud)lar günü olduğunu idda edip gönüllerince dalga geçerler bu günle. nitekim bu saplar gününü kutlayan kızların hemen hemen hepsi sonraki sene, aynı gün sevgilileri olduğu zaman, hahaha ay ne güzel gün, ne özel gün, değişik programlar yapmalıyız bu güneee! kutlamalıyız, baş başa yemeğe çıkmalıyııız! diye cıvıldayan kesimi oluşturmak üzere karanlık tarafa geçerler.

 peki ya o gün galatasarayın maçı varsa? ya da fenerbahçenin? ya da beşiktaşın? belki de trabzon sporun? hatta belki de galatasaray fenerbahçe derbisi varsa? işte böyle durumlarda, çirkefleşme kaçınılmazdır. laf sokmalar, ardı arkası kesilmeyen tripler, bozulmalar, hatta ayrılığa kadar gidebilen korkunç kavgalar..

 aziz valentin, zamanında yaşamış ton ton bi amcaymış. o zamanlar o azizmiş, ama bugün erkeklerin baş düşmanı, kadınların bekarlık fobisini su yüzüne çıkartan sevgililer gününe adını veren bu tonton amcanın kemikleri amuda kalkıyodur mezarında. adamcağızın suçu da yok ama, olsun.

 ben mesela bizzat sevgililer gününde sabahın 7.30'unda uyanıp 9 da derse gideceğim. sonra dersten çıkıp spora gideceğim. ondan da sonra eve gideceğim yemek yiyeceğim (hani işime gelince geljems dışında şeyler de yazabildiğimi göstermek istemiştim size, ama bu kadar spoiler yeter sanırım.), sonra yüksek ihtimalle arkadaşlarımla çıkıp aperativoya gideriz.
 skype, seni seviyorum ama kendimi bilgisayarımla çıkıyomuş gibi hissetmek hiç hoş değil.
skypedan mum ışığında yemek yemek romantik olurmu acaba.

neyse ben kendi kendimi saçma düşüncelerimle baş başa bırakmaya karar verdim.
13 şubat saplar
14 şubat sevgililer günü
hepimize mübarek olsun.

 bu arada- karmaya göre, bu sene sevgilisi olmayıp üzülen herkesin gelicek sene çok mutlu bi ilişkileri olabilir ;) hatta 2-3 seneyle combo yapanlar evlenebilebilirler yani o derece.
 yine aynı karmaya göre kıymet bilmeyenler, sevgilisine çirkeflik yapanlar da seneye sevgilisiz kalırlar, siz siz olun karmaya inanın, çarpmasın.
1 - 2

11 Şubat 2011 Cuma

You made my day

Patti LaBelle, Vaya Con Dios, Allison Crowe.

10 Şubat 2011 Perşembe

Yaz Müziği

tamburada diye bi grup vardı eskiden. solistleri isviçreye gitti diye dağılmışlardı sanırım. sonra dandadadan oldular, onu kesin biliyosunuzdur zaten. ne güzel gruptu o, ne güzel sesi vardı o kızın. özledim be.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Geçen gün aşık oldum ergo bugün şair olucam.

14.56

 Nasıl başlasam bilemedim. 50 defa, yazdım-sildim-yazdım-sildim, sonundada bi cacık olmadı işte nooldu, yazdım sildim diye diye yine başladım yazmaya. insanın kafası yoruluyo bazen düşünmekten başı dönüyo, nası iğrenç bi his o anlatamam, gerçi herkes hayatında bi defa en az yaşamıştır bu tabloyu. kelimelerinizi kaybedersiniz. düşünceleriniz birbirlerine girer, böyle kafanda fil bandosu takılıyomuş gibi hissedersin falan.

 Özlemek iğrenç bişey, merak etmek iğrenç bişey, hepsinden daha kötüsü herşeyin tek bi insana bağlı olması. Neden hep böyledir yani, neden hiç bişey olduğu gibi olamaz. İlla bi zorluk, bi imkansızlık bişey giricek mi araya? Ne boktan iştir bu. 

8 Şubat 2011 Salı

8.2

bak kızım. bu yaşta büyümiyeceksin.
bugün büyürsen, yarına yapacak işin kalmaz.
sen bana güven, hiç büyüme. güven bana, bugün felsefe konuşup yarın sorguladığında sonraki gün de mutsuz olacaksın elindekileri yargılayıp. vallahi.

 o yüzden sen sen ol, düşünme.

Back to me

look above

   

1 Şubat 2011 Salı

brand new- you're retro

aklıma bayaa eğlenceli bi fikir geldi, yakın zamanda yeni bi blogun pilot bölümünü verebilirim. çok heycanlı diii mi?

31 Ocak 2011 Pazartesi

02.14

Ilık çay dudaklarımdaki çatlaklar yüzünden canımı yakıyor. dışarda hava -2 derece ve ben sanki dalga geçermiş gibi montumu elime alıp sokağın başına kadar koşuyorum. yoksa kafayı yiyeceğim.

 moonlight -

bugün oturup empati yaptım. başım çatladı yorgunluktan, başkası olmak kendin olmaktan çok daha zormuş, bu yüzden olsa gerek çökünceye kadar devam ettim düşüncelerimi yazmaya. yazdım-yazdım sayfalarca yazdım. neredeyse küçük siyah kaplı defterimi bitireceğim. artık o olmadan çıktığımda kendimi çıplak gibi hissediyorum. insan düşüncelerini yazdıkça rahatlıyormuş gerçekten, inanmazdım ama doğruymuş. bunca zamandır da yazıyordum oysa, hemde kendimle ilgili herşeyi. ama kendimi anlatırken kafamın içinde dönen onca düşünceyi unutuvermişim. bugün aklıma geldiler bir ara, aldım elime kalemi. hafif bir baş ağrısı var şimdide, gözlerim de şişti azıcık uykum geldiği için. artık bi uyku düzenim var, saat 12-1 gibi gözlerim kapanmaya başlıyo, bak şimdi saat iki bi de baş ağrısı eklendi. ama yazmak istiyorum. sanki yazmazsam herşey bitecekmiş gibime geliyor.

 hayat kafiye değildir.
hiç bir zaman da iyi dileklerden ibaret olmaz.
iyi günler ve kötü günler asla birbirlerini dengelemezler.
bir şey olur ve sonra herşey olur, yıkılırsınız, anca konuşurlar.

hayat her zaman kafiye değildir. hayat yere düşmek gibidir, ne zaman dibe vuracağını bilmezsin, ama gözlerini kapattığında aslında uçtuğunu hissettirir sana. zaman, zaman. ne kadar çok büyütüyoruz zamanı. sevdiğimiz diziyi izlerken hayatı kaçırmıyormuyuz yani? hem, hayatı yakalamak da neymiş. o beni yakalasınmış. falanmış, filanmış. nerdeyse kendime optimist diyeceğim. Hayal kurup aptal olmayı çok seviyorum. Teoriler üretmeyi seviyorum. Çünkü ben böyle bi insanım, bunlar benim hoşuma giden şeyler, tarzım bu yani nasıl anlatırım ki daha fazla?
 Zormuşum.
Nolur yani hangimiz kolayız? Nedir kolaylık. Kolay olursun basit derler, kendin olursun zorsun derler. Ne yani kafayımı yemiş bu insanlar? Bu kadar aptal arasında 10 kişi mi kalmış akıllı?

 İşte bunları düşünmemek için benim gözümde bütün hayat bir oyun gibi. Ya kazanırsın, ya kaybedersin. Bi el atlayamazsın, nolur yani sevgilinle kavga ederken bi anda neyse sonra kavga edelim şimdi susasım geldi mi diyeceksin? Sınavın ortasında ya benim içimden gelmedi sonra versem olmazmı falan mı diyeceksin? Hadi lan ordan derler. Sen otur hayal kur en iyisi, en azından o zaman zararın olmaz kimseye.

 Bende oturup hayal kurarım kendi kendime. Susarım bazen. Bazen konuşurum. Gülerim bazen. Ağlayadabilirim. Bakarsın insanımdır, duygularım vardır. Bakarsın yoktur. Kim bilir?

c'mon shine as hard as moon



.

breath-taking experience, you'll enjoy it so much that it will kill you at the end!