13 Aralık 2008 Cumartesi

bosna

Hayal kırıklığı ve özlemek gibi bişeydi bu aslında.
Ya da belki de ölüm gibi bişeydi.

Hatta farklı bi açıdan bakınca güzel bir duygu olduğunu bile idda edebilirim sanırım bunun.

Bosna'dan döneli 2 gün oldu. Akrabaları görmek, onlarla birlikte olmak. Aynı dili bile konuşamamıza rağmen birbirimize ne kadar benzediğimizi görmek açık konuşmak gerekirse korkutucuydu, ve bir o kadar da güzel. Babannemin ve dedemin ana vatanıymış bosna çok uzun zaman önce. Hikayemizi de yanlış anlamadıysam(çünkü sadece rivayetlere dayanan ilginç ve herkesin farklı bildiği bir hikaye bu, bende arada ortak noktaları bulup az çok anlatmaya çalışacağım sanırım.) Karamanoğulları Konya taraflarında yaşayan beyliklerden biriymiş. Bizde onların uzantılarından biriymişiz, Konyalı Hocalar tarzı bişeymişiz sanırım ya da biz de Karamanoğluymuşuz gerçekten bu kısmı bir muamma. Padişah bizimkilerin sürekli ayaklanmasından sıkılıp 3 aileyi balkanların ayrı ayrı bölgelerine sürmüş. Bizim Konyalıları da Bosna'ya sürmüşler. Burada hem dini hem de kültürü yaymamız istenmiş (maksat kullanışsızı kullanmak ya, başarılı aslında=) neredeyse 8-9 nesil orada yaşadıktan sonra 1. dünya savaşından sonra olsa gerek, dedem ve onun 3 erkek kardeşi türkiyeye göç ediyorlar. Yanlarında götürmek istedikleri her türlü mal varlığına yolda eşkiyalar tarafından el koyuluyor ve hiç birşeysiz geliyorlar buraya. Önce yavaş yavaş çalışmaya başlıyorlar sonra da yeterince paraları olunca kendilerine bir kereste fabrikası açıyorlar. O sıralarda dedemin kardeşlerinden 2 tanesi vefat ediyor, hatta dedem tek oğlu olan babama kardeşlerinden birinin adı olan Cemal ismini veriyor.
Babanneme gelince o dedem gibi sarajevolu değil, Travnik'li. Travnik eskiden yemyeşil ve huzurlu bir yerken şimdi bütün o yeşillikler savaşta yok olmuş ve betondan yapılmış bir kentte buz gibi bir havada sıradağları görerek dolaşıyorsunuz Travnik'de. Ben Travnik'i hiç beklediğim gibi bulamadım, gezdiğimiz bir müzede gerçekten kentle ve hatta ülkeyle hiç bir alakası olmayan yüzlerce parça eşya gördük ama pek tatmin olduğum söylenemez.
Sarajevo ise gerçekten güzeldi(en azından benim için.)
büyük çarşıya adımınızı attığınız andan itibaren o kadar değişik bir hava sarıyor ki etrafınızı.. Bazen istanbul, bazen ingiltere, bazen fransa bazen de italyayı görüyorsunuz şehrin sokaklarında. Neredeyse 100 yıllık kütüphane binası Sırplar tarafından savaş esnasında yakılmış, tıpkı daha bir çok yer gibi.. Yapılan soykırımın izleri ise heryerde, evlerin üzerindeki kurşun deliklerinde, yakılıp sadece iskeleti kalmış evlerde ve 14 yaşın üzerindeki her türlü insanın gözlerinde.. Savaş sırasında çok büyük bir fakirlik ve zorluk çekmiş insanlar, mutluyum çünkü küçük kuzenim Farah (5 yaşında minicik bir kız, o kadar güzel ki.. =)) bunların hiç birisini yaşamamış.
İnsanlar o kadar büyük acılar çekmişler ki, her gün aileden birileri, komşular ve dostlar öldürülmüş, evler bombalanmış, insanların kahvaltıları kuru ekmek ve şekersiz çaymış.
Bosna'da tüm bunlar yaşanırken Dünya insanları neredeydi bunu hiç kimse bilmiyor. Avrupa, Amerika, Rusya.. Neredeydi herkes?
Gülümseyerek izlediler olanları, ne zamanki Boşnakların pes etmediğini ve Hırvatlar ile Sırplara yenilmediğini gördüler o zaman yardım edelim bari diye bir kaç yardımda bulunmuşlar. Samir Abi'nin elinde patlayan silahtan kalma yara izleri, kalplerindeki korku ve milletlerini korurken verdikleri savaş sırasında yaşadıkları.. Ölen ve öldürülen onca insan.. O kadar çok mezarlık ve şehitlik var ki ülkede.. Savaş biteli 14 sene olmuş, ama sokaklarda Amerikan, Alman, İtalyan askerleri dolaşıyor hala, savaşdayken neredelerdi onca asker?..
Herneyse.
Bütün bunların dışında Sarajevo o kadar yaşanmış ve yaşayan bir şehir ki.. Bütün geçmişin ve yaşayan insanları, o sırada öldürülen ve bunu izleyen insanları.. Görüyorsunuz..
o kadar zor günler geçirmişler ki.. Travnikde ise, Mimar Sinan'ın yaptığı orjinal Travnik Köprüsü yine Sırplarca yıkıldığı için bir süre köprüsüz kalmış, ama sonunda Türk-Boşnak iş birliği ile aynı köprü yine aynı yöntemlerle inşa edilmiş. Eskisinden çok da farklı değil bu yeni köprüde, o kadar güzel ki.. Kilit taşı yöntemiyle yapılmış bu köprü yani onun taşlarını bir arada tutan herhangi bir ekstra beton kerpiç gibi bir madde yok, birbirlerine dayalı duruyor taşlar. Yemeklere gelirsek de; gerçekten mükemmeller. Bizim yemeklerimize benziyor yemekleri, sadece daha değişik yapılıyor ve daha değişik sunuluyorlar. Mesela bir kebap çeşitleri var, köfte gibi bir şey var ve onu pidenin arasına bolca soğan ve kaymakla koyup yiyorsun. Gerçekten kaymak konusunu çok geliştirmişler =) O kadar güzel kaymaklar yapıyorlar ki! Dönerken içim acımadı desem yalan olur. Uçaktan ülkeyi, sıradağları ve bütün o nehirleri gölleri izlerken, gitmek istemedim. Huzurdan ve düşüncelerden kopmak istemedim.. O kadar çok düşündüm ki bu gezide.. Beni, hayatımı, yaşadıklarımı, özlediklerimi, pişmanlıklarımı ve hatıralarımı.. Nereden geldiğimi ve nereye gitmek istediğimi düşündüm.
Değer verdiğim insanları düşündüm, beni nasıl da unutup gittiklerini düşündüm..
Sanki bende aynısını yapmamışım gibi..
Sonra döndüm. Belki birazcık büyüdüm.. Ve döndüm..
Her zaman ki gibi..

27 Kasım 2008 Perşembe

28.kasim/08

Oturabilecegim en rahatsiz yerde oturup seni dusundum bugun. Tek amacim kafami toparlamakti. Guzelim bogaz manzarasina baktim, baktim.. saatlerce seni dusundum.. Yine bir sey bulamadim, biraz daha baktim, nasilsa ozellikle aradigim birsey yok diye dusundum..
Seni dusundum.

Seni sevmeme izin ver demek istiyorum, sana arkami donup gitmek istiyorum.. sonsuza kadar hayatimdan cik istiyorum, benim ol, hep benim kal istiyorum..
Carpip kapiya arkama bile bakmadan gitmek istiyorum,kim bekliyorsa beni ona kacmak istiyorum en azindan bir sureligine. Sonra skilmak istiyorum sensiz kalmaktan, deliler gibi ozlesem seni.. Sana ihtiyacim oldugu aralik sabahi kar sogugu nasil carpiyorsa suratima oyle carpsin, alsin beni gotursun uzaklara.. Anilarimizda kaybolayim. Sonra gel geri, tut beni saril bana, bir daha asla birakmamak uzere..

Ama o gune kadar cik git hayatimdan, dayanamiyorum sendeki bu sensizlige..

20 Ekim 2008 Pazartesi

Bazen beraber geçirdiğimiz günleri düşünüyorum, yaptıklarımızı.. Ne kadar küçükken ne kadar büyük şeyler yaşadığımızı.
Bazen seni özlüyorum, sonra seni hiç tanımadığımı fark ediyorum, bunu düşünerek bile seni ne kadar iyi tanıdığımı düşünüyorum.. Sonra boşveriyorum atıyorum kafamdan herşeyi, sonra yarın oluyor. Bir dün daha geçiyor, yarın bir tane daha bitireceğiz.
Yine sen, yine ben. Her zamanki gibiyiz, öyle değilmi? Olsun, bu da geçer. Seneler gibi..
Dondurulmuş yemekleri yasaklasınlar. Onları yapmaya üşenmemek çok kötü bişey, hele evde ders çalışırken. Artık tartının ibresi 99'u gösterdiğinde bakıp "aa, biraz kilo aldım galiba" derken düşünmeye başladım kendimi. Bi yandanda dersler var tabii. Strese sokuyomu sokuyo açıkçası.. 1 ay içinde hem soğuk algınlığı hemde grip oldum, artık kendime bakmayıda öğrenmem lazım..
Bazen böyle oturup düşünüyorum, ben ne işe yarıyorum?

14 Ekim 2008 Salı

Jane Asher


In 1963, Asher interviewed The Beatles. A photographer for the BBC's Radio Times asked them to pose with Asher . Asher subsequently commenced a five-year relationship with McCartney, getting engaged in 1967. She inspired many of McCartney's songs, such as "All My Loving," "And I Love Her," "I'm Looking Through You," "You Won't See Me," "We Can Work It Out," "Here, There and Everywhere," and "For No One" (all credited as Lennon/McCartney). Lennon/McCartney penned the number one hit "A World Without Love" for her brother Peter.

McCartney stayed in the Asher family home at 57 Wimpole Street from 1964-66 and wrote several Beatles songs there. He wrote in a room usually used for music lessons. The Asher house was also a place of intellectual stimulation for McCartney. He enjoyed the rarefied atmosphere of upper-middle class conversation and company that the house afforded, and to which he aspired, According to Cynthia Lennon, McCartney was "as proud as a peacock" to have Jane as a girlfriend, and saw her as "a great prize." Marianne Faithfull remembered McCartney and Asher "never getting on very well," and described one evening at Cavendish Avenue when McCartney wanted a window to be open and Asher wanted it shut. McCartney would repeatedly get up and open the window and then Asher would get up and close it, although neither of them made any comment about it during the whole evening.

McCartney did not stop having one-night stands with other women during his time with Asher, because he felt that since they were not married, it was allowed.[10] On 25 December 1967, McCartney and Asher announced their engagement, and she accompanied McCartney to India in February and March 1968. Asher broke off the engagement in early 1968, after coming back from Bristol to find Paul in bed with another woman, Francie Schwartz. They attempted to mend the relationship, but finally broke it off in July 1968. Asher has consistently refused to publicly discuss McCartney or her time with him, and has maintained her position on the matter to this day. On this basis, she is described by the Beatles' 1968 biographer Hunter Davies as the only major Beatles associate not to have published her recollections.



Belki ona benzediğim içindir.. Bu kadını çok sevdim ben..

7 Ekim 2008 Salı

ML4a rainy day

1- Massive Attack - Angel
2- Faithless - Mass Destruction
3- Hooverphonic - My Child
4- Goo Goo Dolls - Iris
5- No Doubt- Don't speak
6- Simple Plan- Perfect(Acoustic)
7- Placebo- 20 years
8- U2- Some times you can't make it on your own
9- Garbage- Only happy when it rains
10- Plain White T's- Hey there Delillah
11- Jamiroquai- Talullah
12- Phoenix- Run run run
13- Anathema - Flying
14- Anathema- Destiny
15- Opeth- Benighted
16- Pink Floyd- Wish you were here
17- Korn- TearJerker
18-Slipknot- Vermilion pt.2
19- GreenDay- Wake me up when september ends
20- Puddle of Mudd- Blurry
21- Thievery Corporation- The Cosmic Game
22- Air- Cherry Blossom Girl
23- Air- Red Head Girl
24- Moonspell- Can't bee
25- A Perfect Circle- Orestes
26- Norah Jones- Don't know why
27- Depeche Mode- Enjoy the silence
28- Depeche Mode- Walking in my shoes
29- Finger Eleven- Them VS You VS Me
30- Finger Eleven- One Thing
31- Finger Eleven- I'll keep your memory vague
32- Oleander- Runaway Train
33- Oleander- Are you there?
34- Oleander- Bruise
35- Pink- Love Song
36- Pink- Dear Diary
37- Jay Jay Johanson- Mana Mana Mana
38- Jay Jay Johanson- Believe in Us
39- Jay Jay Johanson- She doesn't live here anymore
40- Nick Cave and The Bad Seeds- As i sat sadly by her side
41- Butthole Surfers - Pepper
42- Travis- Writing to reach you
43- 30seconds to Mars- A modern Myth
44- 30seconds to Mars- Was it a Dream
45- Massive Attack- Dissolved Girl
46- Travis- Why does it always rain on me
47- Amy Winehouse- Back to black
48-Björk- Bachalorette
49- Björk- Possibly Maybe
50- Sneaker Pimps - Cute Sushi Lunches
51- Butthole Surfers- Whatever
52- The Gathering- Shortest Day
53- Smoke City- Devil Mood

Hello, it's me kinda music.

5 Ekim 2008 Pazar

anı

biraz garipti ama en azından gerçekti herşey hayatta.
ölmeden önce bu kadar ileri gidebileceğini düşünmezdim iddamızda, her gece rüyama girerdi saatlerce sohpet ederdik. zaten sadece onun yüzünden, biraz kaçmak biraz da onun olmak için günlerce uyumazdım.
her uyuduğumda yanımda olduğunu bildiğim için olsa gerek bi huzur gelirdi içime, öyle ki huzursuzlık gibi bişey. Sen arkamı dönüp giderken ben sana dönüp bakmadığımda.
Uykuya daldım.

günaydın dedi ince bir ses, tanıdık olup olmadğından hiç emin değilim ama güvendim ona. elimi tuttu, nereye gidiyoruz dedim.
sus dedi, sus konuşmak dediğin zaman kaybı.
kapattı gözlerimi, boğazımda bir soğukluk hissettim.. Ilık bir şeyler aktı sanki, çok hissedemedim neler olduğunu ama tekrar gözümü açtığımda sesin sahibi karşımdaydı. Güzel bir kadındı bir o kadar da genç. Erken tükettin hayatını dedi, cesedim güzel kalsın isterdim hep dedim. Hallederler merak etme dedi, güldük. Ne kadar çok benziyorsun bana hiç farkettinmi dedi, bilmem seni ne kadar tanıdığımdan bile emin değilim dedim.
Aslında beni çok iyi tanımalısın ben senim dedi bana.
Ben olsaydın bilmezmiydim dedim, benim bilmem ikimizede yetmezmiydi dedi. Saygı uyandıran bir duruşu vardı onun. Günahların varmı dedi, çok dedim. Pişmanlığın dedi, yok dedim. Hayatta geri dönmek isteyeceğin şeyler dedi, sadece bir kaç insan ama bensiz yapamayacaklarını sanmıyorum dedim. Zaten her zaman bağlanmakla ilgili problemlerin olmuştur dedi, olmazmı dedim. Biraz sevmen lazım, biraz güvenmen lazım dedi. Geçti benden dedim. Seviyorum ama merak etme dedim, uzun zaman olmuştu ama seviyordum birisini gitmeden önce..
Onu özliyebilirim belki dedim..
Olabilir dedi. Olabilir dedim.
Ağlamayacaksın öyle değilmi dedi, emin değildim. Hayır dedim.
Hadi gidelim dedi, elimi tuttu. Oturdum, önümden hayatım geçti. İlk ve son geçti önümden, gülümsedim. Bazen ne kadar zorlaştığnı hayatın unutmuştum tekrar görünceye dek, küçük çocuklarınne kadar acımasız olduğunu ve büyüdükçe gururlarını da kaybettiklerini, aşşağılık küfürleri ve dedikodularıyla yıktıkları gerçekleri izledim.
Mutluyum, bitti dedim.
Onu özliyeceksin dedi.
Ben onu asla kaybetmeyeceğim dedim, o hep benim içimde.
Biliyorum dedi, bir gün yanına gelecek.
Gözlerimizi kapatıp umduk beraber.
Gözlerimizi açtığımızda sahil kenarındaydık, birlikte yatıp yıldızlara bakıyorduk. Hiç birinin adını öğrenemedim dedim. Boşver bende dedi. Adalara baktık. Onları da bilmiyorum dedim. Olsun dedi. Hayat güzeldi değilmi dedi, çok dedim.

Olsun dedi, olsun varsın..
bitsin, gelecekler zamanla.
özlüyorlar seni, merak ettiğin buysa.
çok ağladı hiç ummadğın insanlar dedi..
Doğum günüm olsaydı yüzüme bile bakmazlardı dedim, güldü.
Herşey değişir dedi.
değişsin dedim, bensiz değişsin.
sen bekle, büyü burda dedi. gitti

durdum uyyudum, uyandım. kök saldım, up uzun koolarım oldu sayısız. yemyeşil yapraklarımı sallandırdım söğüt bedenimden. dostlarım altımda ağladılar, ailem altında ağladılar saatlerce, bir kaç kişi gelmeye devam etti taşımın başına, ama herkes en çok ağacımı sevdi, orada saklanıp izliyordum bazen onları, biliyorlardı sanırım.

ne kadar kaçarsalar kaçsınlar, hep içlerinde bir yerlerde yaşattıkları sürece duracağım ben.
çünkü bir anıyı öldüremezsin..

3 Ekim 2008 Cuma

Shake the disease.
Bugün benim doğum günüm.
Bu yaşımada turuncu kafam ve eşsiz dostlarımla girdim. Mutluyum, hemde çok mutluyum..
Ama en çok Tanrının hediyesi mutlu etti beni, bunca yağmur..
Eşsiz bir güne başlangıç oldu benim için.
Doğum günüm kutlu olsun.. (:
doğum günüme 3 saat 20 dakika kaldı.
havai fişekler nerde :D

1 Ekim 2008 Çarşamba

mesela yarın double espressomu içmek için ananemin evinin oraya gidicem. clementine'de oturucam. kendi başıma.
gazete okicam.
kendi başıma müzik dinlicem.
belki ders çalışırım.
bi iki sigara yakarım, içmeyi unuturum, söner kendi kendine.
başarılı olmazmı. beklentim yok nasılsa.

o bile yalan

1.09

Çok gördüm geçirdim. Yüzlerce 1.01, 23.23, 14.14 gördüm.
Portishead, Massive attack, Hooverphonics, Stereophonics.. Hepsi oldum teker teker.. En çok my child olmuştum, sonra angel oldum.. Sonra inertial creeps oldum.. Şimdi Undenied oldum.. Sonra ne olucam? Ben ben olucakmıyım? Yoksa hayatım boyunca o topladğm cd lerdeki şarkılarmı olucam.
Mutlumuyum, tartışabiliriz bunu. Göreceli olarak güzel bir hayatı olan pimpirikli bir insanım. Mutsuzmu yapar bu beni?
Yeni aldığım göz kalemlerim ve farlarım (hatta alırken aşk yaşadığım o güzel rujum bile) kayboldu. Hemde ben daha onları kullanamadan.
Hayatımda olmaması gereken bi kaç kişiyi hayatımdan çıkarttım, en olmaması gereken bi kaç kişiyle akrabayım.
Nil Karaibrahimgil'in şarkısı varya.. Akraba, akbaba.. Leş yiyiciler gibi.. Bizimkiler diriyken yiyolar.
Ağzı olan konuşur kuramı.. Kurammı o?
Kitap yazıyodum, iremlerde unuttum.. Berlinde o şimdi o dönünceye kadar başka bi yere yazıcam.. Ama sonra geçirmeye üşenicem kesin, kendimi biliyorum.

Ergenlikteki isyankar adi genci oynamam gerekirse; sanırım nefret edecek kimsem yok. Ben nefret etmeyi öğrenmedim hiç bir zaman ama her zaman intikamcı oldum ve kin tutmaktan da hiç bir zaman çekinmedim. Ama bu benim o insanları sevmediğim anlamına gelmiyor, sadece onlara karşı birşey hissetmiyorum.

Hani böyle insanlar olur, senelerce senelerce birliktesindir. Sonra bişey olur, silersin.
Eksikliğini hissetmemenin verdiği hissiyatı çok sevmesemde bağlanmakla ilgili bir çok problemim olduğunu kabul edebilirim. Özeleştiri yapmak güzel bişey, kendi hatalarımı yazıya dökmek.Nasılsa bi daha okumicam.

Herneyse.
İyi geceler.

30 Eylül 2008 Salı

deveye boynun neden yamuk demişler
o da en azından ceren beni seviyo demiş.
seni seviyorum deve

29 Eylül 2008 Pazartesi

cevap.

şizofreni ve hayal gücü arasındaki o ince çizgiden bahsetmek için bana aşşağıda cevaplama gereği duyduğum maili göndermiş olan "deniz" e çok teşekkür ederim.
Tahminlerinin aksine şizofrenik değilim. Olasılıklar üretmek için illa şizofrenik olmam gerektiğine inanıyosan bence senin acilen bi iki kitap okuyup güzel bi tatile çıkman lazım, aksi takdirde hayal gücün iyicene körelecek.
Çocukmuyum? Çocuğum tabii ki 17 yaşıma basmama 4 gün kaldı ve benim yaşımdaki insanların yazmaması için yazılı bi kural olduğunu gösteren bi belgede elime geçmiş değil.
Bence oturup bu kadar çok benim yazılarımla ilgili kafa yorman hoş ama bir o kadar da boş birşey. Tabii ki de onların okunması çok hoşuma gidiyor ama Denizciğim, bana olasılıklardan yola çıkarak yazdığım yazılardan dolayı koyduğun teşhise dayanarak acil lithiuma başlaman gerektiği kanısına vardım.
Bana neyle ilgili ne bilip yazıyosun demişsin bir de, birşey bildiğim için yazmıyorum ki, az bilip çok konuşan insanlardanım. Normalde tanısan hiç sevmezsin yani, zaten bende seni sevmezdim sanırım. Bunun yanı sıra en eski yazılarımla ilgili söylediklerin için çok teşekkür ederim en azından o yazılar senin gibi zevkleri olan insanlara ulaşabiliyosa ne mutlu bana demek ki gerçekten de istediğim gibi insanlara ulaşabiliyormuşum.

Kendimi tebrik etmenin yanı sıra sanada teşekkür ederim, zaman ayırıp bana öyle bir mail attığın için, söylediklerini dikkate alaraktan bir psikoloğa gideceğim için değil, sonunda onları çok beyendiğini söylediğin için. (yalnız olduğum için yazmıyorum merak etmen çok hoş ama asosyal ve kendi kendisinde kafasında birşeyler kuran bi tip olduğuma inanmak istemiyorum.)
Sen ve yazdıklarımı takan diğer herkes iyi ki varsınız.

Unutmamalıyız ki yeterince sarhoş olursak şirinleri görebiliriz..
İyi geceler.

28 Eylül 2008 Pazar

Hani şarkılarda şiirlerde yazarlar ya.. Bulvarlar derler, kırılmış hayallerle doldururlar bulvarları.. Aşık olurlar bulvarlarda.. Ben bulvar nedir bilmiyorum, gördüysem bile tanımıyordum.. Ben aşkada inanmıyordum.
Yanlışmı yaptım herşeyi? Belki de bulvarı öğrenmeliydim ilk.. Şairlerin o kalemlerinin uçlarındaki nasırlara rağmen sıkıca tuttukları o kalemin döktüğü cümleler varya onlardan çıkan o bulvarları öğrenmeliydim ilk..
Ben hiç bulvar görmedim, gördüysemde tanımadım..
Ben hiç bulvarlar üzerine bir şiir ya da bir yazı yazmadım..

Sonra bir baktım, Atilla İlhan bile yazmış bulvarlar üzerine bir şiir.. Benim ne eksiğim var ki dedim..

Bende bu yazıyı yazdım..

29/9/08

Seneler önceydi, kafamı çıkarttım camdan. Yağmur yağıyordu. Napılır lan bu havada dedim. Saçımı bozarım en fazla dedim, çıktım yürüdüm yağmurun altında saçım bozuldu, o kadar da çok sevdim ki o duyguyu.. Ben küçükken hep söylenirdi annem; suyla oynama bu kadar diye.. Sonra onun gibi olurum diyemi korkardı hep bilmiyorum.. Su gibi olmak nasıl bişeyse..

Su akar, buharlaşır.. Unutulmaz ama hep heryerdedir o.. Herşey suda başlar suda biter.. Hayat sudur.. Suya yazı yazılmaz, suya şarkı söylenmez, su bırakılan yerde durmaz..

Su gibi olmak istedim.. En ufak boşluklardan akıp heryerden kaçabilmek hayatım boyunca, heryerde ve herşeyde olup farkedilmemek gibi bişey olsun istedim. Yağmur yağsın istedim yağmura güvendim.. Çakan o salak şimşekleri hiç bi zaman sevmedm ama yağmurun sesini dinlemek için onlara rağmen oturdum o kalk diye kolumdan çekiştirdikleri yolun ortasında.. Dinlemedim kimseyi, sevmedim söylediklerini.. Kalk hasta olursun.. Eee?

Yağmur bana hep özel şeyler getirdi. Hayatım boyunca mutlu ve mutsuz hemen her olayımda yağmur yağdı..

Dün yine yağmur yağıyordu.. Oturdum onu dinledim.. Ne kadar çok konuşuyordu öyle, saatlerce susmadı anlattı.. Bende ağladım, damla damla, onun gibi.. Sohpet ettik.. Bana seni anlattı, yaptıklarını anlattı.. Bana aşıkları anlattı saatlerce oturan yağmurun altında.. Bana yalnızları ve mutluları anlattı, mutsuzları ve hayatları anlattı..
Sonra gitmeliyim dedi.. Beni özle dedi..

Dur dedim gitme.. Gülümsedi, tut beni dedi.
Unutmicam seni dedim , geri gel lütfen..
Gelicem dedi.. Yeter ki beni unutma..

Arkasından koştum, yetişemedim.
Gitti..

26 Eylül 2008 Cuma


archive'in goodbye isimli şarkısını keşfettim bugün. benim olsun dedim. benim olsun.


I’m thinking of you
In my sleep
I know I could talk
The worst kind of sound
I know this things
Cannot be repaired
When I wake up
I’ll be in despair

Cos I know I’ve got to say
I know I’ve got to say
Goodbye baby goodbye
Goodbye baby goodbye
You’re my sweetheart goodbye
You’re my sweetest goodbye

I know I’m gonna look
So, so, so, so bad
But there’s no easy way
For me to have to walk away
But I don’t want to hear this no more
And I don’t want to feel this no more
And I don’t want to see this no more
And I don’t want to experience this no more

Cos I know I’ve got to say
I know I’ve got say
Goodbye baby goodbye
Goodbye baby goodbye
You’re my sweetheart goodbye
You’re my sweetest goodbye
Goodbye (Repeat)
You’re my sweetest (Repeat)

24 Eylül 2008 Çarşamba

23:23

23 Eylül 2008 Salı

Ben yalnız kalacağımı sanıp kaçsam, sonra tam giderken karşıma çıksan..
Elin uzansa, tutamasan, gitsem. Hemde beni son görüşün olsa.
Angel çalsa, ben ağlasam.
Seni özlesem, seni özlesem, saatlerce seni özlesem..
Sonra ansızın dönsen, gelsen..
Benim olsan..
Hayal olmasa herşey, gerçek olsa..

21 Eylül 2008 Pazar

uyumak istedim, uyuyamadım.
uyanmamak istedim, uyandım.
kahvaltı etmek istemedim, zorla yedirdiler.
kalkmak, evden çıkmak istemedim, zorla çıkardılar.
yorgunum.
bugünü sevmiyorum.
bugünü hiç bi zaman sevmicem. olamazmı?

20 Eylül 2008 Cumartesi

Şimdi birileri gerçekten bu blogu okuyomu? Vay be..

Lüzum(suz/lu) bilgiler

Haydarpaşa tren istasyonunun 2. Abdülhamit döneminde italyan ve fransız heykeltraşların yardımıyla yapıldığını biliyormuydunuz? İlk yapılma sebebi Bağdat-İstanbul arası tren seferlerini gerçekleştirmekti. Birinci Dünya savaşı sırasında deposu cephanelik olarak kullanılan garın sabotaj sonucu cephanelerin patlaması ile büyük bir bölümü hasar görmüştür. Binayı yeniden onarıp ona bugünkü görünüşünü vermişlerdir. Ama ne yazık ki bu kadarla bitmemişti garın şanssızlığı, 1979 yılında kadıköy yakınlarında bir tankın bir gemiyle çarpışarak patlaması sonucu oluşan ısı yüzünden binanın kurşundan yapılmış vitrayları hasar görmüştür. 1983'de ise aslına uygun olarak büyük çaplı bir onarım geçirmiştir, kuleleri ve dış cepheleri onarılmıştır.

Taksimdeki Cumhuriyet anıtının yapımına 1923'de başlandı ve tam 3 sene sonra o sırada hiç bi özelliği olmayan boş bir meydanda yüzlerce meraklı insan eşliğinde Kazım Özalp tarafından açılışı yapıldı. İtalyan heykeltraş Pietro Canonico tarafından yapılan heykel seneler içinde 1 defa yer değişikliğine uğramıştır. Yapımında taş ve bronz kullanılmıştır, ama tabii ki dönemde devlet bunu karşılayamadığı için halktan para toplanılmıştır (bkz. italyan lisesinde bağış parası). 11 metre yüksekliğindeki bu heykelin kaidesinde pembe ve yeşil mermerler kullanılmıştır, bi de onunla ilgili az bilinen bir gerçek vardır: bu heykelde İsmet İnönü, Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak'ın yanı sıra iki tane de Türkiye için çok önemli işler yapmış sovyet generaline yer verilmiştir(Atatürk'ün arkasında dururlar). Bu generaller Mihail Frunze(Rusyanın Türkiyeye ilk iyi niyet elçisidir) ve Kliment Voroşinovdur.(kurtuluş savaşında Türklerin strateji kurmalarına yardımcı olan general) Atatürk ruslara hoş bir jest yaparak bu iki generalide ekletmiştir Cumhuriyet Anıtına.

Taksim St. Antuan kilisesi 1725'de saraylılar ve saraya yakın yaşayan yabancı uyruklular ve tüccarlar için ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için açılmıştır. Şimdiki halini alması için 1906-912 arasında restore edilmiştir. İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından negotik tarzda betonerme olarak inşa edilmiştir. Girildikten sonra sağda ve solda 2 tane 6 katlı apartman bulunmaktadır ki bunlar St. Antuan apartmanlarıdır. Yapılım amaçları kiliseye gelir getirmektir. Kilise italyan rahipler tarafından yönetilir ve laikliğin bir sembolü olarak ibadet alanları dışında hiç bir yerde formalı rahip-rahiblere rastlanmaz.

İtalyada rönesans yani aydınlanma çağının altyapısını oluşturmak için başını Dante, Boccaccio ve Petrarca'nın başını çektiği hümanizm akımı başlatılmıştır. Hümanizmle eski grek ve latin eserlerini araştırarak(bkz. cicerone) bunlardan yola çıkarak yeni eserler, teoriler oluşturmuşlar ve aydınlanma çağına girişmişlerdir. Böylece sanata ve sanatçıya verilen kıymet artmıştır, tanrı için sanat yerine sanat için sanat atımı ve realizm akımı ağırlıklı olarak öne çıkmıştır.

Çiğnediğiniz sakızların kağıtları için ağaçkakanlar ölüyor.
Sümüklü böcekler sadece çok nemli havalarda fazlasıyla ortalıkta dolaşırlar.
Büyük devrimciler her zaman ilk önce güç vaatleriyle gençleri kendi yanlarına çekmişlerdir.
Bir erkek diğerine dost olduğunu, elinde silah bulunmadığını göstermek için, boş sağ elini uzatıyor, diğeri de aynı şeyi yapıyordu. Ama her iki taraf da kendini emniyete almak, diğerinin aniden silah çekmesine mani olmak için, birbirlerinden emin olana kadar, birlikte ellerini hafifçe sıkarak duruyorlardı.

Tokalaşırken elleri sallama alışkanlığı, elleri daha iyi kavrayarak, rakibin giysisinin içinden aniden bir silah çıkarmasını önlemek için başlamış olabilir. Ancak sonraları dostluğun bir ifadesi oldu.

Herkesin sandığının aksine tuz suyun içinde şekerin eridiği gibi erimez. Tuz buzun içine girince onu çözer. Tuz yine kalır ama buz çözüldüğü için artık o su değil, tuzlu sudur ve erime noktası saf sudan daha düşüktür. Buzlanmış yollara tuz döküldüğü zaman, tuz önce buz ile çözümlenerek bir buzlu su tabakası oluşturur ve bu çözeltinin donma noktası düşük olduğundan, sıfırın altındaki sıcaklıklarda bile donmadan kalabilir. Günümüzde ABD'de üretilen tuzun yüzde 45'i yollardaki buzun eritilmesinde kullanılmaktadır.

Bilindiği gibi su, sıcaklığı sıfır dereceye varınca donar. Suya tuz ilavesi ile bu donma sıcaklığı da düşer. Suya yüzde 10 tuz ilavesi donma sıcaklığını -6 dereceye indirir. Yüzde 20 tuz karıştırılmış su ise -16 derecede donar. Ancak yolun veya buzun ısısı -16 dereceden de az ise artık tuzun erimede pek etkisi olmaz, sadece buzun üstünde kalarak tekerleklerin kaymasını azaltabilir.

işte böyleeeeeeee...

19 Eylül 2008 Cuma

Donnie Darko


Gary Jules efsanesinin "Mad World"ünü hayatıma sokan mükemmel film. Konusu genç bir şizofren, Donnie Darko ve onun hayatındaki olasılıklar.. Donnie dünyanın ne zaman yok olacağını bildiğine inanıyor ve kendisine göre "kıyamet günü" olarak bellediği güne kadar olasılıklar için bir hayat yaşıyor. Aslında Donnie'nin tek bir hayatını değil film boyunca bir olasılıktan diğerine atlıyorsunuz. Uzaydaki ya da Dünyada gizli kilit noktalarından zamanı geri ya da ileri alabilme olasılığı ve insanların içlerindeki o plasmatik enerjiyi görebilme yeteneği. Ölmek ve bir başka gün,bir başka hayatta tekrar dünyaya gelmek. Ya da ölmek ve dirilmek.
Kaybedecek birşeylerinin olması, kaybedecek hiç bir şeyinin olmaması.
Ne yaparsan yap boynunda sıcak bir nefes hissetmek, sana yapmak zorunda olduğun şeyleri anlatan. En büyük korkular ve aslında hiç olmaması gereken şeyler.. Ölen bir sevgili ve onunla geçirilen günler.. İşte Donnie Darko böyle bir film. Bence her insan bir defa izlemeli bu filmi, en azından nasıl olduğunu görmek için.. Ebeveynler, olması gerekenler, olmaması gerekenler ve z0rla olması sağlanan şeyler ile dolu bir film..
Duygusuz olduğumu idda edemezler bana. Sandıklarından çok daha fazla duyguluyum aslında. Anlatmayı sevmiyorum, susmayı seviyorum bazen olamazmı? Ben gülmeyi ağlamaktan daha çok seviyorum, nemrut bir suratla gözlerinizin içine bakmak bana çok daha iyi geliyor ağlamaktan ya da üzülmekten.

Üzülemediğim için değil, beni bununla suçlayamazlar. Yeri geldi çok üzüldüm, çok ağladım. Çok yalancı konumuna düşürülmeye çalışıldım, çok suçlandım. Sesimi çıkartmadım. Ta ki son raddesine kadar. Ve sonunda artık sanki hayatta herkes ve yaşadıkları herşey mükemmelmiş gibi davranmanın dünyanın en saçma şeyi olduğunu farkettim çünkü aslında hiç birisi mükemmel değil ve gerçekten kötü, üzücü ya da kıracak şeyler yapmadığım sürece kimsenin beni suçlamaya hakkı yok. Ama bunu nedense herkes görmezden geliyor. Üzülemediğim için değil, sadece artık umurumda olmadığı için. Artık insanları silmek zor gelmediği için.

Sevemediğim için değil, hep yanlış insanları sevdiğim için. Hep onlara güvenip hep onların yanında olmak istediğim için. Aşık olamamak ya da arkadaşsızlık olarak gördüler bunu, oysa benim zaten dostlarım vardı ve asla yenilerini izlemedim çünkü ihtiyacım olan herşey yanımda vardı zaten. Sevemeyip aşık olamadığım için değil, çok sevip karşılık bulamadığım için duygusuzlaştım eğer birisini sevmek zorsa benim için bunun için benim üstüme gelinmesi de tam olarak bu yüzden saçma.

Anlayamadığım için değil, görmezden geldiğim için
Kavga edemediğim için değil, etmek istemediğim için
Fark etmediğim için değil, yüzüne vurmak istemediğim için sustum.
Sonunda ben suçlu oldum.

Öyleyse suçlasınlar beni yine, yeniden. Duygusuz ve ketum duracağm yine karşılarında, umursamadan ne yaptklarını ne yapıcaklarını kafamı çevirip gideceğim, tıpkı hayatın bana yaptığı gibi.

18 Eylül 2008 Perşembe

Bazen uzaktan güzel bir dağ manzarasına bakınca zıplayarak bir dağdan diğerine atlayabilirmişim gibi geliyor. Ya da suadiye sahilde oturduğumda, eğer yeterince hızlı koşarsam hiç suya batmadan adalara kadar koşabilirmişim gibi.. Fizik kurallarına meydan okumak ne kadar da güzel olurdu.. Sihirli güçlerin olması gibi bişey..
Sigarayı bırakmaya çalışıyorum. Her ne kadar zor da olsa başaracağıma sonuna kadar inanıyorum, bu sefer yapacağım. Hem zaten...

Hem zaten ne?
Ben bile bilmiyorum. Hayatta herşeyini hataları üzerine kuran bir ergen. Evet o benim.
Hala ne olmak istediğimi bile bilmiyorum.

Ayrıca her saniye parfümünün kokusu burnuma geliyor, yeterince dikkatli bakarsam seni bulabilirmiyim evde?

Davidoffumla yeterince alışamadık birbirimize, onu sevemedim bir türlü.

Bugün çok uyudum, az düşündüm belki de ondan böyle oluyor.
Birşeyleri rüya sanarak hareket etmek en mantıklısı olabilirmi?

Hayat zor tabii naaparsn..

american history x


Bugün american history x'i izledim. Ne kadar enteresan bi film olduğunu uzun uzun anlatmama gerek olduğunu gerçekten zannetmiyorum. Filmin başı ve sonu, herşeyi o kadar gerçek ki insan durup da bir düşünmeden edemiyor. Tarikat kavramını, fedakarlık adı altında koşulsuz şartsız yargısız inancı, hırsı ve gözü karalığı o kadar güzel işlemişler ki filmde.. Kocasını kaybetmiş bir anne, onun yahudi sevgilisi ve 2 oğlu ile 2 kızı. Büyük oğlu yanlış anlamadıysam skin headlerden, adolf hitlerin felsefesini amerika için uyarlamış olan charles isimli bir adamın yanında her zaman. Siyahlar, araplar, türkler, japonlar, ispanyollar, vs.. bunların hepsi onun gözünde düşman. Özellikle siyahlara karşı bir nefret duyuyor kahramanımız. Sonunda 2 siyahi adam arabasını çalmaya çalışırken onları yakalayıp öldürüyor ve hapse atılıyor. Film bu genç adamın hapisten çıkmasıyla başlıyor, onun yolundan gitmeye başlamış olan küçük kardeşini sonradan ne kadar yanlış birşey yaptığını görerek geri çekmeye çalışan bir abi, hasta bir anne, üniversitede bir kız kardeş, çok akıllı ama abisinin izinden gittiği için problemli ve göze batan erkek kardeş..
Filmin sonunda yaşananları gördükten sonra insanın kimseden nefret edesi gelmiyor nedense, herkesi aynı kefene koymamayı göze sokuyor sanki bu film..
Hayatım buyunca unutmayacağım o özel filmlerden biri işte..

17 Eylül 2008 Çarşamba

Ben ve kırmızı saçlarım.
Seneler sonra yine beraberiz, bu sefer daha turuncumsu bi hava var sanki.
Ama olsun, biz böyle iyiyiz mutluyuz. (:

15 Eylül 2008 Pazartesi

sen cumartesi gibisin.
seninleyken zaman duruyor gibi, hayat daha güzel oluyor.
sonra sen gidiyorsun, akşamdan kalma oluyorum, ayılamıyorum, inanamıyorum
sen cumartesi gibisin ve seni çok seviyorum

14 Eylül 2008 Pazar

Mesela bu gece hepimiz uyusak. Herkes uyusa ve sonraki gün uyandığımızda ilk defa hiç hırsızlık olmasa. Herkes bi bardak çay içse ve sakince yola çıksa. Kimse kimseyle konuşmasa, kavga etmese. Sonra herkes canının istediğini yapsa ama bu kimseye zarar vermese.
Sonra akşam olsa yine herkes uyusa, ama sonraki sabah kimse uyanmasa.
Kimse uyanamasa ve evler uyuyan insanlarla dolsa, sokaklardaki kuytu köşeler gibi.
Sabah olsa ve kimse uyanamasa, sonra akşam olsa ve yine sabah olsa, hala kimse uyanmamış olsa.. Herşey düzelirmi kendiliğinden?

İnsanoğlu düşünmediği zamanlarda daha zararsız oluyor kanımca.
bence kimse düşünmesin.

kitap

belki de bir kitap yazmalıyım. bu yazılarımı koyarım, yeni yazılarımı koyarım..
zaten bir kitap yazıyorum, içine herşeyimi koyuyuorum.
belki de bir kitap gibi boş bir defter yazmalıyım, her sayfasını hayal gücüyle doldursunlar diye.
ama ya hayal güçleri yoksa? ya onların akıllarındaki herşeyi silmişlerse?
bön bön baksınlar diye yazmak istemem, gerçekten güzel bir şey olsun isterim ben kitabımın.
özel olsun, eşsiz olsun gibi. Biraz şizofreni olsun, belki de kendine aşık bir şizofreniyi anlatmalıyım kitabımda. Virginia Woolf gibi. Londra gibi büyük istanbul yangınını görmüş olurum ben, köprülerin yıkıldığını ve yıkılan istavrit kutusu tünelinde ölen istavritleri anlatırım. sonra konserve hamsilerin zor hayatlarını ve bir karıncanın kasıtsız gelen yol bulma dürtüsünden bahsederim. Benimle ilgili yazacak çok şeyim olmaz belki, belki de ben olmam. Hatta belki de ben yazmam, bırakırım bir başkası yazsın. Bir iki şiir eklerim kitaba, senelerdir şiir yazmadım ya, belki güzel olur diye. Özel olsun kitabım, kağıttan olsun ama sincaplar ölmesin onun basılması için. Benim kitabım hayatta bir insanın üzerine düşünmeyeceği ama hayatta aklından geçirip boşvereceği herşey hakkında olsun, görmezden gelsinler onu. Beyenmedikleri için değil, cesaret edemedikleri için inkar etmeye.

Ben bir kitap yazmak istiyorum. evet bunu bütün içtenliğimle düşünüyorum..

11 Eylül 2008 Perşembe

Sırf eğlence olsun diye sağa sola bakmadan karşıya geçmek gibi yaşamak. Aslında hayat dediğimiz bu bünye bitmeye oldukça meyilli. İnsan dediğimiz bu organizmaların da çok sağlam olduğu söylenemez. Nezle olunca bile yatakta kıvranıyoruz. Tıpkı sevgiliden ayrılınca yaptığımız gibi. Sonra aç kalınca kıvranıyoruz, çok yediğimizde sancılandığımzda yaptığımız gibi. Kendini tekrarlayan bir hayat yaşıyoruz. Kendini tekrarlayan bir hayata bağımlı yaşıyoruz. Pamuk ipliğine bağlı bir taş gibi, düşmemesi için dua ediyoruz.. Tanrıya yaslandım, dua ettim bugün.. Kendim için değil, canımdan kanımdan kuzenim için. Güçlü olması için.. Hayatının kıymetini bilmeyen onca insan yerine onu seçtiği için kızıyorum tanrıya.. Boşuna..

Eğer zamanı geri alma şansım olsaydı bunu sadece onun için yapardım, çünkü o yaşamayı benden daha çok hakediyor.. Umarım iyileşir ve bunun bir bedeli olacaksa bana çıkar, çünkü asla dünyanın en iyi insanı olamadım. Asla herkes tarafından sevilmedim ve hiç bi zamanda bunu haketmedim. Herşeye rağmen sevdim, tam da olması gerektiği gibi sevdim.. Ve şimdi diliyorum.. Çaresizce dileniyorum tanrıya, kuzenimi benden almaması için..

30 Ağustos 2008 Cumartesi

16.22

Senelerdir çığlık ata ata söylediğim, ağladığım, zırladığım biricik finger eleven'ımın canım şarkısı i'll keep your memory vague'unun krock da çalmaya başlaması bende bi şok etkisi yaratmadı desem yalan olur. Sevindim, çünkü sık sık çaldıkları için bende bolcana dinlemiş oluyorum. Üzülüyorum, çünkü orta malı olmasından korkuyorum. Ama olsun, finger eleven'ı seviyorum. (=

26 Ağustos 2008 Salı

1.05

Bütün gün Pepper ya da diğer adıyla Avalanche dinlemek ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama sanırım böyle mutluyum. Bugün hayatın komik yanlarından bahsedelim birazda; bir insana göre çok acı olan birşeyin metafor olarak kullandığımızda bunun aslında ne kadar mantıklı olduğunu görmek gibi. Hayatın ironisi böyle bişey olsa gerek, aslında bana sorarsanız (kanımca) hayat bizimle taşşak geçiyor. (I can almost hear my mothers voice yelling at me: Watch your mouth young lady! It's not propriet at all, is it mom? But take a look at the things that i've done. I'm swearing but still reading to be a idiotic "wise" person. I know a few languages(so?), but still can't get a job before 18. And life is in such a rush that i can't catch up with sometimes. But i'll survive (as the singer says), even if i swear.) Herneyse. Prensip olarak herşeyden nefret etmeye ve bi o kadar da nefret ettiklerime bağlanmaya meyilli bir insanım, obsesiflik böyle birşey. Ama yeni kararlar alıyorum, mesela perşembe günü sınavım var ve sınavdan önce kafa dinlemek için yarın arabayı çalıp gitmeyi planlıyorum. Eminim kimse buna aldırmaz, ne de olsa ben Ceren'im ve Ceren her zaman geri döner.

Sahne 1.
Kız yeni sevgilisiyle ilk defa buluşur, biraz sohpet, biraz yürüyüş herşey güzel, ortam yerinde.. Sonra acıkırlar. Yemek yemek için en yakın fastfood restoranına giderler.

1.olasılık: Kızın senelerce aşık olduğu eski sevgilisi orada yeni sevgilisiyle öpüşmektedir, kız gözlerini kaçırmaya da çalışsa pek başarılı olamaz(eğer olsaydı göz göze gelmezlerdi öyle değilmi.), yemek büyük bir sessizlik ve tedirginlik içinde geçer, oradan çıktıktan sonra kızın başı ağrımaya başlar ve randevu sona erer. Büyük ihtimalle 2.si de olmaz.

2.olasılık: Çocuğun senelerce aşık olduğu eski sevgili orada yeni sevgilisiyle öpüşmektedir, çocuk gözlerini kaçırmaya da çalışsa pek başarılı olamaz(eğer olsaydı göz göze gelmezlerdi öyle değilmi.), yemek büyük bir sessizlik ve tedirginlik içinde geçer, oradan çıktıktan sonra çocuğun başı ağrımaya başlar ve randevu sona erer. Büyük ihtimalle 2.si de olmaz.

3.olasılık: Restorana giderler, yemekleri sipariş ederler, birbirlerine yaslanıp yemeklerin hazırlanmasını beklerler. Yemekler gelir, çocuk kendi hesabını ödeyip kıza bön bön bakmaya başlar. Kız bozuntuya vermez ve elini çantasına atar, kendi parasını verir. Çok da neşeli olmayan bir sohpet eşliğinde yemeklerini yerler, kız sık sık tuvalete gider, biraz düşünür(konuşacak konu bulmak herzaman kolay değil.) ve geri gelir. Oradan çıkıp sinemaya giderler, buldukları en yakın matineye girerler. Bütün film boyunca öpüşürler, çıktıklarında aralarında bir soğukluk başlar. Birbirlerini seviyormuş gibi yaparak bir kaç hafta geçirirler, sonra biter.

4.olasılık:Restorana giderler, yemeklerini sipariş ederler, birbirlerine yaslanıp yemeklerin hazırlanmasını beklerler. Yemekler gelir, çocuk ısmarlamakta ısrar eder, kız bir iki nazlanır sonra gülümseyerek izin verir. Bolca sohpet ederler, oradan çıkıştada güzel bir filme giderler. Filmden çıktıktan sonra birbirlerine film hakkında sevip sevmedikleri şeyleri anlatırken belki de senelerdir ilk defa birileriyle bu kadar rahat konuşabildiklerini farkederler. Birbirlerini mutlu ettikleri sürece birlikte olurlar, hayat onlara güzel.

yaşayanlar için hayat her zaman çok ciddi bir iş. onlara göre yaşamak için çalışmak lazım, çalışmak için zaman lazım ve zaman asla kimseye yetmiyor.. bir ömür boyu yaşamak için çalışarak yaşayıp sonrada arkamıza baktığımızda, ne kadar çok çalıştım elime ne geçti diye sorduğumuzda..

Bön bön bakarak, sınırlı ama bir o kadar da yüksek gelecek beklentilerimize en büyük ihaneti yaptığımızı farkederiz. Erteleyerek o kadar çok fırsat tepmişizdir ki, bir yerden sonra artık karşımızda bir fırsat kalmadığında ve geriye dönüp bakma zamanımız geldiğinde belki de yaptıklarımızı yüceltmekten başka bir çaremiz olmadğını anladığımızda.. Umutsuzca gülümseyip bir ömrü ne kadar boş şeylerle doldurduğumuza bakarız. Bizden sonrakilerin aynı hataya düşmemesi için onlara "bak yavrum sana bir büyük nasihatı.." diye başlayan cümleler kurarız.. Ama küçüklükten itibaren yarıştırılmaya ve çalışmaya odaklanmış o hırs dolu sözcüklerle kınarlar o nasihatları.. Belki de bundan 50 sene sonra, bir "deja vu" yaşayacaklar. Nereden bilebiliriz?

24 Ağustos 2008 Pazar

25.08.08

Uzun zamandır bağdaş kurarak oturmamıştım. Bugün değişmek istedim, eskisi gibi olmak. Sanırım o yüzden bütün gün bağdaş kurarak oturdum sadece. Hiç sigara içmedim, eskisi gibi. Uzun zamandır placebo dinlememiştim. Şu anda onu dinliyorum, düşünüyorum. Hatırlamak istediğimiz ve istemediğimiz şeylerle dolu hayat, en başta tepilmiş fırsatlar, kaybedilmiş aşklar, geriye kalanlar ve anılar olmak üzere. Hayatımızı birşeyler üzerine kurmaktan bu kadar zevk alacak şekilde yaratılmış benlikleriz biz, ama atlanan bir nokta olduğuna inanıyorum, bu derece bağımsızlığa düşkün benlikler olan insanlar neden yalnızlıktan bu kadar korkarlar?
Eve dönüş inancı nereye kadar gerçekten bu korkuyu bastırabilir?
Korkular sadece bir "çift" ya da "aile" olmak için birer bahanemidir?
Sahiplenilmemek yalnız kalmakla aynı şeymidir?

Evet belki bir gün öğreneceğim.. Sanırım..

19 Ağustos 2008 Salı

soulmate please don't cry,
cuz soulmates never die..

sea . cea

...

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Gittiğinde ben..

italia pt2

İtalyadaki ikinci günüm sabah saat 9'da cereal yiyerek başladı =) Bir kase bol sütlü çikolatalı cornflake' in içine gömülürken uyandığımı hatırlıyorum sanırım =) Kahvaltıdan sonra otelden çıktık ve genellikle Yahudilerin yaşadığı Via Luigi'de ki otelimizi arkamıza alaraktan turist gruplarının peşine takılarak duomo'yu bulduk =) babamı piazza dei signori, piazza della reppublica ve fiesole dahil hemen hemen her yere götürdüm. Günün en güzel kısmı Giardino dei Boboli'de babamın hayıflanmadan geçirdiği 10 dakikaydı sanırım. Uffizzi, vs gibi görülmezse ayıp olunacak heryeri 1 günde bitirdikten sonra otelimize döndüğümüzde saat 6 ya geliyordu. Hemen üstümüzü değiştirip via cavour'un arkasında 7 numaralı otobüsün peşinden koşarken bulduk kendimizi ve fiesole'ye doğru yola çıktık.. Yaklaşık 20 dakkalık bir otobüs gezisinden sonra Fiesole'nin dik yokuşunu tırmanmış ve tepede panoramaya karşı güzel bir akşam yemeği yemeye koyulmuştuk. Yemekten sonra otelimize dönüp ölü gibi yatıp uyuduk. Sonraki sabah benim için gün saat 11'de başladı, babam ise saat 9'da uyanmış, duş almış, hatta traş vs işlerini bitirip bi de kahvaltı etmişti. Hemen bavulumu toplayıp yola çıkmalıydık, yoksa venediğe gidecek trenimizi kaçırabilirdik. Otelden checkout işlemlerimizi yapıp bir taxi'ye atladık, 5 dakika sonra s.m.n'ye dönmüştük. Geçen seferki sıkışık yerlerimizden sonra bir kez daha biletleri kesen adamın gazabına uğrayabileceğimizi düşünmemiştik, ama uğradık. Ben Mc'Donaldsdan aldğım nuggetlarımla mutlu mesut kahvaltımı ederken bir yandanda bavullar peşimizde eurostar trenimize doğru koşturuyorduk. 10. vagondaydık yani yerimizin çok kötü olacağını sanmıyordum. Ama sonra vagona girdik. Trende ki oturma düzeni şöyle: birbirine dönük 2 kişilik koltuklar ve ortalarında bir masa. Babam benim çaprazımda kalıyordu ve benim özellikle istediğim cam kenarına garip tipli bir adam oturmuştu! Ne kadar bileti burnuna sallayıp vattene vattene desemde olmadı, bende kadere boyun eğmeye karar verip koridor tarafına oturuverdim. Ne yazık ki ben oturunca herşey bitmedi. Babamın yanında oturan adam sürekli bana bakıyordu, gözlerini dikip öyle yiyecekmiş gibi bakıyodu. Sonunda dayanamadım ve yaşlı bir adam ve genç bir kadınla anlaşıp onların yanına geçtik. Yaşlı adam ve genç kadın trende tanışmışlar. Kadın 37 yaşında, sevgililerine güvenemiyor ve bağlanma problemi yaşıyor. Son sevgilisiyle romantik bir tanışma hikayeleri var, bisikletten düşen bir insana yardım ederken göz göze gelmişler, kıvılcımlar fişekler derken de gerisi gelmiş. Ama kadın ona güvenemediği için onu terk etmiş. Annesi ve babası o daha çok küçükken ayrılmışlar, babası sinir hastası. Annesi de dünyadaki hiç bişeyi umursamıyor. Yaşlı adam ise 60 yıllık evli, oğlunun yanına tatile gidiyor. Eskiden kızın babası gibi bir elektrik mühendisiymiş, ama 10 yıl önce falan emekli olmuş. Nedense herkes babam ve beni fransız zannetti (Fransızlar hariç, zaten nereden olduğumuzu genelde sadece onlar anlıyorlardı:)) türkçeyi fransızcaya çok benzetiyorlar. Herneyse. 3 saatlik psp, sohbet ve sudoku dolu bir tren yolculuğundan sonra venediğe gelmiştik. Gerçekten sanayi ve turizm üzerine kurulu bir şehir, orada yaşamayı hayal bile edemem! İlk vaporetto'ya atlayıp Lido adasına doğru yola çıktık. Otelimiz Lidodaydı. Lido Venediğin diğer bölümlerinden daha değişik. Mesela diğer adacıklara araba sokamıyorsunuz ama Lido'da otobüs, araba, motor, bisiklet, vs tarzı araçlar sıklıkla karşınıza çıkabiliyor. Bavullarımızı boşaltıp otelden çıktık ve büyük meydanda 50 çeşit pizza yapabilen tek restoranda yemek yedik :)) sonra ufak bir ada yürüyüşü yapıp otelimizin deniz manzaralı cafesinde babamla birer çay içip sohpet ettik. Venediğin aslında bir laguna olması ve evlerin kazıkların üstüne yapılmış olması gibi gerçekler gerçekten çok şaşırtıcı geldi bana, çoğu yapı yana doğru eğilmiş, çatlamış.. Kışın zaten heryeri su basıyor denizin yükselmesi ile.. Ne kadarda zor bir hayat.. Bu ve daha bunun gibi binlerce düşünceyle odaya çıkıp televizyonun karşısına geçtim. (Tabii İstanbuldaki evdeki televizyon bozuk olduğu için aç gibi oturup televizyoon diye zıplamaya başladğımda babam oldukça şaşırdı ama olsun =)) House, criminal minds, csi gibi bir çok diziyi üst üste izledikten sonra uyudum.
Sonraki gün saat 11 de zar zor kalktım, babam sağolsun bana kahvaltı getirdi, hemen getirdiklerini yedim ve san marco meydanına gitmek üzere 2 numaralı vaporettoya bindik. San Marco'da ki katedrali ve bir çok farklı yapıyı gezdik, müzeleri yağmaladık ve sonra benim en sevdiğim bölüm başladı: ALIŞVERİŞ! =) Audrey Hepburn'lü pul bile aldım, o derece mutluydum yani. =)) Saat 5 gibi otelimize döndük, 2 saat dinlendikten sonra otelden çıktık. Amaçsızca yüriyerek yiyebileceğimiz bir yer aramaya başladık.. Derken bir ara sokakta Trattoria di Affrica diye bir yer bulduk. Ben hayatımda bu kadar güzel bir balık yediğmi hatırlamıyorum gerçekten Lido'ya giden herkes bir gece burada yemek yemeli! Garson çıtı pıtı sarışın atom karınca gibi çalışan, bir sağa, bir sola koşturan bir kadındı. Yemek bittikten sonra kısa bir ada turundan sonra babam ile otele döndük, çay, televizyon, kitap ve yine uyku şeklinde kendini tekrarlayan bir program oturttuk.
Sonraki günün sabahıda zoraki uyanıp San Marco'ya gittik. Ama bu sefer Academia'dan oraya kadar yürüdük =) Babamın arkadaşı Carla'yla buluştuk ve çok keyifli bir yemekten sonra Carla'ya bir daha geldiğimde onun yanında kalacağıma söz verip ayrıldık. Kocaman dondurmalarımız ile bir kez daha gezebildiğimiz heryeri gezip otelimize döndük, her ne kadar babam kesinlikle tekrar trattoria di affrica'ya da gitmek istese kapalı oluşu sebebiyle bu sadece hayal olarak kalabildi.. Akşam yemeğimizi Belvedere diye bir otelin restoranında yedik, ben pek beyenmedim yemekleri, ama babam oldukça mutlu görünüyordu bende sesimi çıkartmadım =) Sonracığımaa.. Otelimize döndük ve bu sefer çayın yanında bir de tiramisu yedim, garson şoklar geçirdi tabii naapsın.. Gece saat 2 ye kadar valiz topladım sonra da uyudum..
Son sabahımız yani bu sabah saat 8.30' da kalktık ve checkoutımızı yaptırdık. Kahvaltı ettik, koşturarak havaalanına giden vapura yetiştik ve saat 11 de havaalanındaydık. Duty Free'yi boşalttıktan sonra San Marco salonumuydu neydi hatırlamıyorum yukardaki lounge salonuna çıktık ve 1 saat kadar oyalandıktan sonra uçağımıza gittik.. Uçağa binerken içimde bir burukluk vardı, İtalyayı bırakıp gittiğim için.. Ben onun umrunda değilim ama oradan her ayrıldığımda içimde bir burukluk oluyor.. Ve şimdi, saat 9'da evimde yatmış bunları yazarken bir kez daha bu sabaha dönüp uçağı, vapuru ve hatta zmanı kaçırıp eve dönmemiş olmayı diliyorum..

12 Ağustos 2008 Salı

A trip to italy pt 1

sabah saat 10da hic acelem yokmus gibi kalktim, bavulumu hazirladim ve babami almak uzere sirkete gittim. Babamla bulustuk 12.30 da ofisten cikip havaalanina gittik. Havaalani, atistirmalar, birazcik da kitap vs tarzi seylerin alisverisinden sonra mutlu mesut ucagimiza bindik. Yolculugun cogu sudoku cozerek, uyuyarak, muzik dinleyerek bi de psp"de test driver kasarak gecti. Ucaktan Milanoda indik, malpensa gercektende bi havaalani icin secilecek en kotu isimlerden biri olsa gerek. Havaalanindan tanesi 7euro gibi bi fiyata shuttle icin bilet alip daracik koltuklari olan MO 900olerden kalma bi otobuse bindik. Basta sicaktan imanimiz gevredi, sonra otobusun calismasiyla bu sefer de inanilmaz soguyan otobuste yavaas yavas yolculugumuza basladik. Otobus bizi Milano istasyonuna biraktiginda ayaklarim yere degdigi icin sukrediyorduk tanriya. Sonra 1001 guclukle tren biletlerimize kavustuk ve firenzeye gitmek icin beklemeye basladik. Trenimiz eurostar oldugu icin bir nevi isimiz kolaydi, cunku eurostarlar digerlerine gore daha hizli gidiyor ve daha konforlular. Bizde girdik trene, oturduk mutlu mesut, ah ne guzel burasi o otobus yolculugundan sonra derken bir anda yerimizin asil sahibi gelmezmi! Babamda bende buyuk hayal kirikligina ugradik tabii, biletlerimize baktik, 2 kompartman otedeki koltuklarimiza dogru ilerledik. Butun trendeki her halde en dar 2 kisilik koltugu vermisti bize bileti kesen adam! Bana gore hava hosdu tabii ama babam icin pek aynisi soylenemezdi =) olsun! 3 saat sonra firenze s.m.n"ye girmistik ve ben bir kez daha evimdeydim! babami cekistire cekistire taksiye bindirdim, hotel arizonamiza gittik, ustumuzu degistirdik ve cikip en yakin pizzaciya gittik. 1tane gigante pizzayi bitiremedikten sonra odamiza donduk ve benim ayagima kramp girdi, öyle ki bi adım atamıyodum. Neyse ovaladık, sıcak su, ağrı kesici falan derken sonunda uyuya kaldım..

5 Ağustos 2008 Salı

3.16

(finger eleven, broken words)
Your sweet little hands
Brush right past me
Sometimes you don't understand
Why you can't reach
I bite when I don't want to bend
How silent I can be
So she is silent too
She's the one who saw my words
Broken, Torn at the seams
And broken words were all she heard
Now she's walking away from me
Some never meant
And some meant well
The difference between us is so
Hard to tell
I was so shaken but now
All I see
Is everything she meant to me



--

farkettim ki, sen ve ben gerçekten yokolmamalıyız, çünkü benden başka hiç kimse seni benim dinlediğim gibi dinlemeyecek, benim sana baktığım gibi bakmayacak ve asla ama asla senin hayatında bir başka ben olamayacak!

Ben arkamı dönüp gitmeye çalıştığımda, lütfen beni tut kendine çevir sarıl ve mümkünse bırakma çünkü senden tek beklediğim şey sensin.

lütfen, gitme.
seni seviyorum.
(Evet, bunu bi daha asla söylemicem..)

4 Ağustos 2008 Pazartesi

2.18

hani en baştan başlamak istersin ya.
sessiz, sakin. bir anlık bir istektir belki, sonra kaldığın yerden devam edeceğini bile bile..
açıklama yapmak zorunda değilsin, bende değilim ki. aslında başlamak zorunda bile değiliz, ya da bitirmek. zamansızlık ne kadar korkunç olabilir ki? hararetli bir nefret duygusuna rağmen bir anda gülümsemek ve merhaba demek ne kadar zor olabilir? ya da karşındaki seni en iyi tanıyan insan da olsa sanki ikinizde birbirinizi tanımıyormuş gibi davranmak. ne de olsa sen bensiz bir hiçsin, üretkenliğin özentiliğinden ibaret, kişiliğin ise toplama bir albüm niteliğinde.

en baştan başlamak isterdim. sen hayatıma giremeden de çıkartmak isterdim seni herşeyin içinden.

17 Temmuz 2008 Perşembe

3.12 - always dinlerken, mutluluk sarhoşu

ona en ciddi ve sert bakışlarımı diktim.
(aslında sadece resmiydi ama olsun, bu sadece bir dipnot!)

Aslında sana bunu en başından söylemeliydim diye geçti içimden, KÜÇÜKKEN DAHA YAKIŞIKLIYDIN! hadi yaa der gibi baktı gözlerime. Hah! İşte bu acıtmış olmalı ((:

16 Temmuz 2008 Çarşamba

01.01


Geçen gün hiç üşenmedim kalktım taaaaaaaaaaaa beykoza Niller'e gittim. Havuza girdik, güreştik, yetmedi didiştik didiştik.. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim sanırım, ne garip geçiyor bu tatil. Eğlenceli bi de dinlenmeceli falan böyle, düşünsenize deniz manzarasına karşı oturup nargile, çay bi de kaybedeceğinden emin olduğun biriyle tavla oynamak. Daha iyisi (o günün akşamı oturup balıklı rakılı fasıl yapmaktır heralde haa bi de) can sağlığı. Ama hergün de böyle geçmez ki. Tanrı sanırım yukarda böyle düşündü ve hop hop hop! Yine herşeyi başa sardı. Kuzenime rahim ağzı kanseri teşhisi koyuldu geçen hafta, dün amlyatı vardı. Uyandğında yanında olmak çok istedim ama ne yazık ki teknik bi arıza nedeniyle orda olamadım. Ama olsun, yarın bütün gün onunla monopoli oynayıp oyuncak ayıları kulaklarına sokarak onu uyutmama çabasına gireceğim, tıpkı küçükken yaptığım gibi. Ben kendimden küçük kuzenlerime hep işkence yapardım, mesela Begüm'ü korkuturdum o daha çok çok küçükken "bu gece sakın camdan dışarı bakma, cadılar seni görürse taş olursun!" diye. Artık o kadar eğlenceli gelmiyor bunlar. Acıklı şarkılar dinlemekte nereye kadar? Aslında iyi oluyor bazen. Mesela RadioHead - Creep şarkısını dinlerken (tam şu anda) aklıma eski ve bi o kadar da manalı(olduğu kadar derin) bir söz geldi:

Hiç birşey olmaz,
Hiç birşey olmaz...
Ve sonra Herşey olur!
evet sanırım hayatın kendi felsefesi bu. hayatın bile kendi felsefesi varken benim neden bir felsefem yok diyordum eskiden, çok özenirdim o filozof kılıklı hacıyatmazlara. Sonra Nietzsche okudum biraz ve sonrada Plato. Pardon ama onlar kadar bencil olmaktansa otlayarak yaşarım daha iyi! Ben mükemmel bi ruhum, o kadar mükemmelim ki, sen kimsin benim karşımda ey ezik insan! Ve bu adamlar insan psikolojisinin temellerini atmışlar!?! Bu yüzden artık bencil insanları yargılama hakkı görmüyorum kendime, belki onlarda filozoftur. Sonuçta Sokrates misaller de var ki onlar oldukça bilgin, bir o kadarda özlü sözler ederler.

Bir de her dahinin az biraz manyak olduğu gerçeği. Bkz. E=MC2 ve topuklu ayakkabı giymekten hoşlanan bir bilim adamı? İçi tamamen hava dolu bir balonun bir tarafını sıktığında diğer tarafı pörtler ya, hayat da öyle bişey. Nasıl dengesiz bir denge varsa burda illa bi tarafndan birşeyler pörtletiyor işte. Olmadıysa en kötü ihtimalle.. Bekle sen ya yapar sanada bişeyler.

Aslında dalkavukluğu iyi yaparım ama söz konusu olay hayat olunca, kime ne yapacağını şaşırıyorsun sanırım.
O zaman bende beklerim.

Olay bir otobüs durağında geçiyor. Kulağında kulaklık beatles dinlemekte olan bir genç kız, elindeki kitabın sayfalarını okuyormuş gibi yaparak (ama genelde okuduğunu anlamadan kelimelerin üzerinden geçerek) yavaaş yavaaş çevirmekte. Beklediği otobüs gelmek bilmiyor, trafikten heralde 10 dakika gecikmiş bile. Bekliyor, bekliyor.. Madem ki gelmedi biraz kestirsem diyor.. Ya da belki sadece gözlerimi kapatırım diyor, gözlerini kapatıyor. Rüyasında bir sevgili görüyor, sıcacık bir örtüyü bacaklarına seriyor kızın ve gülümseyerek alnından öpüyor. Aslında biraz ironik, dalga geçer gibi değil mi. Zaten bu sadece hayatın metaforu, o an yaşanan: sonunda otobüs geldiğinde kızın içi geçmiş oluyor, önünde bekleyen adamın montu kızın bacaklarına sürtünüyor ve egzozun sıcaklığı da kızı bir an için ısıtıyor. Belki de o burada uyusa daha iyi. Hem o zaman onu otobüsün arka koltuğunda oturan ve aslında kaderinin bir diğer olasılığına göre 4 sene sonra kocası olacak genç adamlada tanışamadığını asla bilemeyecek. Çocuğun onu durakta görünce nasıl camdan ona baktığını ve sonra da kafasını çevirip " hoş kız." la yetindiği gerçeğini değiştirmeyecek bu ama olsun. Hem belki onun orada içi geçmeseydi akşam eve erken gidecek ve sevdiği diziyi izledikten sonra msn'e girdiğinde eski sevgilisinin onu ne kadar çok özlediğini öğrenebilirdi, hatta belki de babası yemeden evdeki son köfteleri bile yiyebilirdi.

Ama olmadı. Şimdi sadece sonraki otobüse binip eve gidecek, annesi ona ters ters bakacak, babası televizyonun karşısında umarsızca oturacak ve kedisinin üstüne işiyeceği ev ödevini bitirip yatacak.

Evet bazen hayat çok acıklı olabiliyor..
Ama eğer böyle olmasaydı psikologlar n'aapardı?

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Ada, Bodrum, arkadaşlar, vs. derken bu tatili de yarıladık.. ağustos olsun diye bekliyorum, umduğumdan daha güzel haberler için.. Umarım italya'da ki okul işi hallolur..

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Olasılıklar arasında kaybolmuşsun sen.
Seni gördüm ya şimdi, sırf sana inat, sana benzememek için

olasılık oldum ben.

12 Haziran 2008 Perşembe

Sevgili günlük..


Sokakta adımlarını hızlandırarak güne başla bugün, uyanman için başından aşağıya bir şişe su boşaltılmadan önce terket bulunduğun yeri. Bugün hergünden bir önceki gün, tanrım ne kadarda zor geldi bu sabah yataktan kalkmak.. Yerlerde sürünen ayaklarım ve hemen yanında sinsi bir gölge onları takip eden, umutlarım, parça parça olmuş, kendilerini kaybetmiş ve bir o kadar da nahoş adımalarla izimden giden umutlar. Ben kötümser bir yazarım, ben güzel şeylerin kötü yönlerini görmek için varım. Yalan söylüyorum, ben iyimser bir insanım hayattaki herşeyin iyi yönünden bakarım. Ben bir yalancıyım ve söylediklerime ben bile inanmıyorum. Ben aşıktan ve aşktan yoksun büyüyen bir aşk'ım, ben hiçbirşeyim.

Bugün yataktan çok zor kalktım. Kalktım ve gittim, bir daha dönmemecesine. Kalktım ve herşeyi geride bırakıp gittim. Hiç birşeyi özlemeyeceğim diyede yemin ettim gitmeden önce, kısa bir süre sonra unutur herkes beni, yastığım bile kokumu unutur zamanla, kim bilir hayat daha ne leşler atacak yoluma önce onlar için üzülüp ağlamam ve sonrada kokularında boğulmam için.

Bugün yataktan çok zor kalktım. Bir bardak soğuk su içtim hayatta kaçırdığım herşeyi sindirebilmek için. Sonra da camdan dışarıya çıkarttım kafamı ve bir yandan güneşi izleyip bir yandan da hayaller kurdum. Bir sevgili hayal ettim, bir anda kapımda beliren, bana sarılıp beni sevdiğini söyleyen. Bir daha gözlerimi açtığımda gitmişti. Kendimi düşündüm uzaklara doğru yürürken, bir anda bir arabanın önüne katıp götürdüğü cansız bir beden. Seni düşündüm, seni düşündüm sevgilim.. Hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçer sanıyordum, oysa ben seni düşünüyordum düşerken..

Bugün yataktan çok zor kalktım. Camı açtım, çiçekleri suladım. Aynanın karşısına geçtim, biraz makyaj yaptım. Süslendim ve çıktım. Sokakta hızlı adımlarla yürüdüm, böylece kimse kim olduğumu anlamadan istediğim kadar uzaklara kaçabileceğimi düşünüyordum. Oysa sadece bacaklarım yoruldu. Okulun kapısına geldiğimde eski binaya bir kez daha baktım. Tuvaletleri sigara kokan o deliğe. İçinde nefret ettiğim herşeyi barındıran bu binaya bir kez daha baktım.. Ondan nefret ederken hala neden ona bu kadar bağlı olduğumu anlamaya çalıştım. İçeri bir adım attım, başım dönüyordu, bir anda gözlerim karardı ve sonrası sadece sesler.. Sonra onlar da gitti..

Bugün yataktan çok zor kalktım. Yanımda yatan erkeğin gözlerine baktım. İçinde biraz aşk aradım, bulamadım. Kalktım yanından, uyandırmamak için onu ürkek adımlarla duşa girdim. Ilık su vücudumu yavaşça uyandırırken temizlendiğimi hissettim.. Hızla çıktım duştan işim bitince, saçlarımı kurutmadan sıkı bir topuz yaptım, çıktım evden. Uyandığında şaşkın gözlerinle beni arama diye bir not bırakma gereği bile görmedim. Ama biliyorum yastığında kokum var, bir kaç hafta idare eder seni. Aslında sana belki de bir not bırakmalıydım.. "Sevgilim, aşkı aramaya gidiyorum bulduğumda döneceğim.. Seni neredeyse seviyorum.."

Bugün yataktan çok zor kalktım. Yüzümde bir tebessüm perdeleri açtım, güneş ışığı odama dolarken sessizliğin kokusunu çekip sensizliğe dört elle sarıldım. Bugün yataktan çok zor kalktım. Ama bugün seni özlemediğim ilk gün, yokluğun bile yok burada o kadar gitmişsin ki. Olsun, git sen, mutlu ol.. Sensiz de yaşarım ben, belki de bir başkasıyla. Kim bilir, belki bir gün uyanırsın ve beni ne kadar çok sevdiğini fark edersin. Aynı günün sabahı ben, sevdiğim erkeğin kollarında ve sensizliğimle mutlu uyanırım belki..

Bugün yataktan kalkmadım.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

10.25

Hayatı yaşa, yaşa hayatı. Onun seni yaşattığı kadar değil, senin yaşamak istediğin kadar yaşa. Onun sana koyduğu kurallarla ve senden çaldıklarıyla değil, senden asla alıp götüremeyecekleriyle yaşa hayatı. Bugün bir gün dün olacak, tıpkı senin son günün gibi. Aşk nerede diyorlar. Aşk nerede? Hayatın bir yerlerinde kaybetmiş kendisini, sevgileri aşk sanar olmuşuz, anlamını bildiğimizi sandığımız ama aslında hiç bilmediğimiz şeyler arasında ne kadar da kötü kaybolmuşuz meğerse, kaybedecek ne kadar çok şeyimiz varmış ve biz bunu ne kadar hor görmüşüz. Her kaybettiğimiz şey için ağlamışız, göz pınarlarımız kurumuşcasına, artık ağlayamaz olmuşuz kimse ve hiç birşey için. Kaybedecek şeylerden çok kazanacaklarımı görmüşüz hep, kumar oynamışız hayatla. Sert bir viski gibi dikmişiz kafamıza bizi şahmat eden kaleleri, atları, hayat boyu süre gelecek olan yazıtları silmişiz kafamızdan.
Ben beklerim son günümü, her günüm ilk günümmüş gibi bilinçsizce yaşayarak, olsun bende böyle mutluyum, tıpkı beni asla anlamayacak insanların hor gördüğü o hep gülümseyen kız gibi..

3.5.08

Kapalı perdeden sızan güneş ışığı saçlarına ve vücudunun her bir zerresine vuruyor, güzelsin böyle..
Kollarının arasında kıvrılmış seni izlerken düşünemediğimi farkediyorum, dünü, bugünü, yarını düşünemediğimi farkediyorum. Hayattaki herşeyi boşverdiğimi ve sadece seninle olduğum o anı yaşadığımı fark ediyorum. Seni aslında ne kadar sevdiğimi fark ediyorum. Ve nisan ayının son gününde, sen ve ben.. Bana seni ne kadar sevdiğimi hatırlatan her günü sevdiğim için yaşıyorum, gülümseyerek uyanıyorum, seni düşünerek uyuyorum.. Sen benim ayakta gördüğüm rüyalarımsın, hiç bitmeyecek rüya..

21 Nisan 2008 Pazartesi

şu haline bak ne kadarda yalnızsın..

21408

Bana bir şey söyle.
Bana öyle birşey söyle ki dün ve yarın bitsin benim gözümde. Şimdiyi sonsuz yap ve benim yanımda ol, o kadar yanımda ol o kadar gerçek kal ki gözlerimde hayal olduğunu düşüneyim senin bir an için, o kadar gerçek bir rüya ol ki uyandığımda kanter içinde doğrulayım yatağımdan ve boşluğa düşerken tut beni kollarımdan, beni kaldırman değil istediğim, benimle düşmen.

Bana bundan daha iyi birşeyler söyle, bundan fazlasını, doygun yalnızlık ayak bileklerime asıldı, dibe çekiyor beni..
Sanıyordum ki, meğerse sen varmışsın hep, beni yalnız bırakmayacak biricik.. Dünya'm..

16 Nisan 2008 Çarşamba

Disse che..

finire le cose é sempre molto piu facile di cominciare qualcosa nuova. cmq, perche non possiamo dire ti voglio bene senza la paura che occupa la nostra anima come una camera con una porta chiusa con la chiave perso.. L'amore, le cose che significa il mondo x noi, sempre cambia senza darci un signale. L'uomo che mi baccia, che mi abbraccia é molto lontano da me adesso, cosa faro senza di lui? Vorrei abbriacciarlo per un'ultima volta per sentire la sicurezza e memorizzare la sua faccia che é fatta dall'amore.. La luce che mi da dal cuore, senza aspettare una risposta. Dové la risposta adesso, dové l'amore? Comé posso raccontare lasciare tutte le cose che mi facevano felice, con una parola.. Comé posso raccontare il fine di un amore con le parole "non ne possiamo fare piu." comé?
L'amore perdita mi da una ferita sul cuore, dio mi aiutera se lo credo, mi ha dato il suo promesso.. é ancora sono curiosa, perche facciamo una grande guerra con il mondo, se possiamo continuare a muovere senza delle cose (come l'amore, i nostri genitori dopo la loro morte, ecc.) che abbiamo messo in la nostra vita.
It's pretty ironic anyway.

It wasn't funny at all.
Is it?

6 Nisan 2008 Pazar

642008

Yaşlı bir balıkçıydı benim ruhum, denizin kokusuyla kendisinden geçen o şuursuz surat benim.
Gözyaşlarından bir ağ ördü, acılardan yama yaptı yaşlı ruh, hayaller denizinde ava çıktı. Her avı adice alındı elinden, yüzsüzce, bilinçsizce.. Emekler boşa sarf edildi, zaman boşa harcandı, herşey boşunaydı. Yaşlı balıkçı yorgun, ağının yamasını yapamıyor artık o kadar yorgun ki.. Ağlayacak, üzülecek, mutsuz olacak ya da mutlu olacak enerjisi kalmamış bir zavallı, acı çeken bir benlik.

Ama eminim, tanrı var bugün.

5 Nisan 2008 Cumartesi

050408

Ben..
Uzaktayım, senden, ondan ve herşeyden. Ben biz'den uzakdayım, isimsiz sokaklardan ve bütün o kalabalıktan, hayatın o yalancı yangın alarmı gibiyim ben, bir dedikoduyum ve o dedikodudan duyulan rahatsızlığım. Ben bir hayalim, ben senin hayalinim, hiç kimse asla bana sahip olamayacak, o denlide gerçeğim. Ben aynadaki bir yansımayım, ellerinle boşluğa dokunduğunda hissettiğin şeyler dışındaki herşeyim. Umarsızca ağlarken tutunmak istediğin bedenim ben, hergün istemeden aklından geçen düşünceyim.

Hayatında olmasını istediğin kadar istemediğin herşeyim ben ve sen..
sen beni bitiriyorsun.
ruhumu alıyorsun, uzaklara sürgünlere yolluyorsun onu
kalbimi alıyorsun, parçalıyorsun onu
beni alıyorsun, bitiriyorsun benliğimi..

Ve bugün..
Kesifleşen düşünceler arasında bir hayalet gibi süzüldün hayal sahneme, sıkıca saracağını sandığım ruhunun kolları hırsla itti beni senden uzaklara ve bugün...
Ruhum ellerimin arasındaydı, bedenime girmeden önce gördüm onu kırgındı, ama yılmamıştı.. Affetti beni bütün benliğiyle, biz yine bir olduk o ve ben, ben ve o, şimdi bakıyorumda ben aslında o'yum, tıpkı sen ve herhangi birisi olduğum gibi. Ruhum beni affetti. Kalbimi topluyor şimdi, yarına biter onarımı ve sonra dileğim ümitlerin hayallerin ile git uzaklara..
Hayır diye bağırıyor kalbim, kan revan içinde gitme beni bırakma.. Alışırsın diyor mantığım sensizliğe olduğu gibi sonsuzluğa.. Ne yapmalıyım diyor beynimdeki ses, vicdanım suskun sen onun için bir hatasın diye fısıldarken kulağıma tüm bunlardan kaçıyorum ardıma bakmadan, unutmak için, unutulmak için bekliyorum, ümitsizim, umutsuzum, hayallerimi yıktılar..
Sarılıp bana dudaklarınla, herşeyi unutturman eskisi gibi.. Senin için olduğum herşey aslında hiçbirşey olmadan önce..

Kurtar bizi..

9 Mart 2008 Pazar

9.08

it's the eraser
the eraser that i'm looking for
the eraser that i need,
erase me,
delete me,
hate me,
forgive me..

3 Mart 2008 Pazartesi

3//Mart//08

Hayat ne kadar karmaşık birşey. Cevaplanmamış onlarca soru, hayallerle dolu kafalar, mecmuaların sayfalarında kızlar için erkekleri tavlamanın binlerce basitleştirilmiş yolu.. İyi oluyor, yazsınlar, yazsınlar ki insanlar kişiliklerini gizlemeyi öğrensinler. Böylece ne denli sığ ve bencil olduklarını üstü kapalı anlatıp olduklarından daha da derin görünürler. İnsan olsun, iyi olsun. İnsan olsun, çevresi olsun. Onun arkasından konuşulsun, bir yere girdiğinde kafalar ona dönsün, herkes en çok onu sevsin. Bütün bunları yapmanın, hatta hayatın anlamının bile dergilerin sayfalarında gizlendiğini düşünsün herkes, alsınlar onları okusunlar, sanki daha önce aynı şeyleri hiç akıllarından geçirmemişler gibi şaşırsınlar. Hayat olsun, içi dolsun. Bir bardak su koysunlar hayatın içine, kurcalasınlar onu. Suyun üstünde minik kayıklar olsun, içinde balıklar yüzsün.. Mercanlar, deniz yıldızları hatta ahtapotlar bile olsunlar o bardağın içinde, hepsini de bir hayata sığdırsınlar.. Adınıda sahil yolu koysunlar, bir deprem boyu ömrü olsun, sarsılsın, parçalansın sonra yine kendi küllerinden doğsun, tıpkı bir anka kuşu gibi.. Zümrüdü Anka için derler ki, o acılarla beslenen bilge bir kuştur. Nereden bilsin insanlar, acı çekmenin bilgelik olmadığını, hayat duruşunu değiştirir belki acı çekmek, görüşleri, davranışları değiştir ama acı çekmek bilgelik kazanmak değildir.. Eğer öyle olsaydı Zümrüdü Anka kuşu bilmezmiydi, her küllerinden doğduğunda bir kez daha çekeceğini aynı acıları, kaçıp gitmezmiydi dünyadan? Neden dayansın tüm olan bitene, tekrar tekrar neden çeksin benzer acıları? Aşk acısını, ölüm ile gelen kaybetme acısını, terk edilmişliğin, yalnızlığın acısını..
Son bir kez düşünmek bir insanı, en büyük acı budur belkide. Seni son defa düşünüyorum, seni son defa görüyorum.. Ellerini son defa tutuyorum ve bugün seni son defa öpeceğim, sonra bir daha asla biz diye bir şey olmayacak. Bundan daha büyük bir acı olacağını zannetmiyorum.. Kaybetmek değil bu, yitirmek, yitirip unutmaya terketmek.. Unutulmanın acısı varken dünyada, Anka daha ne kadar sabredecek bu kelime oyunlarına?

Tanrı çok bencil birşey. Tanrı o kadar bencil ki, yarattıklarına gücünü göstermek için onlara sayılı zaman veriyor, sonra onları dünyadan koparıyor, alıyor götürüyor uzaklara, o bilinmez denilen boşluklara.. Tanrı dünyayı ve evreni yaratmış. Gösteriş yapıyor, insanlar da ona çekmiş. Ama insanlara gösteriş budalası diyince kimse sizi çarpmıyor. Yüce Tanrımız bile bu kadar oyun düşkünüyken biz nasıl olup da insanlarıninsaf etmelerini bekliyoruz ki biz? İnsanın kanında var oyunculuk, tıpkı onu yaratan gibi, ona çekmiş. Güzelliğini de çirkinliğinide ondan almış, her bir parçasında, her bir zerresinde ondan bir parça taşırmış.. Kimi güce düşkünlüğü taşırmış, katil olurmuş, sahip olmak için herşeyi yaparmış. Kimi hırsı, kimi ise güzel huylarından birkaç parça taşırmış.. Ama Tanrının yarattığı herşey oyunlara düşkün, oyuncular olur. İnsanında kanında var oyunculuk, oyuncak olur insan sonuna kadar kullandırır bedenini, sevgi sözcüklerini, nefretini hırsını. Sonra bir anda bencilliği kabarır, o zaman başlar yalan söylemeye, kulağına değişik sözler fısıldamaya, oynar karşısındakiyle, oyuncu olur. Aklin akli karışık, kafada ise aşk vardır.

Aşk nedir? Aşk iki oyuncunun birbirlerinin elinde oyuncak olmasıdır, güven denilen yalanın kullanılarak duyguların sömürülmesidir aşk. Ama aşk çok güzeldir, aşk eşsizdir. Aşk hayatın en son gününde bulunmalıdır, kaybedecek hiç birşeyin kalmadığı o isimsiz günde. Aşk ile sevişip yeni şeyler yaşamak, yeni şeyler denemek ve her zamanki gibi daha fazlasını istemenin getirdiği o korkunç hırsla yola çıkıp göçüp gidilmeli dünyadan. Herşey zamana bırakılmalı, duygular unutulmaya terkedilmelidir. Yenilinmelidir zamana, yoksa büyüyemezsin..

2 Mart 2008 Pazar

2.mart/pazar

Cer | http://ceristan.blogspot.com:
bence ben bencilimde
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
bi de dengesizim
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
* bu huyumdan nefret ederdi
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
mutsuzken bi anda düzelmemden
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
hepsi şarkıların suçu
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
bi anda vahiymi indi yoksa;?
vala
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ne güzel şey şu vahiy
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ama nedense hep kafaya düşüyo
#
elma gibin
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
evet
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
isa'nın başına ilk vahiy indiğnde
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ya da musa'nın
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
yerçekimini keşfetmeliydi
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ben olsam derdim
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
bu işte bi iş var derdim
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
nası indi lan bu
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
demez misin yani
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ben olsam derdim
#
vala
#
ayrı kafalar onlar
#
dersin demezsin
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
belkide bi çeşit hafıza kaybıdır
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ya da yoktan varetmeye inanmamanın getirdiği tanrıya inanma ihtiyacı
#
evet
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
bişeyin açıkmaası olmadığında ya da korktuğunda tanrıya dayatmak aptallık
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
bazı şeyler cevapsız olmak için yaratılmış bence
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ama aslında cevabı olmadğından değil
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
cevabı olmasını istemediğimzden
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
mesela bi eski sevgiliye gerçekten özlem dolu bi mektup yazmak gibi
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
cevabını bilirsin
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
ama bilmek istemezsin
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
zaten o da hiç bi zaman cevaplamaz
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
cevaplasa bile senin kafandakine uymaz
Cer | http://ceristan.blogspot.com:
saçma gelir


ve sorarsın kendi kendine.
Neden?

[bence böyle bir kitap yazılmalı, adını da cevaplanmamış sorular koymalı. yapmalıyım bunu, ölmeden önce.]

24 Şubat 2008 Pazar

bugün

Karanlık odada kaparsın gözlerini, umduğun sesi duymak için..
Beklersin, beklersin, sonsuz bir zaman geçer ve sen beklemeye devam edersin..
Sonra tam sen ümidini kesmişken kulağına hafifçe fısıldar, sessizliği yırtan o ince, içten sesiyle "bebeğim.."

-Bugün hayallerimin hepsini kağıtlara yazdım, sonrada hepsini yaktım, isinden kara kalem yaptım, biraz daha yazdım, onları da yaktım.. Küllerini ise boğaza attım.
Elime bir silgi aldım, sildim aklımdaki herşeyi, tüm o fikirleri, tüm o hayalleri, boşa yanıp duran o umut ışıklarını.. Bugün elime bir silgi verdin, adı hayal silgisi..

-Yalnız başına dolaş biraz sokaklarda, bana söylediğin yalanlarla.. Ben onlara alışamadım, sevemedim onları, sen sevebilirsin belki, yalnızlığına derman olurlar ne dersin? Adını kalbime kazıdım demek isterdim, ama inanmazsın bana biliyorum. Sana göre ben kalpsiz, bencil, kahbenin tekiyim öyle değilmi? Olsun varsın, sen inanmasanda benim bir kalbim var. Kalbim ruhum olsa sana hak verirdim ama..
Hem hatırlamalıydın o günleri, ben kalbimi sana vermiştim hani, aylar sonra bana geri vermiştin bir de üstüne kızmıştın "KIRIK BU!" diye. Kırık da olsa benim bir kalbim var, onu iyileştirsinler diye meleklere verdim kalbimi, yanında ruhumu istediler, onu da verdim, işleri bitince geri vereceklermiş. Onların işi bitince görüşürüz belki. O herkesin korktuğu sonsuzlukta, karanlık sanılan aydınlıkta.. Beni sakın unutma..

[ikinci paragrafdaki "hayal silgisi" Cem Şancı'nın son kitabından alıntıdır.]

24//şubat//08

Bugün yüzleştim seninle, elimde soğumuş kahvemle sahilde yürüdüğümüz yerleri seyrederken.. Sensiz aynı yerlere gitmeye cesaret edemiyorum, yaptıklarımızı, hayallerimizi düşünmek acıtıyor canımı.. Her geçen gün kesifleşiyor suratın sislerin arasında, sesini unutalı çok oldu, sadece kokun kaldı aklımda, ah kokun.. Sana sarıldığımda, her saçlarını okşadığımda ruhuma sinen kokun..

Bugün yüzleştim seninle, içimde kalan son parçalarınla, parçalanmış dualarınla, isimsiz aşklarınla, unutamadığın kafanda dönüp duran, kafandan atmak için yırtındığın her dakikamızla yüzleştim bugün..

Sana bunu daha önce söylemeliydim biliyorum, ama gururum el vermezdi buna, biliyorsun. Beni bunu bilecek kadar tanıyorsun. Cesaretimin gururumla başa çıkamayacağını biliyorsun.. En başından beri haklıydın. Biz seninle bitmek için başlamıştık ve bittik. Kader diye birşey varsa eğer: bizim kaderimiz başka şehirlerde, başka insanlarla birlikte olup zamanı geldiğinde aile kurmak ve birbirimizi hiç tanımamışız gibi davranmaktan başka birşey değil.. Arada sırada birbirimizin aklına geldiğimizde o fikri savuşturmak için suratımızda elimizden geldiğince içten bir gülüş ile önümüze bakarak birşeylere yönelmek gibi birşey olsa gerek bizim ilişkimiz..

Hiç beni düşünüyor musun, beni hiç özlüyor musun? Yaptıklarımızı hatırlıyor musun? Bensiz mutlu musun? Yazdıklarımı okuyor musun? Beni umursuyor musun? Yalvarsam.. Bir cevap vermen için.. Ama yapmam öyle birşey biliyorsun.. Hem ne de olsa, sen bensiz daha mutlusun..
Öyleyse hep mutlu ol..

Kalbimde bir sızı, sana en içten iyi dileklerimi sunuyorum..
Seni çok seviyorum..

23 Şubat 2008 Cumartesi

Boys are stupid.


Saçmalamak.

Bugüne kadar benim hayatıma girmiş, çıkmış, bugün bile hayatımda olan insanların çoğu benim davranışlarımı önceden tahmin edebileceklerine inanırlar. Bende hep tahmin edilemeyeceğime inanmışımdır. Bence önemli olan içinden geçeni yapmak, nasıl mutlu olacaksan öyle yaşamaktır. Zaten başıma ne gelirse bu yüzden geliyor ya! Bir anlık mutlulukların peşinden koştuğum için uzun vadeli düşünme olayına yalnızca işime gelen konularda giriyorum. Bana göre böylesi daha iyi, ama artık daha fazla cereme çekmektense bu sefer kendimi tutmaya karar verdim 4 ay önce. Bütün kötü alışkanlıklarımdan kurtuldum(çok konuşmak ve kötü espriler yapmak dışında) ve bu sefer pişman olmayacağım(her ne kadar bugüne kadar yaptığım çoğu şeyden zaten pişman olmamışda olsam insanların zoruyla olmuş gibi olmak zorunda kaldıklarıma gönderme yapıyorum) şeylerin peşinden koşmaya başladım. İmkansızların peşinden koşunca kremli ve çıplak elle balık yakalamaya çalışıyormuş gibi hissettiriyordu, iyi oldu. Keşke insanlar anlasa, ilişkiler çift taraflıdır, iki insan çıkarlarsa çıkarlar, TEK KİŞİ DEĞİL. Çift kişilik bu ilişkilerde bi 3.süne bok düşeceği gibi, bitmiş ilişkinin arkasından bıdı bıdı konuşan zibidik insanlarda yeri gelince bu ilişkiden bayağı bir gocunmuş, yaralanmış kişiler olsalar gerek, yoksa bu kadar laf toto'dan haftalık kurrayla çıkartılmıyodur yani. "Sevmeden seni seviyorum diyen insan karşısındakinin gözlerine bakamazmış", katılıyorum. Gerçi sonra gözlerinin içine bakan insanlarda yeri gelince seni nasıl yerin dibine sokmaya çalışırlar o çok çok daha ayrı bir hikayedir, dinlemek isteyenler için ayrıca bir gün anlatırım onları da! Aşk hikayelerinin en komiğide karşılık bulamayan eski ya da potansiyelsiz potansiyel sevgilinin reddedilmeyi kaldıramayıp arkandan konuşmasıdır. Genellikle bu tür konuşmalar "Ah o kaşar yokmu o kaşar!" "Ay o ne yaptı sen biliyo musaaan" gibi şeylerle başlar, çevredekilerin garip imalı gözlerle OHAAA demeleriyle son bulur. Neden eski sevgiliden bütün arkadaşlar nefret etmek zorundadırlar? Etmesinler, sevsinler eski sevgilileri. Bir ilişki tarafların mutsuz olması sebebiyle bitmezmi zaten? Eh, belki senin mutsuz olduğun o insan bir arkadaşını mutlu edecek? Bu tür durumlar göz önünde bulundurulmalı kompleksli kuyruklar kıstırılmalı, eyvallah kardeşim denilmesi öğrenilmelidir derim ben! Çok öngörüşlü ya da anlayışlı olduğumdan değil, bu tamamen benim bencilliğimle alakalıdır(: Tabii her insanın bir aşk hikayesi vardır, her insanın uzak durulması gereken bir eski sevgilisi vardır. O insanlardan her daim uzak durulmalı arkadaşada bütün yürekle destek olunmalıdır o tür durumlarda. Bizzat ben yaşadım ordan biliyorum, olay sonrası geçirilen bir sinir krizi, uçan lambalar, arabadan atılan insanlar dışında bir de sinirleriniz bozuluyor ki ah sormayın. Olsun varsın, herkes mükemmel değildir, ama bu da demek değildir ki "ben hoşlanıyorum." dediğim her erkekle "YAKIN" arkadaş olunmalıdır. Mesela öyle bir arkadaşımda var. Ne zaman ben birisinden hoşlansam canım arkadaşım gider onunla tanışır, nasıl öpüştüğünü bizzat test eder sonrada gelir bana anlatır. Ne kadar iyi arkadaşlarım var öyle değilmi! :)
Bana yalan söylemek güzel birşeymi bilmiyorum, ama en azından doğrusunu öğrenemeyeceğim şeylerin yalanını söyleyin, mesela pigglet aslında kutup ayısı falan diyin ama gelip de olur olmaz her konuda yalan söylemek!? Sonra bir de güvenmiyorum diye sömürmek. Şimdi de bumu moda? Güvenmeyin o zaman bana! Çıkartın beni hayatınızdan ama beni yanınızda tutmak, beni kontrol altında tutmak için n'olur bundan daha iyi bir bahane bulun! Aklım bir karış havada olabilir ama bu beni aptal yerine koyabileceğiniz anlamına gelmiyor. Herneyse.

22 Şubat 2008 Cuma

Beyin fırtınası..


Çok şey değil sadece biraz huzur arıyorum ben, sokak sokak gezmekten o kadar çok yoruldum ki.. Gölgesinde oturup serinleyebileceğim bir ağaçtan çok omuzuna yaslanabileceğim bir dosta ihtiyacım var, isimsiz kahramanlara olan inancımı yitirdiğimden beri olsa gerek benim sıkıca sarılmaya ihtiyacım var, güvenimi kaybettiğimden beri içten söylenen bir "seni seviyorum"a ihtiyacım var..
Hayatımda geçirdiğim en kötü günü de geçirmiş olsam günün sonunda kollarında herşeyi unutup uyuya kalabilmek isterdim, sadece seninle birlikte olmak için bir çok şeyden vazgeçebilirim.. Peki ya sen? Aramızdaki o boşluğu yırtıp geçebilir misin? Kalan son sabrını benimle tüketebilir misin? Ben düştüğümde beni tutabilir misin? Çok özel olduğum için değil, çok özel olduğun için benimle birlikte olmayı göze alabilir misin?
Ah güzel çocuk, benimle birlikte olmak kadar beni kaybetmeyi göze alabilir misin?

19 Şubat 2008 Salı

O hain boyunlarınıza sarılıp beklenmedik bir anda düşmekten ve parçalanmaktansa,
hiç kimseye sarılmam, hep düşerim ama asla parçalanmam.. çünkü en azından kalbim sağlam kalır sevgili "dostlar"ım..

18 Şubat 2008 Pazartesi

Ah ben bu geceeee... (=


Duydum ki unutmuşsun,
Gözlerimin rengini,
Bence hemen hatırla,
Yoksa sıçarım ağızına.

Sen bensiz mutluymuşsun,
Artık adımı ağzına almıyormuşsun,
İstesen benden 10 tane daha bulurmuşsun,
Bir tane de bana bulsana.

Geçen gün google'a girdim,
Adını soyadını search ettim,
Orada bile bulamazken seni,
Kalbimde neyleyeyim!?

Ah eski sevgilim sen yinede üzülme,
Sonra bir de süzülme,
Benden sana ve sevgiline hediye olarak,
Marsta balayına göndermek isterim sizi.

Kıçınızda füzeler uçarken,
El sallarsanız çok sevinirim,
En yakın zamanda oksijensiz kalıp boğulmanızı dilerim,
Sana duyduğum saygıyı alıp münasip bir tarafına yerleştiriver isterim,


Seeevgileeer! (=
[ders mers bahane, hayat şahane. AHAHAHHA (bu yazıya eski sevgililer alınmasın.)]

18//02//08

Güvenmek ne kadar göreceli bir kavrammış meğer. Bir an güvendiğini sandığın bir insana aslında hiç bir zaman güvenmediğini sadece bir anda onun ile ilgili duyduğun bir şeyle farkedersin, yoksa haberler şaşırtırdı seni öyle değil mi? Güven kazanılması aslında hiç de zor olmayan bir duygu bunun az çok farkındayız, öyle gözümüzde büyüttüğümüz kadar özel bir şeyi olmadığının güven duygusunun. Bugün anlıyorum ki: Güven duygusu iki insanın birbirlerini sömürmek için kullandıkları bahaneye verilen addır.

22 Ocak 2008 Salı

22//OCAK//08


Bugün ihtiyacım olan tek şey yaşayacak bir yer, yeni anılar için o kadar hazırım ki.. Belki de fazla uyumanın verdiği o sabah enerjisindendir ya da kaybedecek bir şeyim olmamasının verdiği o tatlı huzur.. Hayat güzel birşey, gerçekten..
Kaybedecek bir şey olmadığında..

18 Ocak 2008 Cuma

bir veda yazısı..


Merhaba.. Ben senin eski bir dostunum. Belki beni tanımıyorsun, aslında benimde seni ne kadar tanıdığım tartışılınabilinir.. Ama olsun.
Ben herkes değilim, ben herhangi biriyim, hani o insanlar içinde kaybolan cinsten. Hani her istediğinde oradadır ama asla istemezsin ya, ben o'yum işte.. Ben seni herkes gibi kelimelerle değil, görerek ve izleyerek tanıdım. Ben senin söyleyeceğin şeyleri senden önce söyleyemiyebilirim, belki de aslında seni hiç tanımıyorumdur, ama ikimizinde bildiği gibi, aslında ben seni herkesten daha iyi tanıyorum.
Her yalnız kaldığında kafandan geçen milyonlarca düşünceden biriyim ben, hayatının eskimeye yüz tutmuş tozlu bir parçasıyım. Geleceğinde yerim yok benim, ben aslında senin geçmişinim, ama boşver beni. Benim tek görevim seni sen büyüyünceye dek sevmekti, şimdi büyüdün kocaman bir adam oldun.. Bakışlarınla insanları yerin dibine sokar oldun, sözlerinle insanları bulutların üzerinde gezdirdin. Çok kırıldın, ama bir o kadar da kırdın, intikam aldın belki de bunu hiç kimse senden iyi bilemez öyle değilmi?
Gecenin bir vakti ansızın uyandığında, pişman oluyor musun hiç?
Ben olmuyorum. Çünkü ben geçmişim, gelecekte yerim yok, olmamalı.
Çünkü ben buraya ve sana ait değilim, ben çok uzaklara gitmeliyim, gideceğim de..
Ve o gün geldiğinde tek isteğim sana son bir kez daha bakıp, beni özleme.. diyebilmek..
Sensiz yapabilmek güzel bir duygu.. Umarım sende aynı şeyleri hissediyorsun.. Karanlık odalarda siluetlerle laf dalaşına girmiyorum artık, kendimi bir kenara attım, tozlandım, mahvolmayı, tükenmeyi bekliyorum..

Aslında düşündüm de, sende beni bekle.. Uzağımda ol ama bir o kadar yakınımda kal, olur mu? değerli olduğunu da asla unutma, hiç birşey eskisi gibi değil ama sen çok değerlisin bunu bil.
Ve ne zaman üzülsen, moralin bozulsa bu yazıyı oku ve beni düşün, geçmişin asla yanında olmasa da o her zaman senin arkandan seni kollayacak, bunu bil.. Ve bana değil kendine son bir kez daha söz ver, beni asla unutmayacağına..

Çünkü ben öyle yapacağım.

14 Ocak 2008 Pazartesi

Dostlarıma..

Önümde bir karanlık yol,
Benimle yürür müsün,
Zemini meçhul bir yol,
Yanımda yürür müsün?

İşte böyle başlıyor Duman'ın şarkı sözleri.. Bundan seneler önce tamamen kendileri için yazdıkları(evet her ne kadar bazı şarkılar durumlara "cuk" diye otursada onlar genelde bizim için değil şarkıcının eski sevgilisi için yazılmış olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zor olabiliyor.) bu şarkı, bu kapalı pazartesi sabahına ne kadar da güzel uydu böyle.. Okuldan kaçmanın verdiği o buruk heyecan, mide bulantısını falan atlatalı çok oldu, biliyorum bunu çok yapıyorum ama elimde değil, o kadar yorgunum ki.. "Gençsin saçmalama!" Ne kadar da boş bir laftır bu aman tanrım! Acaba bu lafı edenlerden biri bile gençliğinde 7/24 ders çalışıp istisnasız tüm derslerden geçer not almışmıdır? Bence almamış olsa gerek ki bu eksiğini ya da bu kompleksini bu şekilde karşısındaki çocuğa yansıtıyor. Şu anda yeşil bir pufa gömülmüş ve hiç suçluluk duymuyor olmam kesinlikle benim kişisel ve kesinlikle duygularla bir alakası olmayan bencilliğimden geliyor. Aslında dün akşam üstü ders çalışmaya üşeninceye dek böyle bir programım yoktu bile. Ama kısa zaman içinde "sözlü" adı verilen, ortalamayı diplerde süründürmeye meyilli o mecazi yaratıkla tanışmak zorunda kaldım. Herkes gibi bende 8 senelik ilk okulu (Fazladan 4 sene kreş ve 1 senede çocuk evi şeklinde) okudum, ama okuduğum hiç bir okul italyan lisesi gibi değildi.. Kurallarla ilk defa burada tanıştım ben ve herkesin eşit olmadığı gerçeği burada bir kez daha pekişti. Ayırımlardan çok uzak değilimdir aslında, küçükken tomboy diye dalga geçtikleri, iri bir kızdım. Hiç bir zaman hiç kimse için yeterince iyi olamayan, kızların nefret ettikleri cinsten.. Şu anda düşünüyorum ki aslında hiç bi zaman haketmemiştim ben bana yapılan çoğu şeyi, eğer sizi de kırdıysam işte sebebi budur, yalan dünyaya karşı beslediğim o intikam duygusu.. Fiziksel maneviyat döneminde yaşadığıma inanıyorum. İnsan vücuduna göre yargılanıyor, sarı saçlar her tarafta uçuşuyor, herkes kucak kucağa birbirnin ruhunu emiyor.. "Aşık" kavramını kaybedişimin 2. senesini kutlayacağım bu aralarda. Sevmeyi beceremeden geçen o koskoca 2 sene. Pişmanlık duyamıyorum geçmişimden, hatalarımdan, aslında belki de doğru olan içimde bir huzursuzluk olması ama.. Yapamıyorum.. Yaptığım herşeyin bana göre o kadar mantıklı birer sebepleri vardı ki.. Beni tanıdığını zanneden onca insana "SEN HİÇ BİRŞEY BİLMİYORSUN BENİM HAKKIMDA!" demek.. En çok bu mutlu etti beni, en büyük hayallerim böyle gerçek oldu.. Arkamdan konuştular, gururlarına yediremediler, evet belki çok acıttım insanları, ama herşey karşılıklıdır ve ben bunu bilerek yaşadım yaşadığım herşeyi.. Bazı insanlar oldu kıyamadım, yediğim her tokatta diğer yanağımı döndüm onlara, bir daha vurdular ve bir kez daha.. Taa ki ben acı içinde yere yapışıpda onlara dur deyinceye dek.. Ama hep dostlarım oldu, canım dostlarım.. O kadar iyilerdir ki onlar, o kadar eşsizdirler ki.. Örneğin Serra, o herşeyi bilen, güldüğünde etrafındaki herkese ister istemez birer parça huzur dağıtan Serra'm.. İyi günümde, kötü günümde her zaman yanımda olmuş olan o güzel insan.. Sonra Ayşe var, gülümsediğinde çok güzel olur Ayşe, çok iyi ve kişilik olarak da eşsiz bir insandır, keşke ne kadar eşsiz olduğunu fark etse o da ve Nil.. Nil, gülümsediği zaman mutluluktan ağlayacak gibi olursunuz, içindeki iyiliğin ve iyi niyetin haddi hesabı olmamakla beraber kötü zamanlarınızdada yanınızda olması gereken tekşey bir Nil olabilir bazen.. Fem ise, eşsiz bir insandır, onca insanın arasında kendisini ve kişiliğini kaybetmeden, başı dik ve emin adımlarıyla yüriyerek belli eder kendisini heryerde.. O kadar güzel ve o kadar eşsiz dostlarım var ki benim.. Kimi insanlar oldu, herşeyden çok sevdim, çok değer verdim ve sonunda onlar değiştiğinde bir gün bir daha asla eskisi gibi olmayacağımızı düşünürken bana "arakdaşlığın" anlamını öğrettiler.. İyi günde, kötü günde, mesafelere ve insanlara ve hatta zamanlara rağmen, her zaman o eşsiz dostluk duygusuna sahip çıkabilmek..Bunun için Nesli, İrem ve Koza'ya .çok teşekkür ederim.. Kimi insanlarda ne kadar uzak ama bir o kadar da yakın olduklarını gösterdiler bana zamanla, Cem, Buket, Bensu ve Cansu..
Hayatta her hareketten bir ders alırsın, kahveden ağızın yanar ve yavaş içmeyi öğrenirsin, yürürken düşünürsün ve kafanda onca insan ve düşünce varken aslında hiç bir zaman yalnız kalmayacağını farkedersin, ya da belki istiklalde yürürken arkandan uzanan dostça bir el sana hiç bir zaman yalnız olmayacağını hatırlatarak senin kendini kötü hissetmene engel olacaktır.. Aşık olur insanlar, herkes aşık olur.. O kadar güzel bir duygudur ki aşk paylaşıldığı zaman, telefonda aşkın dedikodusunu yapmak bile bir eğlencedir insanlar için.. Çok kıymetlidir aşk, mümkünse bulunduktan sonra bir daha asla bırakılmamalıdır..
Benim şu 2 senedir yaptığım en büyük hata: aşkı unutmak için insanların sevgilerini tüketmek oldu.. Özür dilerim üzdüğüm, kırdığım bütün o insanlardan.. Aslında hepinizin çok çok ayrı yerleri var benim için, yalnızca ben bunu gösteremeyecek kadar beceriksizim, yani aslında hiç birşeyin sizinle alakası yok, yalnızca herşeyi yoluna koymak için bolca zamana ihtiyacım vardı.. Şu son 7-8 ay yetti bana, düşündüm, öğrendim.. Tıpkı sokağın ortasında duran bir kamera gibi izledim insanları, geçişlerini, gidişlerini, çarpışmalarını, öpüşmeleri.. Sonunda farkettim ki, BEN DÜNYADAKİ EN BENCİL İNSANIM.. Eski bir sevgilim bir başkasıyla çıkıp mutlu olduğu için onu kıskanmak, sevdiğim insanları kendime saklamak, kimseyle paylaşmak istememek.. O kadar çok sakındım ki çevremdekileri, hayatımdakileri, çoğu gitti sonunda.. Katlanıp bana hayatımda kalan insanlar ise gerçek dostlarımdır benim, hayatım boyunca asla ayrılmamak için elimden gelen ve gelecek herşeyi yapacağım..
Bugün oturduğum şu yerden bakıyorum hayata ve görüyorum ki hemen hemen hiç birşey kaybetmemişim bunca zamandır, ne güzel, kısa günün karı olarak elimde kalan dersler, anılar, tecrübeleri yanıma alıp yoluma devam ediyorum ben.. Zorlandım ama artık insanlara ve olaylara objektif bakabiliyorum.. Çok zor da olsa bir .çok ders aldım ve en önemlisi de: herkesin kendi tarafından bir bakış açısı olduğu ve herkesin her zaman kendisi için haklı olduğudur. Ha bir de insanların değişmeyeceği, istemedikleri için değil değişemeyecekleri için.. Çok yakın bir dostumun nasıl değiştiğini görüp üstüne birazcık kafa yorduktan sonra öğrendiğim gerçekler gibi, içinde olan aslında şimdi çıkıyor.. Çok acı ama olsun, ne olursa olsun arkadaşlar bugünler içindir..
Uzun lafın kısasına gelince.. Tüm zorluklara rağmen yaşıyoruz, isteyerek ya da istemeyerek ve ben bu hayatın en son gününe kadar hata yapıp düzeltmek zorundada kalsam öğreneceğim bu oyunun kurallarını.. Asla tek başıma kalmayacağım çünkü benim dostlarım var ve asla yalnız bırakmayacağım çünkü herkesin benim kadar bir dosta ihtiyaçları olabilir.. Hayatıma bugüne dek girmiş ve çıkmış olan herkese çok teşekkür ederim, beni ben yaptığınız için ama en çok Nil, Fem ve Serra'ya teşekkür ederim.. Her zaman benimle olup herkese ve herşeye rağmen beni bırakmadığınız için.. İyi ki varsınız, siz olmadan ben bir hiçim..