24 Aralık 2010 Cuma

13.46

bergamo'da son gece kaleüferleri çalışmayan otelin ceremesini çektim. dışarsı -4 dereceydi, otel odası da 2,5 falandı. yorgunluktan uyuya kaldığımda ayak parmaklarımı hissetmeyerek uyandım, o derece.
 neyse, yeni yıl ağacımızı yaptık korayla, bu akşam da yemek yapıyoruz sonunda herkesi görebilicem, OLEY! 

 yorgunluktan-bezmişlikten yazamıyorum vallahi bi ara uzun uzun yazıcam ama söz.

16 Aralık 2010 Perşembe

13.37

take that'in yeni şarkısı ne kadar güzeldir. onu da geçtim  eliza doolittle - skinny genes, the script - for the first time bi de flight of the conchords - all the ladies of the world allahim kliplerini yemek istiyorum. bi de kahvaltımı omletle etmeyi çok seviyorum. ne alaka?

 bugün aslında amacım çok derin manalı şeyler yazıp belki ucundan dünyayı kurtarmaktı. ama olmadı. çünkü blogger beni çok yordu. accountuma girebiliceye kadar 40 defa interneti kapatıp açmam gerekti. şevkim kaçtı. bende sabahtan beri mtv izliyodum, size beyendiğim klipleri yaziim dedim. mesela 30 seconds to mars'ın yeni klibi mükemmel, tam versiyonunu sitenin kendi web sitesinden izleyebilirsiniz. bunun dışında şey var Jovanotti - tuttu l'amore che ho çok tatlı şarkı, klibi zaten beni benden aldı. ama şu i can feel your heartbeat varya enrique iglesias'ı çok sevmeme rağmen 2 reklamda + mtv'de her dakka dinlemekten cıcığı çıktı yani.
 aa bi de şey var 2 tane yeni favorim: linkin park - waiting for the end (çok depeche mode vari olmuş ama sevdim) ve kanye west'in run away'i.
Bi ara Air'in Cherry Blossom Girl klibi vardı hatırlayan varmıdır acaba, ben çok severdim.

 bu arada 30 seconds to Mars'ın yeni klibi Marilyn Manson'ın kliplerine benzetmiş, bilhassa mobscene'e benzettim ben. Marilyn Manson'ı ne kdar sevdiğimin haddi hesabi olmamasını napıcaz peki? moonspell aşkımı bi kenara bıraktım kaç yaşıma geldim hala oturup marilyn manson dinleyip bi de mutlu oluyorum.

 bu arada dışarda kar yağıyo. şaka gibi. HAHAHAHHAHAA
bi de klimalardan su akar ya. tamam. şimdi benim klimamda her klima gibi su akıtıyo. bi klima düşünün ki su akıtıyo. akan su DONUYO. Bologna nasıl bi habitattır allahım kendimi kutup ayısı olur penguen olur kar tilkisi olur noel babanın geyigi olur her türlü soğuk iklim hayvanı gibi hissediyorum ÇÜNKÜ BU HAVADA İNSANLAR YAŞAMIYO.  ay saat 1.30 oldu. ben mutfağıma gidicem şimdi. belki toplarım belki o beni toplar. söz vermiyorum. hevesim kaçtı zaten yazmicam işte. bays

14 Aralık 2010 Salı

eşşek kadar da yazmıştım halbuki.

Hani cuma benim sınavım yok. Cuma benim trenim yok. Hani bavul sıkıntısı çeken ben değilim. Ama bütün gün evde uyuyup uyanıp yemek yiyip tekrar uyuyan ayı benim. hani beynime sincapmı kaçmış, filmi şeetmiş o kadarını bilemicem de, son 2 hafta kala sınava hayvan gibi ders çalışıp hevesimi aldığımdan heralde, şimdi o masanın başına oturmak bana zor geliyo kardeşim. oturuyorum kırmızı kanepeye, kalkmicam diyorum. bu biticek öyle kalkıcam. aaa şuna da bakiiiim öyle kalkıcaaam diyorum. bakıyorum, yapıyorum, kalkamıyorum.

 ARTIK CUMARTESİ OLABİLİR Mİ LÜTFEN İSTANBUL ZAMANIM GELDİ!

10 Aralık 2010 Cuma

haydarpaşa

Haydarpaşa tren istasyonunun 2. Abdülhamit döneminde italyan ve fransız heykeltraşların yardımıyla yapıldığını biliyormuydunuz? İlk yapılma sebebi Bağdat-İstanbul arası tren seferlerini gerçekleştirmekti. Birinci Dünya savaşı sırasında deposu cephanelik olarak kullanılan garın sabotaj sonucu cephanelerin patlaması ile büyük bir bölümü hasar görmüştür. Binayı yeniden onarıp ona bugünkü görünüşünü vermişlerdir. Ama ne yazık ki bu kadarla bitmemişti garın şanssızlığı, 1979 yılında kadıköy yakınlarında bir tankın bir gemiyle çarpışarak patlaması sonucu oluşan ısı yüzünden binanın kurşundan yapılmış vitrayları hasar görmüştür. 1983'de ise aslına uygun olarak büyük çaplı bir onarım geçirmiştir, kuleleri ve dış cepheleri onarılmıştır.


 ve sonra 2010'da.


Tarihi Haydarpaşa Tren Garı'nın çatısında yangın çıktı. Yangını söndürme çalışmaları sürüyor.

Alınan bilgiye göre, Tarihi Haydarpaşa Tren Garı'nın çatısında saat 15.30 sıralarında henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı.

Yangına Üsküdar ve Kadıköy itfaiye ekipleri müdahale ediyor. Yangını söndürme çalışmaları devam ediyor. Yangınla alakalı olarak çatıdaki izolasyon çalışmasından şüpheleniliyor.

İstanbul'un, Kadıköy ilçesi, Haydarpaşa Tren Garı'nda çıkan yangının dumanları, Ortaköy'e kadar ulaştı. Saat 15.30'da başlayan yangının alevleri, bütün çatıyı sardı. Boğaz Köprüsü'nün geçen dumanlar, Boğaz'ın Avrupa yakasındaki Ortaköy semti üzerine kadar ulaştı.

Çatısında yangın çıkan İstanbul Haydarpaşa Garı'nın tamamı tehlike altında. Taş bina olarak bilinen târihî garın çatısındaki alevlerin, alt katlara sirâyet etmesinden korkuluyor. 


İstanbul Haydarpaşa Tren Garı'nda çıkan yangın devam ederken, binanın yıkılma tehlikesinin de bulunduğu bildirildi. İstanbul-Bağdat Demir Yolu'nun başlangıç istasyonu olarak 1908 yılında yaptırılan binanın, 220 ahşap direk üzerine yükseltildiği ve çatı katındaki yangının devamı halinde binanın çökebileceği kaydediliyor. 

ondan da sonra...

Geçtiğimiz günlerde tarihi Haydarpaşa Garı’nda çıkan ve ciddi hasara neden olan yangın kamu mallarının sigortalanmadığını ortaya çıkardı. Sigortacılar, genel bütçeden pay alan kurumların sigortalanmadığını belirtiyor.

ve şimdi hiç bişey olmamış gibi, herşey yeniden, bilindiği gibi devam ediyo.
ama neden?

15.07


9 Aralık 2010 Perşembe

don't blame it on me, it's karmas bad.

Karma is a law in itself, which operates in its own field without the intervention of any external, independent ruling agency.


Evet, karma acı bi gerçek. Cidden öyle. Vurdummu vuruyo, yani sen şimdi hani bilmemkime haksızlık oldu ona da böyle böyle yapmıştım diyosun TAK karma, aynısı senin başına geliyo.


Şimdi, eğer bu bi tek bana olmuyosa yakın zamanda bana çektirdikleri yüzünden hani en azından bi ölüp dirilmesi gereken 3-4 kişi var. Hadi karma, göster gücünü!

8 Aralık 2010 Çarşamba

geçen gün googlela oturduk, muhabbet ediyoruz...

söz dinleyen bi insanım yandaki resimden anlaşılabileceği gibi.
neyse.

Sonunda lüzumsuz uyku düzenime dur dedim, dün saat  2'de koydum kafayı uyudum, bugün de saat 10.30'da uyandım. e, tabi bünye alışık değil bu kadar erken uyanmaya, anlık bi şok yaşadım, şimdi naapıcam yeaa gibisinden. bi gün ne kadar uzun sürüyomuş hatırlayınca bi afalladım tabii, ama en büyük şaşkınlığı dışarısının aydıklık olduğunu görünce yaşadım. bende kalktım, kahvaltımı ettim, sonra aldım elime süpürgeyi, evi temizledim.

 Şimdi o reklamlarda gördüğünüz şeyler varya, yok bi defa süpürünce pırıl pırıl yapan elektrik süpürgesiymiş, bi defa süngerle geçin yağı kiri söker atar deterjanmış, bütün kirleri çıkaran, şarap lekesinden eser bırakmayın çamaşır deterjanıymış falan.. UNUTUN KARDEŞİM HEPSİ YALAN. bi tek vernel'in kokusu ister istemez inkar edilemez bi gerçek. manuel çalışan, ben yorulunca da kapanan bulaşık makinesine fikir danıştım; o da beni haklı buldu. Evdeki süngerler helak oldu, cidden bi defa da yağı kiri söken atan bulaşık zerzavatı yapılsın. Ayrıca, kendi kendilerini ütülemedikleri sürece bütün kıyafetler çirkindir ve hiç bir ütü bütün kırışıkları açmaz bi kerede. (çok çekiyorum çok...)

 Bunun dışında ders çalışıyorum, ama çalışsam da bitmiyo dersler bunu farkettim. Sporada gidiyorum, ama nası üşene üşene gidiyorum, öyle ki gidince en az bi 2 saat kalıyorum, gerekirse hiç bişey yapmadan oturuyorum ki o kadar yolu yürüdüğüme deysin (15 dakka yürüyosun da.) sonra eve gelip yemek yapıyorum. yemek yapmayı çok seviyorum ama bu bulaşık olayı ondan bile soğuttu beni vallahi.

 Onun dşında bi kaç şey daha vardı ama çok uykum var. Geçen google'la oturduk muhabbet ediyoruz. Leb demeden leblebinin aile ağacını anlayan güzel dostum benim, bi tek sürekli beni düzeltiyo, ona tilt oldum. 2 rakı koydum, dedim ki ona; bana bak gugıl, HATASIZ KUL OLMAZ.

 bana ne dedi biliyo musunuz?
hiç bişey. google bile kabullenmiş. hatasız kul olmaz.

5 Aralık 2010 Pazar

yine 5.30

peki kaçta yatarsam yatiim gece 3 de uyanma olayını nası halledicez, hazır dünyayı kurtarırken buna da el atsak? ayrıca yan komşumu taktuk diye çıkarttığı garip seslerden dolayı nası kınıyorum haddi hesabı yok, o çekiştirdiği koltuk elinde kalsa da bi gün ben kurtulsam allahım.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Bologna halleri

Evet. Sabahtan akşama kadar evde tembellik yapıyorum, okulumun devam zorunluluğu olmamasının tadını sonuna kadar çıkartıyorum. dünyanın en kalabalık sınıfı olduğumuz için ödev de veremiyorlar. e, haller böyle olunca bana da bol bol ceren zamanı kalıyo. başta playstation oynayarak sabahlayıp sonra akşam 5 gibi uyanıp kahvaltı edip 9 da akşam yemeği yiyip birazcık daha playstation oynuyodum. sonra dedim bu böyle olmaz. playstation ve wii oynayıp akşam 3 de uyumaya başladım. sonra misafirler şunlar bunlar derken düzenim yine bozuldu, sabah 7-8 gibi uyuyup öğlen 3-4 de uyanmaya başladım.  
 geçen gün yine sabah 6 olmuş, ben tutturmuşum bu böyle gitmeeez gidemeeez diye. dedim bu işe hemen bi çözüm bulmalı. girdim internete başladım araştırmaya, neler yapılabilir diye. kendime bi spor salonu buldum. bi kültür sanat klubüne üye oldum. sonra yattım uyudum. uyandım, kahvaltımı ettim, gittim spor kulübüyle konuştum, yazıldım. ordan pıtı pıtı esinlere gittim. yemek yedik, muhabbet ettik. sonra aklıma selin'e söz verdiğim geldi. kalktık türk gecesine gittik. gittiğimizde  kibariye eşliğinde halay çeken 30 kişilik bi grupla karşılaştık, ama açık konuşucam. bayaa uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim, özellikle saat gece 12'den sonra sonunda klubün açılmasıyla içersi bi anda yüzlerce insan dolunca, daha da bi eğlencelileşti hal. 
 içtik, dans ettik, bayaa güldük, yeni insanlarla tanıştık, Luigi the incredible dj'in varlığından haberim olmadan bi günüm daha geçseydi gerçekten kendimi affedemezdim. evet. şaka bi yana, sonraki sabah uyandım. tabi alkol hala damarlarda dolaştığından olsa gerek, bi baş dönmesi var ortada, 3 sürahi su bitirdim, oh dünya varmış dedim. taktım çantamı sırtıma spora gittim. debelendim biraz, çıktım. vallahi sağlığa zararlı biliyorum ama sporu çok özlemişim. sonra dükkanların arasında dolandım birazcık birazcık, eve dönerken eczaneden doğal uyku ilacı varmış bi tane, ondan aldım. "melatonin" denilen bu zamazingo bi damla. diline damlatıyosun. aklıma küçüklüğümde hasta olduğumda annemin zorla ağzıma buco bleu damlatmaya çalışışı geliyo artık her gece uyumadan önce. masmavi olurdu dilim, bi de çirkin bi tadı vardı, mürekkep balığını sakız diye çiğne aynı yani. neyse, bu melatonin damla da öyle işte, tek farkı bunun tadı portakal kabuğu ısırınca acı ekşi ama portakallı bi tat gelir ya ağzına, öyle . ne kadar mı işe yarıyo? şu an saat 5.30 hala ayaktayım. baya başarılı yani =) onun dışında artık üşenmeyi bıraktım ve çamasırları yıkadım ama astıklarımı toplamaya üşendiğim için başka bişey yapmadım öyle makinede duranları da bi sepete koydum, askıda asılı duranlar da bar bi yandan. bişey olmaz heralde bilmiyorum vallahi yarın halledicem. bu üşengeçliğe de bi damla verebilir o bitkisel ilaçcı eczane. vallahi ben böyle değildim. ne ara bu kadar üşengeçleştim bilmiyorum (bu da yüzyılın yalanıdır.)
bi de evde koala beslemek istiyorum, çok tatlı olmaz mı? böyle minik koala koştursun sağda solda biz onunla kanka olalım alışverişe çıkalım takılalım falan. ama onsuz mc donalds'a gidersem esin çok kıskanır, geçen gece saat 2 de gittiğimizde mcdonalds'ın yeni kırçiçeği olduğuna karar verdik, burda mcdonalds'da bira bile vaar!

 bu arada, assasins creed 2'nin sonu mükemmel, herkes oynamalı bitirmeli. 
fallout 3 çok kilit, çantama bi sürü şey koyuyorum kızcağız koşamıyo sonra sinirlenip bırakıyorum bende, allah sonumuzu hayır etsin vault-tec'le.
tekken'in yeri her zaman ayrı, ona da sapık gibi kitlenmemek elde değil.
wii'de masa tenisinde geçen gün rekor kırdım (Y)

mükemmel biliyorum. bak arkadaşım, boş zaman geçirmek için başka yol biliyosan ceristan@gmail.com'a mailini at, atanlar biliyo cevapsız kalan yok yani bugüne kadar.  ay sabahmı akşammı neyse bilemedim kafayı yedim sonunda. aa bu arada 13 gün sonra istanbul'a dönüyorum ÇOK MUTLUYUM! (kendi içimde çelişkilerim var yarın sabah yine dönmek istemeyedebilirim. bilemicem)

neyse. ben şimdi uyyicam. esneyince çenem ağrıyo çünkü 20 yaş dişim sol arkadaki çıktı oley diye seviniyodum, çok mutlu oldum diye sağdaki de çıkmaya karar verdi, yine çenem kitlendi, açamıyorum. falan filan işte. ay hadi uyku. ama önce duruma uygun resim bulmam lazım. 

a day in the life of a fool

kafamda bi tane plan vardı. her zaman hepimizin bi planı vardır zaten. ve herşeyin o plana uymasını bekleriz. ama hiç bi zaman uymaz, hep bişey ters gider, ya da farklı olur. ama günün sonunda, bütün planlar ve anılar bittiği zaman, yatağa uzanıp kafamızı yastığa koyduğumuzda, bize herşeyden geriye sadece bi kaç hikaye kalır.

 "sana aslında teşekkür etmem lazım. sen bana cesaret vermeseydin ben kendimde senden vazgeçecek cesareti bulamazdım. 'önünü kesmek istemiyorum, eğer bi gün karşına seni mutlu edecek bir insan çıkarsa bunu benim yüzümden kaçırmanı istemiyorum.' bu laf olmasaydı ben şu an nasıl nerde ne yapardım bilmiyorum. teşekkür ederim, sayende mutluluğu buldum" - tavşanlar zıplayarak uzaklaşırlar.

"sen olmasaydın, ben insanlara hep güvenirdim. artık güvenmiyorum, canımı da acıtamıyorlar. lanet gibime geliyordu başta, ama sonradan anladım ne kadar önemli olduğunu. teşekkür ederim, sen bok etmeseydin hayatımı, sonra bi gün senin gibiler yüzünden çok daha büyük acılar çekebilirdim." -kedileri hiç bi zaman sevmemiştim zaten.

"sen olmasaydın sindirmeyi öğrenemezdim. susmanın faydasını bana sen öğrettin. hergün bambaşka bi saçmalığı sindirdim seninle, ama sonunda seninle bitirip hayatıma devam etmeyi öğrendim. çekip gitmeyi. teşekkür ederim." -balıklar her mevsim yaşayamazlar.

"sen bana gururun zararlarını öğrettin. ve yararlarını." -bir oyunu oynamadıkça kazanamazsınız. kaybetmekten korkarsanız oynayamazsınız.


 oysa "o" bana tavşanların hep kaçmak zorunda olmadığını gösterdi. yavru kedilerin dünyanın en şirin mırlayan yaratıkları olduğunu ve balıkların kendilerince sularında ne kadar güzel olduklarını anlattı. bana oyunların kaybedilerek öğrenileceğini ve her kaybedilen oyunun sonunda başka bir oyun daha başlayabileceğini gösterdi. ben ise onu sadece sevdim. çünkü o, ona teşekkür edebileceğim onlarca şey varken, aklıma sadece bana gerçekten birini sevmenin nasıl birşey olduğunu anlatışı gelen tek insandı. o benim hayatımda ki en güzel şey oldu, hayatımı birbirine katan, herşeyden nefret ettiren, beni hüngür hüngür ağlatan, sonra gözümden yaşlar gelene kadar güldüren oldu. sonra beni mutlu eden oldu, aptal aptal güldüren oldu. bi de baktım hayatımdaki en güzel şey oldu. sonra beni güldürdü, herşeyim oldu. ağlattı, nefretim oldu. ama sonunda hep, öptü. geçti.

çünkü onun masallarında, prenses her zaman başucunda bembeyaz çiçeklerle uyanıp güneşi göremese de, her gece tatlı rüyalar yazılı küçücük bir kağıt parçasını baş ucunda bularak uyudu. herşeye rağmen. herkese rağmen.

30 Kasım 2010 Salı

coming soon

intikam, soğuk yenen güzel bir yemektir. salim kafayla, eğlenceli bile olabilir.


28 Kasım 2010 Pazar

Hani bişey bi yere gelir. Artık ama yeter öl be, öl de bit diye kafasına kafasına vurasım gelir.
Gelir yani hep gelir cidden, yani size de olmazmı? kafayı yemez misiniz siz hiç?

ben yedim. ramak kaldı derdim de bu sefer cidden yedim.

penguen habitatında hayatta kalma çabası

şimdi avrupa güzel, iyi, hoş da kışı bayaa sert geçiyo. ama öyle böyle diil. yani dün eldivenlerimin içinde parmaklarım soğuktan kangren oldu. dünyanın en kalın montu diye dalga geçtiğim montumla bile dondum. hatta ve hatta, daha da açık olmam gerekirse, 2 klima + kaleufere rağmen evde bile soğuktan kafamı çıkartamıyorum yorgandan.

 bence avrupalılar evrim geçirmiş bi penguen soyundan geliyolar. böyle afrika penguenivari, hem sıcağa hem soğuğa uyum sağlayabilen cinsten bişeyler yani. başka türlü bu kadar kısa boylu ve hepsinin siyah saçlı olmasını açıklayamıyorum. ayrıca bu soğukta, ki dün hava -3 dereceydi, straplez-mini etek- 20 cm topuklu kombinasyonu yapan dün gece gördüğüm sarışın kızı da ağırlıklı olarak kınıyorum, kızım git bi mont giy, ben üşüdüm lan! demek istiyorum ona. onu da geçtim. bu kadar yürünen bi şehirde topuklu ayakkabı cidden yürek ister, bi defa denedim, sonra tekrar ayaklarmın üstünde durabilmeye başlamam 2günümü aldı. o yüzden zorlamıyorum durumu daha fazla. ya da avrupalılarda bizim göremediğimiz fazladan bi deri katmanı var, onun üzerinde normal derileri var, ve o fazladan katmanla normal deri arasında balina yağı keseleri var, adamlar hava geçirmiyo. ayrıca 15 dakka durmadan dolu yağması HİÇ HOŞ DİİL, kafam kadar buz parçaları düşüyo, onlar birinin kafasına gelirse neler olabilir, bahsetmek bile istemiyorum.

 hem şimdi sabahtan beri yağmur-sel-hortum-fırtına-tayfun-tufan-tsunami-toprak kayması, allah ne verdiyse yaşandığı için bence hiç hoş diil kar yağması çünkü bu kar tutmaz, tutmayan karlada benim işim olmaz diyip ağırlığımı koyarım. ay tıkır tıkır sesten de uyku bastırdı. size şirin bi penguen resmi koyyim sonrada uyyim o zaman. yukarı koydum aşşağılarda bi tane daha mı var diye bakınmayın.

25 Kasım 2010 Perşembe

14.45

kaybedişin bir saati olsaydı ne olurdu acaba
gece mi gündüz mü?

geceler çabuk biter. gündüzleri ise dakikaları saymak daha zor gelir.
onu da geçtim de.

bir insan o kadar zaman ve emek harcayarak kazandığı herşeyi bir anda kaybedebilir.
bir anda.
bir cümleyle.

gece veya gündüze geri dönmemek üzere.
çünkü bir şey bir defa birine ait olur.
ait olan şey bir defa kaybedilir.
belki de hiç geri dönmez.

24 Kasım 2010 Çarşamba

cinnet geliyo.

içime doğmasından hiç hoşlanmadığım şeyler var.
başı çıkacağını bildiklerim çekiyo. şu an ne kadar sinirli olduğumu nasıl anlatsam bilemedim. hani laptop'u kucağımdayken tutup sıkıca, şurdaki tahta sandığa vura vura parçalamak, ondan sonra kalan parçaları duvara fırlatmak, sonra duvarlardaki herşeyi yerlere indirmek, sonra mutfağa gitmek, bulduğum bütün çikolataları yemek, sonra koşarak evden çıkıp bolognayı 20 tur depar atıp eve dönüp herşeyi tekmeleyip, telefon açıp SENDEN NEFRET EDİYORUM! diye bağrıp, sonra telefonu da yerlerde parçalıp, mümkünse baterisini ocağın üstüne atıp burayı havaya uçurup sonra kapının önüne çıkıp koşup denizleri aşıp gidip bilhassa 3 kişiyi dayaktan öldürüp, sonra yüzümde mümtaz bi mutluluk ifadesiyle pıtıpıtı burdaki evime dönüp yaşlanmak istiyorum. bi sorun mu var? o zaman git kendin çöz, onunla da mı ben uğraşıcam. manyakmıdır nedir ya.

23 Kasım 2010 Salı

küçük sırlardaki kızların aşk hayatları

alp. hepsi alpin suçu. o olmasaydı benim ruhum duymazdı bu diziyi, gossip girl çakması diye izlemeden mutlu mesut takılırdım. ama yalan söylemeden edemicem. ULAN ÇOK EĞLENCELİ!

şimdi özetliyorum:

önce ali su'yu seviyodu. bu sırada su ve arzu yapışık yaşıyolardı, ayşegül de aliyle takılıyodu, ali ve çetin araba üzerine iddaya girdiler suyu tavlamak için.

sonra su bunları öğrendi, hayatın sillesini yemiş zavallı kız şeklinde acıların çocuğu oldu. annesinin yasını mı tuttu desem ne desem bilemedim. bu arada arzu ve su küstüler çünkü arzu aliye aşık olmaya karar verdi FALAN.

 ha bu arada, çetinle ayşegül öpüşmüşler. şimdi çetin suya aşık, e ayşegül de baya bozuluyo tabi, yazık dicem de vallahi öyle bi kızı tanısam, o düşse ben bi daha vururum, bi daha vururum.

demir var bi de, 16 yaşında olduğu idda edilen ama 11 yaşındaki kardeşi var, bi de saman altından su yürütmeyi bırakın beton üstünden pet şişe yuvarlayamayan bi anneler var bunların.

emre bey var, suyla aslan cem'in babası. (isim yeterince olmayınca iki isim koyarlar ya çocuklara, onlardan bu da.)
 bu arada, su bi bölümde 19 sonra ki bölümde 18 ondan sonraki bölümdede 20 yaşındaydı.
bunun yanı sıra, suyun annesi öleli 16 yıl olmuş. su 5 yaşındaymış (ilk bölümlerde söylenen buydu) sonra aslan kaplan cem çıkıyo ortaya ayşegüle babannesinin yüzzüğünü takıyo bi de evlatlıktan reddediliyo. arada romantik bölümünde bi atraksiyonlara girişiliyo işte, ayşegül duruyo diyo ki " aslanjem zöyle bana, zu anneniz öldüğünde kaj yajındaydı?" aslanjemde diyo ki "2 yaşındaydı" şimdi siz kaç yaşındasınız gençler. hadi benim işim gücüm yok, sizinle uğraşıyorum, siz de birbirinizi yiyosunuz (ay fulyayada kafam girsin sevmiyorum onu da) ama insan bi yaşını da bilir. annesi gittiğinde 21 ya da 23 yaşındaysa
aslanjem ve suyun aralarında 2 yaş varsa
ve su söylenildiği gibi 5 yaşındaysa, aslanjemde 7 yaşındaydı, anneleri 16 yaşında bunları doğurmuş demek ki. ama işin enteresan yanı, şule hanımmıydı neyi o kızıl saçlı fettan pet şişesi yuvarlayaman anne ve emre beyjim 21 yaşındayken çıkmışlar. (dizide sürekli sözü geçen sevgililermiydi yani? sevgilimi olmuşlar? lafları çok başarılı. ne diyolar ARZU VE ALİ SEVGİLİ OLMUŞLAR. ay sevgili olmuşlar ne ya. bence bu olmamış.)
 peki 21 yaşındaki o kızı kabul etmeyen fikriye reyiz nası olmuş 16 yaşındaki kızı almasına izin vermiş kocasının. nası bi evlatlıktır bunlarınkisi, hiç mi acımaları yoktur ece hanıma. kadıncağaz ölmüş ölmüş dirilmiş, yazık.

 su kızımız çok bahtsız, hani pişmiş tavuk olsa başına bunlar gelmez. yazık günah senaristler, yapmayın şu kıza bunları, dizinin başından beri bi bölümde ağlamasın şu kız.çet olan çetin'le babası favorilerim. babası OMAR REİZ, emre beyin ağzını yüzünü dağıttı, zaten emre beyin ağzını yüzünü herkes dağıtıyo 17 bölümde 2-3 kere dayak yedi. su kızımızın saflığı içimi acıtıyo ondan artık izlemiyorum.
ama gördüğünüz gibi sıkıntı bi insana bunları da yaptırabiliyo. sıkıntıdan bi insan küçük sırlarada sarabiliyo. hadi diziye sarmak çok normal, olay üstüne olay kopuyo ama derinlemesine incelemek. evet bebeyim, google'da küçük sırlardaki kızların aşk hayatları yazınca benim yazım çıkıcaksa böyle editimi basarım, fikrimi de beyan ederim. şimdi oturun ağlayın. ben gidip uyyicam.

20 Kasım 2010 Cumartesi

yine hugh, yine hugh

yorgunum yorgunum diye kendimi paralıyorum resmen. ama gerçekten ne kadar yorulduğumu anlatamam. fiziksel olarak zaten yorgunum ama kafam yorgun. sürekli başım ağrıyo, sürekli uyumak istiyorum, uyuyorum dinlenemiyorum. mutlu uyanmayı özledim.


Eğer bardağın yarısı boşsa, elbet bi gün susayıp diğer yarısını da içersin.
Eğer ben bunu bardağın yarısı doluysa, elbet bi gün susayıp onu içersin deseydim daha optimist görünürdü sanırım. Uykumu özledim. Kendimi özledim.

19 Kasım 2010 Cuma

bugün gökyüzü masmaviyken bologna' da sulukar yağdı.

zaten başımıza ne gelirse hep güvendiğimizden gelir. şakayla karışık küfür eder gibi, masmavidir gökyüzü ama yağmur yağar ya. öyle olur hep.

ne zaman mutluysam o zaman olur böyle şeyler.

ve hep şemsiyesiz yakalanırım.

18 Kasım 2010 Perşembe

spig is the new spider-pig!


spiderpig!


 1 haftalık misafir marathonu yaşadım resmen, çok mutlu oldum ama bi daha yalnız yaşamak konusunda şikayet etmicem sanırım =) mercan, melissa ve larayla başlayan marathon sonra koray ve şimdi nesliyle tam gaz devam etmekte. Artık tembelliği bi kenara bırakıp invenzione della terrayı bitirmem gerekiyo yoksa coğrafya sınavında ağır sıçışlara gelicem. Onu geçtim de com. di massa sınavına da az kaldı, valla ben napıcam? Hepsini geçelim şimdi bambaşka bi konuya gelelim.

sapık gibi sürekli tatlı yapmam nereye kadar? 2 hafta içinde un kurabiyesi, brownie, muffin bi de cikolatalı ıslak kek yaptım. Sanırım kafayı yiyorum artık, ders çalışmamak için bi insan evladı ne kadar bahane bulabilirse hepsini üretiyorum ve tüketiyorum :) 
 uzun uğraşlar sonunda geçen hafta assasins creed 2 yi bitirdim. yenisi çıkıcak onu bekliyorum. hatta bugün burda piyasaya verilmesi gerek ama korkuyorum sormaya, sonra gelmeyince moralim bozuluyo. fallout the new vegas ve assasins creed arasında kaldım. hayat çok zor. 

bugün duş alıp ıslak saçla 7derecede dışarıya çıkıp sonra 2,5 saat nesli'yi tren istasyonunda bekledim. vallahi bayılıyorum italyanların rötarlarına grevlerine, trenin gelmesine 1 saat kala: ya arada rötar var kankeey diye hiç bişey yokmuş gibi pörtlüyolar deli oluyorum. 

başım ağrıyo, en azından saçımı kurutmam gerekirdi. 
benim bu uykusuzluk problemime naapmalı asıl onu da merak ediyorum. saat 4.30 ve ben hala uyumadım: tabii ki bi ceren klasiği. sınav takvimini öğrenip türkiyeye dönmek istiyorum, çünkü koray gittikten sonra gerçekten çok zor geldi, çok özlüyo insan ya, böyle içi acıyo resmen. neyse, olmadı aralık 20'de dönüp şubat başına kadar da istanbulda olucam bokunu çıkartmaya gerek yok.. baba yorgun. vallahi yorgun. uyumalı baba. 

9 Kasım 2010 Salı

18.56

saçlarını geriye doğru atar ya da topuz yapar, başlar yazmaya.

" oturduğu yerden gözüm limonların durduğu sepete takıldı. fotoğraf çekmeyi becerebilseydim güzel bi kompozisyon olabilirdi. ama ben onun yerine sadece:

siyah tellerin arasında limon kabukları sanki onlar dünyanın en önemli şeyiymiş gibi bana bakıyorlardı. daha üstlerde duranlardan bi tanesinin üzerine ışık yansıyor, sanki çok değerliymişçesin salına salına sergiliyor kendisini diğer limonların arasında. orada aslında nereden baksan 10 tane limon var, ama o, sanki bir tek kendisi varmışçasına en üstte kibirli tavrıyla asaletini bozmadan durmaya devam ediyor. ne yapıyorsa işe de yarıyor, oradaki diğer 9 limon arasında en çok o göze çarpıyor. siyah oval kabın boşluklarından sarı sarı limon kabukları gözüküyor. aralardan vuran ışığın huzmeleri sanki süzgeçten geçirilmiş gibi yansıyor masanın üzerine, limonlar ise sanki onlar dünyadaki en önemli şeylermiş gibi orada sakince durmaya devam ediyorlar.

diyebiliyorum." yazdı kız.

oysa önünde bir limon sepeti yoktu.

7 Kasım 2010 Pazar

ben ne hayvanlar gördüm kendini insan sanan.
ben ne insanlar gördüm kendini adam sanan.
ben ne adamlar gördüm bi cacık olamamış,
ne hayvanlar gördüm bir dağın zirvesine oturmuş.

bu yüzdendir hıyarın otlağında yeşerip de çürüyüşü, öküzlerinde dağlarda geviş getirişi.
yaa.

I can't get you, out of my mind 1.32

"bugün sabah uyandığımda dünden kendimi programlamış gibi sapıkçasına evi temizlemeye başladım. sonra arkadaşlarımın yanına gittiğimde sohbet ederken bi tek senden bahsettiğimi farkettim. ondan ya da başkasından değil, senden. sanki sen bişey söylicekmişsin gibi, elimde telefonum her saniye internetten refresh yaparak bekledim. konuşmadık. 
 çok garip geliyo. bütün bi günün sensiz geçmiş olması. 
ama doğru olan buysa, kimsenin elinden bişey gelebiliceğini sanmıyorum."

dedi.

bende suratına baktım. rakı şişesindeki balık gibi. 
çünkü o olsaydı, o da böyle yapardı.


4 Kasım 2010 Perşembe

facebook

ilk facebook çıktığında eski sevgilini buluyodun. şans eseri arkadaşsanız sana bazı seçenekler sunuyodu facebook, ayıp olmasın falan derken ortaya şöyle bişey çıkıyodu:

bıdı bıdı and dıdı dıdı were dating but then they broke up. they get along great as friends.

ya da

bıdı bıdı and dıdı dıdı were in a complicated relationship since fii tarihi. they dated from fii to pii. they broke up at dıdısının dıdısı. they are not talking anymore.

bi de eski sevgili önceliği vardı o dönemde,  hık and dıt have ended  their relationship olduktan sonra ayrılmış insanların hayatları göze sokulur.

bıdıbıdı has changed his/her profile picture gibisinden. sonra bıdısınınki is now friends with hıkhık , dıpdıp and öeğ. zamazingoları vardır. hemen akıllarda soru işaretleri oluşurdu, bu bunu nerden tanıyo, yazışıyolarmı acaba eauğğ gibi kitlenmeler. bi ay sonra bıdı bıdı and hıkhık are now officialy dating on facebook diye bişey çıkardı. biz zaten şaşırmazdık çünkü biliyo olurduk. aradan bi kaç hafta geçer. bıdıbıdı is in a relationship olur, ama artık hıkhık yoktur. bikaç hafta daha geçer. bıdıbıdı and dıdıdıdı are back together, they are now, officialy dating on facebook.

bizi hayatın karmaşasından kurtarıp eskisi gibi msn, mail şifresi, yonja gibi 50 şeyden eski sevgiliyi takip etmekten kurtarıp herşeyi açık açık anlatıp bi de üstüne eski sevgilinin yeni sevgilisiyle mutual friendleri bile görmemizi sağlayan ulvi icat facebook.
 kafayı bize sen yedirtemezsen kimse yedirtemez aha buraya yazıyorum.

3 Kasım 2010 Çarşamba

sonbahar şarkıları mı dedi birisi?

- mike snow "sans soleil"
- frente! "burning girl"
- Imogen Heap "wait it up"
- model homes "in-flight safety"
- mackintosh braun "wake up"
- noir desir "le vent nous portera"
- matt costa "astair"
- daniel zott "living a lie"
- the traditionist "a sleep be told"
- frightened rabbit "swim until you can't see the land"
- austin hartley "in my sleep"
- mel thorme "comin' home baby"
- the bravery "i'm your skin"
- timmy t "one more try"
- menew "don't give up on us now"
- band of horses "blue beared"
- bishop allen "don't hide away"
- hall and oats "she's gone"
- frightened rabbit "keep yourself warm"
- republic tigers "buildings and mountains"
- your vegas "it makes my heart break"
- blitzen trapper "god and suicide"
- the cure "friday i'm in love"
- elliot smith "angel"
- elliot smith "miss misery"
- frente! "bizzare love triangle"

Bartowski - Chuck Bartowski

 Her bölümünde en az 1 defa gülme krizine giriyosunuz zaten o bi gerçek.
Avanak ajanlığın yanından geçmez- adam intersect bi bildiği vardır tabii ki. Hani Dexter değil o, bunun farkındayız zaten. Chuck'a gönül koydum da 4 sezonu 2 haftada bitirdim ben. 3. sezonun sonunda ağlama krizine girip bi yandan gülüp bi yandan ağlarken aklımdan geçen tek alt yazı: "bu dizinin müzikleri baya başarılı"ydı. (bkz. Mike Snow - Sans soleil)

salak blogger, hala resim özürlüsün.

2 Kasım 2010 Salı

blogger beni neden yoruyosun?

bi resim koyucam diye kıçımı yırttım ama olmadı.
iyi niyet suistimali var burda, kendimi kullanışsız hissettim, hepsi senin suçun blogger! kınadım seni!
bence eski sevgililere birer imha düğmesi koymaları gerekiyo. düğmeye basınca kendilerini imha etsinler.

1 Kasım 2010 Pazartesi

this feelings we can't control

renaissance affair - hooverphonic

artık daha kolay ulaşılmaya karar verdim. ceristan@gmail.com

29 Ekim 2010 Cuma

Fly with me through the cherry blossom

30.10



Ben küçükken biz tarabyada oturuyoduk. Kubilay sitesinin oradaydı evimiz, hemen evin ordada yeşillik bi alan vardı. dik bi yerdi, çimenler ve pamuk çiçekleri vardı, bir sürü papatya ve daha bi çok çiçek vardı, o kaldırım aralarında yetişip de suratına bakmadığımız çiçeklerden o kadar çok vardı ki orda, insanın içi giderdi, ah ne güzel yeşillik burası diye.

Sonra bi gün o evden bostancıya taşındık. Yüriye yüriye sahile giderdik, yeşilliklerin arasına. Koştururdum, bisiklete binerdim. Mahalleden arkadaşlarımızla ağaçlara tırmanıp yerlere düşerdik. Birbirimize giderdik, camlardan annelerimiz sarkıp bizi eve sokmaya çalışırlardı, ama nafile. Futbol oynardık, taç atışı yapmayı öğretmişlerdi bana her gelen topa öyle yandan yandan koşturup vurmaya çalışırdım. Evin orda bi bijuteri vardı. Anneler gününde evden kaçıp anneme ordan kolye almıştım, ucunda minicik bi kuş vardı kolyenin o kadar şirin gelmişti ki =) Annem başta çok sevinmişti, gözleri dolmuştu. Sonra durup; "ne ara çıktın sen mahalleye!" diye paparayı basmıştı.

Hem ben küçükken babam bostancıdaki lunaparkın önünden geçmemek için yolu değiştirirdi, her geçip gitmediğimizde ben ağlardım "BABA LUNAPAAAAAAAAAAARK!" diye.
Alerjim olduğu için bana pamuk şeker yasaktı, dondurma, meyve suyu, cips bilimum akla gelebilicek tadı güzel ama zararlı şey. 14 yaşımda kendi başıma ilk dışarıya çıkmaya başladığımda ilk işim kendime Akmerkezdeki şekerciden yarım torba şeker almak olmuştu. Hepsini de yemiştim, sonundada hastalanmıştım =) ama o kadar mutlu olmuştum ki hiç umrumda olmamıştı, iyileşip tekrar çıktığımda yine almıştım bi torba şeker =)

Ben küçükken stickerları da çok severdim. Annem büyüyünce kendin alırsın kendine sticker derdi. 2 ay önce aklıma geldi, girdim nezih kitap evine beyendiğim bütün stickerları alıp kartlar yaptım, kalanınıda buz dolabına yapıştırdım. Annem şok geçirmişti, kızım sıyırdın sen iyicene diye.

Ben küçükken en çok doğum günü pastalarımı severdim, çünkü içlerinden hep Barbie'ler çıkardı.
Ben küçükken kumdan kale yapmayı sevmezdim çünkü beceremezdim, ama sürekli her yeri kazardım.
Ben küçükken hep büyümek isterdim, büyüdükçede küçülmek istedim.
Ben küçükken çok hayal kurardım, ben hiç değişmedim

Oyun oynamayı hep sevmişimdir, kaybetmeyi de yedirememişimdir kendime. Neden bilmiyorum, bana kaybetmek çok saçma gelirdi. Öyle ki 12 yaşımda bir şiir yarışmasına katıldığımda ve şiirimi bana geri yollayıp, bu şiiri o yaşta bi insan yazmış olamaz, diskalifiye edildiniz mektubunuda elime tutuşturduklarından beri şiir yazmıyorum. Hatta doğru düzgün şiir okumuyorum bile. Ama sor bak düz yazıyı, yazar mısın yazmaz mısın!                                                                                                                                  

Ben küçükken çok heycanlanınca uyurdum. Hala aynı şeyi yapıyorum. O yüzden önemli şeylere hep geç kalıyorum çünkü heycanlandığımda uyumazsam kendi kendimi yiyorum.
Ben küçükken annemi her ne kadar kaldı gelmemize, geldik mi? diye kitkediğimde annem bana az kaldı derdi. Bende gözlerimi kocaman kocaman açıp sorardım ona: kaç timsah, kaç karınca kaldı? çok timsah varsa en az 20 dakka yolumuz olurdu, karıncalar varsa 5 dakka civarında gideceğimiz yere gelirdik.

Bana çok küçükken ailenin resmini çiz dediklerinde bilgisayar ve müzikseti resmi çizmiştim. Okula ailemi çağırmışlardı. Sonra televizyonda gördüğüm o haçlı R.I.P'li cool mezarlardan çizmeye çalıştığımda, beni rehberliğe göndermişlerdi. Evet dedem yeni vefat etmişti, ben üzgündüm ve bunu anlatmayı becerebilicek en son insandım çünkü bütün hayatım laf sokmaktan ibaretti.

Ben orta okuldayken kızlar benden nefret ederlerdi. Elişi dersimizde yünlerimi kesmişlerdi, sonunda bi gün cinnet geçirip bi kıza saldırmıştım. Zerre kadar pişman değilim, dünyadaki en acımasız yaratık 11-14 yaş arası kız çocuğudur herşekil idda ederim bunu.  En yakın arkadaşım Talaydı. Talay'la Kemer Kolej'e (evet yıkılan okul) başladığım ilk gün törende tanışmıştık. Mavi salonda sıraya girdiğimizde kafasını uzatıp "meraba ben talay senin adın ne???" diye sormuştu. O gün bugündür hala o ve ben dostuzdur. İstesek de istemesek de. Ben dostumun zarar gördüğünü düşündüğümde endişelenirim. O da hep kızar bana.

Lise başlamadan önceki yaz  benim için çok şey değişmişti. 4ekim2005'de de değişimler bitmişti. Sonrası zaten insanların benden oldum olası nefret etme sebebi, sağlık olsun çok da umurumda değil hala nedense.

Ben küçükken hiç büyümicem derdim.
Ben hiç büyümicem.

28 Ekim 2010 Perşembe

gurbet ellerde depresif ayaklar

abi nası bi başlık yazdım bende bilmiyorum da, vallahi herşeyi geçtim, erol abinin nargilesini özledim. sevgilimi özledim. ananemi özledim. duffy'i özledim. boğaza karşı hadi bee diye dedikodu yapmayı özledim nille. billurla taksim'e gitmeyi özledim. shaggy'le sporda debelenmeyi özledim. uzuncuğuma birayı içtin içmedin diye sataşmayı özledim.
herkes buraya gelse cidden olmuyomu ya? ben dönmicem de, ondan diyorum.

25 Ekim 2010 Pazartesi

frente! - burning girl


insanların hayatında belirli dönemleri olur. hemen hemen herkes bu dönemlerden geçer.

biri geçiş dönemi insanıdır.
ciddi ilişkilerden çıkan ya da uzun süre platonik aşık olduğu insan da zamanla kendini soğutmuş çoğu insan kendilerini bu geçiş dönemi adı verilen iğrenç dönemde bulurlar.
bu dönem genelde ben çok mutluyum ayaklarıyla başlar. sonra bakılır bu iş böyle yürümüyo, daha fazla gece çıkılır, daha az gündüz gezilir. sonra bi gün ansızın hoş birisiyle tanışılır. bu insan genelde size iyi davranan ve sizi sevebilitesi yükske olan bi insandır, yani riskl almanızı gerektiricek hiiç bi özelliği yoktur bu insanın. kısacası size değer verir. göt muammelesi yapmaz, genelde siz ona yaparsınız. dağılan özgüveni de götü de toparlamanıza yardım eder bu insan. bazıları bu insanlara uzun süre bazıları da kısa süre kapılırlar. her dakka eski sevgiliyle kıyaslanır yeni çocuk, her dakka bi beklenti vardır bişeyleri aşması için. ilk bi kaç gün canım cicimle geçer sonra sıçıp sıvama bölümü başlar. telefon eder, açasım gelmiyo dersiniz. buluşmalarınız mı? bu aralar arkadaşlarınızla çok az görüşüyosunuzdur, o boşluk döneminde artık kaçacak delik aradığınız o insanları her dakka aramaya başlarsınız.
sonra bi gün biriyle tanışırsınız. imkansız olduğunu bilirsiniz. o yüzden onu istersiniz. o sizin ağzına sıçacaktır, hatta sizi sevmeyecektir. belki de sevecektir ama hiç bi zaman birlikte olamayacaksınızdır, her zaman bi engel vardır.

bazen sevgilisi vardır. bazen siz sevgilinizi bırakamazsınız. bazen mesafe vardır. bazen fazla yakınsınızdır. bazen kardeş gibisinizdir. bazen yeterince iyi tanışmıyosunuzdur. bazen başlar ve sonra ansızın biter ve tekrar başlar ve yine biter ve tekrar başlar.

siz aşık olursunuz. gidip o sizi her zaman sevecek yanınızda olacak insanı bi kenara bırakırsınız(o sizin güvenli alanınızdır. o hep vardır.) ve o'nu düşünmeden 5 dakka geçiremediğinize inandırırsınız kendinizi. bi kalbe iki kişi sığar mı?

kalp çok büyüktür. isteniyosa belediye otobüsü misal 120 kişiye kadar doldurup yarısını ayakta da götürebilirsiniz.

ama. (evet işte bu en korkunç bölümü)

bazen hayatınıza bi insan girer. sular durulduğunda. geriye hiç bişey kalmadığında. bi insan girer. yavaş yavaş kapılırsınız, ne olmuş ne bitmiş anlamadan. bir de bakarsınız ki o insan herşeyiniz olmuş. gülerken ve ağlarken onu arar gözleriniz. geceleri yatağınıza girip gözlerinizi kapatıp onu düşünürsünüz, sabah günaydın demezseniz bi eksiklik hissedersiniz. sizi mutluluktan sokaklarda hoplaya zıplaya, suratınızda eblek bi gülümsemeyle yürüten insandır o. düşündüğünüzde acı çekmeyeceğiniz bir insandır. ve belki de o güne kadar aradığınız herşeydir.

herkesin hayatında bir insan vardır.
isteseler de istemeseler de.
ve o insan o hayatta bazen bir ömür boyu kalır, bazen bir kaç hafta, belki de birkaç ay.
ama ne kadar kalırsa kalsın, o insan size çok şey öğreten insandır. sizi siz yapan herşeyi kabullenip elinizden tutan ve sizi yanına alıp büyüten insandır. size sevgiyi öğretir. ümidinizi kesmemeniz gereken şeyleri gösterir. kings of convenience dinlemek gibidir bu.

ona baktığınızda saçlarından yansıyan altın rengi güneşe hayran olursunuz.
elindeki içeceği yudumlarken size bakıp gülmeye başladığında ona aşık olursunuz, defalarca.

ve gülümsersiniz.
bi sebebi olduğu için değil, istediğiniz için.
aşk böyle bişeymiş dersiniz.

iyi geceler.

TEŞEKKÜRLER TÜRKİYE

insanlığımdan utanıyorum. çünkü BİZ insanlar, kalacak bir evi bile olmayan, minicik bir yavru kedinin, kutusunda uyurken onu uyandırıp kutusundan çıkartıp, kafasını eze eze öldürecek kadar aşşağılık bi ırkız. ve BİZ o kadar GERİZEKALIYIZ Kİ, bu herifin, gövya pittbull'unun kafasını yaran bu minicik yavru kediyi öldürmesini KABAHAT CANIM OLUR BİTER DİYEREK BU ŞEREFSİZİN 300 LİRA KARŞILIĞINDA İNSANCA YAŞAMASI İÇİN SALIVERİLMESİNE İZİN VERİYORUZ.

UFUK GÜNAYDIN ADLI BU HERİF, HALA ORTALIKTA ÖZGÜRCE DOLAŞIYOR.
İLHAN VE ENES EKİNCİOĞLU İSİMLİ ARKADAŞLARI BU ÇOCUĞUN YAPTIĞI ÇOK GÜZEL Bİ ŞEYMİŞ GİBİ RAHATÇA BUNLARI YAPIYOR: http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc4/hs912.snc4/72593_124383527615425_100001313364536_121323_7502710_n.jpg

VE BUNU GÖREN VE BİLEN BİZ, BUNLARA SES ÇIKARTTIĞIMIZ İÇİN SUÇLU OLUYORUZ.

24 Ekim 2010 Pazar

sam is a cat. yes he is.


fish are jumping.

geçen gün derse ben değil ama prof 20 dakka kadar gecikti, ders programına bakmayı unutmuş. italya'yı çok seviyorum. ya grev yapıyolar ya da herşeyi unutuyolar.

22 Ekim 2010 Cuma

now, i know there is no second chance (hoşlanmıyorum böyle aktivitelerden)

no more sweet music dinliyorum. sabah sabah 2 saati aynı anda kurmayı akıl ettiğim için kendimi çok tebrik ettim, erkenden kalkıp bi de kahvaltı edip giyinip yine de derse gitmeye daha çok zaman kalıcak şekilde hazırlandım. son günlerde gösterdiğim en başarılı performans olabilir bu. evimin en kötü yanı, yan komşumun saatinin siren sesi gibi olması ve mübarek saatimizin (İKİMİZİN dikkat çekiyorum) her sabah saat 9'da çalıp bana panik atak geçirtmesi eve hırsız mı giriyo noluyo diye.

hang on little tomato çalıyo şimdi de. kişisel almıyorum. gerçi shaggy bana domates surat diyo, ama onun sayılıcağını hiç mi hiç sanmıyorum, sonuçta o shaggy anlarsın ya, herşeyi beklerim ondan, yapar o. çantamda bi tane kit-kat var nası yicem onu haddi hesabı yok, ama henüz bunu bilmiyo. o çok mutlu şu anda, bunu bozmak istemedim. teorie dei media kitabı 5 kilo sanırım çantam yürürken yere çekmeye başladı. evet şu an içini artık bi boşaltıp kullanmadıklarımı ayıklamam gereken çantadan bahsediyorum. aslında dişi yaratılmanın en güzel ve en kötü yanı olabilir bu çantalar. istediğin herşeyi yanında taşıyabiliyosun, ama istediğin herşeyi yanında taşıyabildiğin için herşeyi yanına almaya çalışıyosun. diyorum işte lanet de olabilir bu aslında.

zor kadın çalıyo. efsanevi. türkçe gramer öğrenmeye karar verdim kurduğum cümleler ben tarzandan ileriye gidemiyolar efenim. yanıyoor içim hala dınıdınıdını!
bana büyüklük yapıyo ya bazı insanlar, hasta oluyorum. kafalarına bi tane patlatasım geliyo. hele bunu çok büyük bi olaymış da cidden bi bok yemişler gibi insanlara söylüyolar daha da bi yırtınıyorum, ama hayatta bozuntuya vermem. mesela eski sevgililik var. bana büyüklük yapan eski sevgili olmasın nolur, çekiceğimi çekmişim zaten senden, nereye baksan görmüşsün sevgilimi, ben şimdi senin sevgilini aramasam da ne yapsam? neyse sen bana büyüklük yap, ben gelicem birazdan.
sonra bi de yanlışlıkla yakın arkadaş sendromu var. lütfen devam et yoluna-mümkünse geri dönmeden. o da suratına patlatılası bi varlıktır bak. böyle bi arkadaş tipi vardır, her saniye birliktesinizdir. sonra bişey olur bi an gelir abuk sabuk bişeye öyle bi tepki verir ki karşınızdaki pat diye biter gözünüzde. amma çok varmış onlardan, kesin size de çıkmıştır bi tanesi. Lanet gibi bişeyler zaten.

(şimdi çok uzaklarımda, nafile telaşlarım, hayattan çalıyorum) amaçsız olup da bi amacı varmış gibi dolaşanlardan da hoşlanmıyorum. Allahım nası bi özgüvendir bu! Herbokolog gibi dolaşırlar etrafta, hadi bi fikirleri olsa da bişey tartışabilseler. Onu geçtim de- hadi bi bok becerebilseler. En çok politika konusunda fikir beyan ediyolar böyleleri -recolierdoo bi kenara da 2 tane tarihte adı geçen adamı seçer bunlar, 4 kelimeyi değiştire değiştire tekrarlayıp politik bi görüş beyan etmiş olurlar-sözüm meclisten dışarı, alıntı almadan anlatmak zordur bilmemmi.

adrian lux-teenage crimes çalar. bayılıyorum bu şarkıya ya.

ben hayatta en çok doğal insanları severim. sevin ya da sevmeyin onlar kendileri gibi olurlar, hemde sizi duysalar da duymamayı öğrenmiş insanlardır bunlar genelde. çok güzel olurlar çünkü kendileri olurlar, bütün gerçeklikleriyle. yalan söylerler-söylemezler bu öyle bi kendin olmak değildir. açık sözlüdür böyle insanlar, patır patır dökerler herşeyi ortaya bu yüzden de kimse sevmez onları. en çok onlar eğlenirler, en çok onlar yaratırlar, en çok da onlar yaralanır ve yaralarlar. ama olsun, onları tanımak için göze almak gerek böyle şeyleri.
Gözlerim devemi arıyo bu aralar, ah ah nerede o eski günler. Aslında 4 dakka önce evden çıkıp derse gitmem lazım ama zamboni eve yakın nasılsa, koşturma havalarında giderim AZ SONRA DINININIIDINIDITDITDITDITDIIIT

Gold in the air of summer, you shine like gold in the air of summer.

hadi hadi gidiyorum ben. bu arada bu şarkıları arka arkaya sizde dinleyin, baya keyifli oluyolar bi arada.
hatta araya: morcheeba - run honey run, hooverphonic- nirvana blue, air - cherry blossom girl, kings of convenience - i don't know what i can save you from, rosey - love, pink- the one that got away, bizzare love triangle - frente, elliot smith - miss misery, summer time-morcheeba bi de renaissance affair - morcheeba baya iyi gidebilir. 9 dakka geçti şimdi de hadi hadi gidiyorum

20 Ekim 2010 Çarşamba

11.44

seni gördüm.
seneler sonra ilk defa seni gördüm. eskiden tanıdığım o küçük kız gibi, saçlarını at kuyruğu yapıp gülüyordun herşeye.

seni gördüm.
artık bitti, herşey yeniden başlıyor dercesine ışıltılı gözlerinle oturuyordun bir duvarın üzerinde.

seni gördüm.
ben kaybolmadım, sadece dinlenmeye ihtiyacım vardı dedin. beni özlemişsin.

korkma baştan başlarsın herşeye diyecektim, diyemedim.
tutamayacağım sözler veremezdim sana, biliyorsun.

seni gördüm.
büyümüş ve küçülmüş bir çocuk gibi, ağlamaklı suratınla evine koşturuyordun taş döşemeli sokaklarda.

seni gördüm.
bir kapıyı açtın ve içeri girdin.

söyleyemedim. çok özlemişim seni, küçüğüm.

çok özlemişim.

18 Ekim 2010 Pazartesi

adrian lux - teenage crime. daha güzel olabilir misin?

16 Ekim 2010 Cumartesi

running up that hill

eğer şimdi, tam şu anda ordan aşşağıya inersen kimsenin canı yanmayacak.
seni sevenler olduğunu biliyorsun, insanları üzmek istemezsin öyle değil mi? (peki ya beni üzenler?) onları mutlu etmek mi istiyorsun? bana doğru bir adım atarsan seni tutabilirim. (korkuyorum) korkma, ben burdayım. düşmene izin vermeyeceğim. söz veriyorum.

bir adım at.

14 Ekim 2010 Perşembe

22.57

okul başladı. ona rağmen mutluyum. smiths dinleyip kafanı öne arkaya onaylar gibi oynatmak gibi bişey. evet.

13 Ekim 2010 Çarşamba

i wish i was, the heartbeat of your destruction


can't live your life for you and for me.

11 Ekim 2010 Pazartesi

10 Ekim 2010 Pazar

koray'a

His words are like heaven in my hurricane

everything in it's right place

Şimdi, tam 10 dakkan var. Hayatta geçireceğin son 10 dakka ve sonra öleceksin. En çok nelerden pişman olurdun?

Hayatta yeterince gülememekten mi? -hassiktir ordan kimse benim kadar çok gülmemiştir
Hayatta yeterince ağlayamamaktan mı? -onu da yaptım hemde yeterinceden bile daha çok
Yeterince şey öğrenememekten mi? -75 yaşındaki anneannemde bundan şikayet ediyo demek ki bu zaten hiç bi zaman hiç kimseye yetmiyo
Yeterince sevememiş olmaktan mı? -Hayır, hatta hayatımdaki en büyük şansım bu sanırım ben çok seviyorum hem de çok
Fazla insan tanımamaktan mı? -Onu da yaptık evelallah, iyi kötü çok insan tanıdım
Nefret etmek mi? -Hoşuma gitmese neden yaparsın ki bişeyi?
Tembellik mi? -Dünyanın en güzel şeyi, keşke daha fazla yapsaydım!
Ailemle daha fazla zaman geçirmek mi? -Birlikte büyüdük zaten daha n'olsun?
Sevgilimle daha fazla zaman geçirmek mi? -Bak o olabilir belki ama birlikte olabildiğimiz de oluyoruz zaten aramızda 3000 km yol var, napalım?

Belki, çok bi belki Duffy'i son bi kez sevemeden gitmiş olmak İstanbul'dan.
Hayatta dostlarımda oldu, düşmanlarımda. Ben doğdum, ben büyüdüm.
Yürüdüm,koştum,düştüm,kalktım,güldüm,ağladım,sevdim,sevindim,sevildim,güldürdüm,huzuru buldum, mutluluğu aradım-hemde çok yaklaştım.

Ben büyüdüm. Ve eğer 10 dakka sonra ölücek olsaydım, heralde 2-3 şarkı dinleyip bi de viski koyardım önüme, belki bi de sigara yakardım ve sevgilim yanımda olsun da son bi kez hoşçakal diyeyim derdim. Anneme babama birer mektup yazardım, gülümserdim. Son 3 dakkada bi korku sarardı, ağlardım. Korkardım, özlerdim. Sonra herşey bittiğinde ise giderdim.

Aslında 10 dakka sonra hepimiz öleceğiz çünkü hayat çok hızlı geçip gidiyor, resmen yarışıyor zamanla. O yüzden pişman olmamak gerek hayattan, o sırada öyle yaptıysanız bi bildiğiniz kesin vardır.

Bi şey mi demeye çalışıyosun?

9 Ekim 2010 Cumartesi

geldiler bana yine

Buraya gelmeden önce her saniye nası İstanbul'a dönerim diyen ben, dönmek istemiyorum. Kimseyi tanımadan, hiç bişey yapmadan burda kalmak bana daha güzel geliyo ve neden bilmiyorum. Acaba yavaştan sıyırmayamı başladım?

8 Ekim 2010 Cuma

up-down-turn around-please don't let me hit the ground

Artık yeni bi en sevdiğim şarkım var. Moby'nin temptation'ı.

Karanlıkta yanan bi çakmağı izlemek gibiydi sesini duymak
Ya da yumuşacık bir şeyin elinden düştüğünde bir anda parçalanıp dalga dalga kuş tüyleri gibi saçılması gibi yerlere,
bembeyaz tanecikler yüksek sesle kırılıp hiç ses çıkarmadan süzülerek kuş tüyleri gibi süzülürler yerlerde,
Uykudan uyanmak gibi, ama gün ışığıyla birlikte, gülümseyerek
Ya da sessizce ağlarken içinden gelen bi sesle dikleşip gülümsemek gibi
Çünkü gülümsemek aslında bir çakmaktır
Ve ne zaman sen karanlık bi odaya girsen sana iki şans tanır
Yakarsın herşeyi ve unutup gidersin
Ya da sadece aydınlatırsın herşeyi elinden geldiğince

7 Ekim 2010 Perşembe

12.41bologna


İnsanın yapıcak başka işi gücü olmayınca blog yazıyomuş. Ben bunu öğrendim. İnternetsiz geçen 2,5 haftadan sonra çöle atılmış devenin su bulması gibi interneti bulunca bilgisayar başından kalkamaz oldum vallahi.. Tamam tamam o kadar değil. Günün büyük kısmı evi temizleyerek, ütü yaparak, çamaşır bulaşık yıkayarak ve yemek yaparak geçiyo. Kalan kısmındada ortalığı toplayıp playstation'da oyun oynuyorum. En yakın zamanda bavuluma koyup da hiç gocunmadan buralara getirdiğim wii'mle de oynamaya başlicam ama şu an ki tek önceliğim fallout 3'ü bilgisayardan sonra bi de ps3'de bitirmek. Sonra da pes oynamayı öğrenicem. Burda spora yazılmayı düşünüyodum ama sonra evimle okulun arası 20 dakka yürüyüş mesafesi olduğu ve iki tane dersim olan koskoca okulumun kampüsleri arası da bi 20 dakka olduğu için bütün gün koşturduğumu, bi de spora gidersem muhtemelen eve dönücek enerjiyi bile bulamayacağımı fark ettim.
Bugün ev sahibim gelip vasisdas(ya da herneyse)ları bozuk olan camları yaptırdı bi adama, artık ev havalansın diye bokum donmiicak. Bunun yanı sıra kendime bi kumbara aldım böylece para biriktirip türkiyeye dönebilicem bi süre sonra, şimdiden baya bi bozukluk doldu içi, çok gururluyum.
Sabahın saat 8inde kalkıp okula gittim, sınava girdim, nası becerdim bilmiyorum ama geçmişim vallahi dedim ki afferin ceren sana nası beceriyosun sen böyle şeyleri hiç anlamıyorum. Sonra da evime gelip sandevüçümü yedim. İnsan bi süre sonra bazı şeylerin nası yazıldığını bilmediğini farkediyo. Bu şey gibi, börek ve böğrek arasındaki o ince çizgi vardır ya, hah işte tam onun gibi bu. Annem bu pazar İstanbul'a dönücek. Yarın da okulum başlıyo, aslında bugün de derse girebilirdim ama dedim ki "aman be kızııım, ne lüzumu var böyle boş atraksiyonların!" eve gelip uyyicaktım ama annem uyuyunca ben uyuyamadım çünkü altından su akıtan lavaboyu tamir etmeye adam geldi. Ev sahibim çok tatlı bi adam, günde 2 defa gelip eve neler yaptım diye bakıyo. En son beğendiğine karar verdi sanırım, şimdi de kapının önünde ama o kadar yorgunum ki kapıyı açıp hacı naber diyemicem.
Geçen gün benim doğum günümdü, efsane kötü geçiyodu ki günüm koray istanbul'da pasta keserek benim için günümü güzelleştirdi, onun dışında bi de çikolatalı kruvasan yedim, ama mum üflemedim.


Büyük egolar büyük kompleksleri barındırır. Bu oldum olası en sevdiğim laftır, bu yüzdendir ki hırslı insanlardan çok korkarım çünkü ketum ve duygusuz olurlar, ama bu öyle böyle sevememek, üzülememek değildir. Bu öyle iğrenç bişeydir ki, karşındaki insanı aşşağılamadan iyi hissedemez kendisini böyle insanlar. Onlara göre herkes aptal, bi kendileri akıllıdır ve genelde sonunda YALNIZ başlarına, HİÇKİMSE tarafından sevilmeye layık görülmeden ölür giderler. Böyle insanlar ne kadar sağlam bi kişiliğiniz olursa olsun size de zarar verebilirler. İşlerine geldiği gibidir herşey, içlerinde ki fesatlığı size göstermek için fırsat kollarlar. Yani bi anda siz çok mutluyken, herşey yolunda giderken bi anda boşluğunuzu yakalar ve sizi suçlarlar. Siz aşşağılıksınızdır. 5 kuruş etmiyosunudur ve onların gözünde o kadar suçlusunuzdur ki, hayatınız boyunca hiç bişey ve hiç kimse sizi affedemeyecektir. Böyle insanlar aslında çok güçsüz ve bi o kadar kişiliksiz olurlar. Hayatınız boyunca asla affedemezsiniz onları, çünkü sizin yeni hayatınızın ilk günlerinde sizi hüngür hüngür ağlatmış, aile bağlarınızı küçümsemiş, ve belki de sizin ona güvenerek ya da gayet iyi niyetle anlattığınız bişeyi size karşı kötü bi şeymişçesin kullanmışlardır. İşte böyle insanlardan uzak durmak lazım.
Çünkü onlar kimsesizler, hayatları boyunca da öyle kalacaklar.
Çünkü onlar hiç bi şeye değmezler. Bu yüzden hayatları boyunca hiç bi şeyde yeterince başarılı olamazlar. En iyi oldukları şeyle bile bi anlam ifade edemezler çünkü etraflarında kimse durmak istemez onların, herkes onlardan zamanla uzaklaşır.

Bazıları bencilce uzaklaştırır etrafındakileri sizden, iftira atar.
Bazıları ise sizi aşşağılar ve kendisini iyi hisseder.
Bazıları bi süre daha yüzünüze güler ve arkanızdan iş çevirir, sonra bi gün herşeyinizi size karşı kullanmaya çalışır.
Bazılarından ise siz kaçarsınız.

Ben bu yaz 3 tane böyle insan tanıdım. 3ünü de hayatımdan çıkartma kararı aldım. Siz siz olun, siz de böyle yapın. Çünkü hiç kimse zarar görmeyi haketmez.

Neyse çok hayat dersi oldu bu, efsane uykum var zaten yatıp uyumak istiyorum şu an, şu dakka, şu saniye. Fallout 3'ün başlangıcındaki şarkıya BAYILIYORUM.
Evime yeni yeni cdler almak istiyorum bütün cdlerim istanbul'da kaldı. 5 sene böyle geçmez ki.

UYKU İSTİYORUM UYKU! nasılsa akşama kadar sıkılıp yine yazarım.

6 Ekim 2010 Çarşamba

gidip de kopkop şarkılardan romantik anlamlar çıkaran insanlara bayılıyorum. my dream is to fly over the rainbow so high.... romantizmi nerelerden çıkarıyolar, sonra diyolar ki romantizm ölmüş. hayır ölmemiş bak her yerden çıkartıyolar takır takır romantizmi!
anneanneme sorsam romatizmayla romantizm arasında bi fark olmadığını söyler. bak kızım der bana, dikkat etmiyeceksin bazı şeylere. mutlu olmak istiyosan kapatacaksın gözlerini, açacaksın ağzını o da sırf gülümsemek için olucak.
Ben kıskanç bi insanım, bünyemde var, oldum olası da böyleydi bu. ama fadişin bilmemnesini değil sevgilimi kıskanırım anca. babamıda annemden çok kıskanmışımdır küçükken, bi sahiplenirim benim benim diye ki of yani sıkıyosa birisi gelsin ı ıh benim desin, billahi ağır çirkefleşirim.
çok çaresizim bi o kadar beceriksizim. yoğun istek üzerine oldukça da yalnızım çok leş ve rezil kendi halinde iğrenç karının tekiyim.
evet biliyorum bu çok hoş olurdu ama çok mutluyum hatta tam şu anda bıcır bıcır hoplamak zıplamak istiyorum.
küçükken çelik ayna vardı onu gerçekten istiyorum.
bi de uyku
bi de huzur
bi de.
bi de
ay bitmez bu

salve!


evet. sonunda sağ gösterip sabancı'nın sınavına girdikten sonra, hazırlığı atlayıp bologna üniversitesinde gövya 3+2 kanımca, 5+fii sayısınca sürecek eğitim hayatıma başlamak üzere italyaya geldim. eminim çok merak ediyosunuz, aa bu kız ne kadardır yok neler oldu diyosunuz. hadi lan ordan, kaç kişi okuyodur ki bunu? herneyse. sonuçta istemesenizde anlatıcam neler olduğunu.
türkiyedeki son 1 haftama belgesel niteliği kazandırmak amaçlı bi sürü fotoğraf çektim, çek bas fotoğraf makinama (evet çek bas fotoğraf makinam olduğunu gözünüze sokarım) işkence ettim, sarhoş oldum, yerlere düşürdüm onu, filmi bitti yenisini koymayı unuttum kızdım ona neden bittin neden diye. bütün hafta fotoğraf makinamla kavga ettim . bol bol yeşil vadiye gittim, erol abiyi de şimdiden özledim vallahi ne yalan söyliim. halam yanlışlıklı düşürüp nargilemin altını kırdığı için italyaya nargilesiz geldim. benim için nasıl acı dolu bi deneyim olduğunu anlatamam. zaten gurbetçi psikolojisindeydim acı doluyum bi de nargilem yok, acınıcak haldeyim. Uçağa bindiğim andan itibaren ergenlikten çıktım üniversiteye gidiyorum oley be demeye fırsatım olmadı. Gerçekten. Hayatımda geçirdiğim en kötü 2,5 haftayı geçirdim burda, tamamen dış baskıdan dolayı. Yemin ettim bi daha hayatım boyunca hiç kimseyi eleştirmicem. Bi insana göt muammelesi yapılması neymiş dostlarımdan öğrenmiştim zaten, ama bi insanın başka bi insanın özgüvenini, hatta benimkisi gibi artık tavan yapmış dünyaları ben yarattım olum laaan diyen bi insanın bile, ben hiç bişey haketmiyorum, iğrenç bi insanım, aşşağılığım, yalnız başıma yaşayamicam çünkü ben gerizekalıyım dedirticek kadar kendisinden nefret ettirmenin imkanı olduğunu öğrendim. doğum günümü bütün gün kendimden ve herşeyden nefret ederek, gece de ağlayarak geçirdim. 10.günün sonunda, "yanlış anlaşılmalar" yüzünden bozulan 2 tekliften sonra 3. teklifimi verip beğendiğim bi evi tutabildim. Kendi evimi yerleştiremedim. Bi eşyamı bile severek gülümseyerek keyifle alamadım. Sonra ulvi ışıkla gökten thy sponsorluğunda annem indi ve kontrolü ele alıp bana insan olduğumu hatırlattı. CİDDEN bazen insanın buna ihtiyacı oluyomuş. Neyse. Dün öğleden sonra itibariyle herşey bitti. Dün sabah gülümsedim, mutfağıma girdim, tüm dolapları boşalttım ve herşeyi kendi istediğim gibi yerleştirdim. Sonra odama girdim. Ve beğenmediğim herşeyi attım. Herşeyi kendi istediğim yere koydum. O geri döndüğünde aradıklarını kendi koyduğu yerlerde bulamayınca kızdı. Ama burası benim evim ve evet şaka gibi ama 19 yaşımdayım hatta insanım ve ben burda yaşıyorum. Kendi paramı bile elimde tutmama izin vermese de, 17 gün ve 16 gece ağlayarak uyusam ve mutsuz uyansam da bu sabah o kadar huzurlu uyandım ki herşeye deydi. İlk defa evimden çıkıp gülümseyerek bahçeden geçtim, siteden çıktım ve sokakta uzun uzun yürüdüm. O çok sevdiğim kapının yanından geçerken durup iki adamın o görkemli kapıyı ve bütün yapıyı sırtlarında taşıyışlarına hayranlıkla bir kez daha izledim. Hemde bu sefer gerçekten gördüm. İspanyol kolejine baktım, sonra kilisenin kapısına kadar yürüdüm. İlk defa kendim için bişeyler yaptım bugün, çok mutlu oldum. Sonunda evime internet bile bağlandı! Hatta ben bağladım viva la vodafone! demek istiyorum burdan. reklam almış gibiyim bugün biliyorum ama hayatımda beni mutlu eden o kadar az şey oldu ki son dönemlerde gerçekten bunları paylaşmak istedim.
Burda daha hiç kimseyi tanımıyorum. 2 tane kızla tanıştım ikisi de erasmusçuymuş. selin var mesela, o çok şirin, ilke var bi de ama onu daha o kadar iyi tanımıyorum. Korkuyorum herşey bok olucak diye ama olmasın diye de bişey yapmıyorum ve sanırım yapmicam da. sonunda her zaman bi kurtuluş yolu vardır. neyse. şimdilik vaziyet bu. italyancam ilerledi burda, aspira polvere elektrikli süpürge demek. speso condominiale'de tabii öyle mi yazılıyo bilmiyorum ama apartman aidatı demek. çok şey öğrenmişim di mi? bütün bunların yanında korayın sihirli olduğuna karar verdim. her gün beni güldürdü bi şekilde, hemde herşeye rağmen. sanırım artık pes edip duşa girmem lazım, yarın okulum başlıyo. efsane, artık italyan lisesi yok, onun yerine italyada bi üniversite var. bana da kurtuluş yok. off of bakalım bu sefer nası bi işe bulaşmışım merakla bekliyorum.

9 Eylül 2010 Perşembe

zaman

yapabilseydim nefret etmeyi keserdim. gerçekten, ama insanın elinden hiç bişey gelmediği zaman gelmiyo işte, olmuyo.
son bile gelmiyo.

3 Eylül 2010 Cuma

o mu bu mu?

14 yaşımdaydım. ilk defa korkmuştum yurt dışında okuyacağını söylediğinde karşımdaki insan bana, gittiğinde ne yapacaktık? bitecekmiydi herşey? ya bi daha dönmezse? o zaman ne olacaktı?
sonra 15 yaşıma bastım. gitmeyi kaçış sanmaya başladım. yalvardım, uğraştım, olmadı.
16 yaşımdaydım afs'ye başvurmak istedim, ailem engelledi. oysa bence kazanabilirdim. kim bilir.
17 yaşıma bastığımda biraz afs'ye başvurmama izin verilmediği için, birazcık inattan, birazcık da hırstan ve hevesten yurt dışında okumak istiyordum.
ve sonra 18 yaşıma bastım. ygs'ye azıcık kaldı, sabancı'ya gittim billur'un yanına. tutturdum ben burda okiicaam! diye. sonra ygs sonucum düşük gelince vazgeçmeye karar verdim.
ondan sonra lys'lere girdim ve ce-ee der gibi sabancıyı kazandım. bologna'dan da kabulüm geldi. ve ben arada kaldım. sonra dedim ki, kayıt dondururum o zaman! n'olucaktı ki, dondururduk işte. bu sabah ise herşey değişti.

iki okulda orjinal diploma istiyo. yani donduramıyorum burada eğer gideceksem. ve ben oturdum, düşündüm. sabancı mı, bologna üniversitesimi.
italya mı türkiye mi? ve bu soru kesinlikle ferrari ve tofaş'ı karşılaştırmaya benzemiyordu. ben hep herşeyin daha zor ya da daha kolay olacağını düşünmüştüm. hiç arada kalacağımı düşünmemiştim. ve zor da olsa kararımı verdim. italya, bologna. ve son 9 günüm kaldı şimdi.
sonra mı? işte o kısmı daha düşünmedim. ama her ne olacaksa, olsun varsın =)

26 Ağustos 2010 Perşembe

gapingvoid'i seviyorum


Gapingvoid, Hugh MacLeod, Cartoonist. efsanevi mükemmel adam. severim ya severiim!

süzme mercimek çorbası

sabahın 5inde kitlenmediğimiz eksik kalmıştı, bayaa bi güldük o ayrı bi mesele.

küçük beyoğlu ve asmalı mescitteki 22.00 düne bugüne yarına olayını anlamadık-zaten kimse yapamadı. anlamıyolar bi kaç shottan sonra kimse g ve ü leri söyleyemiyo buğüüneee diyip gülmeye başlıyolar. bu bence hiç komik diil ama olsun belki birileri güler.
şimdi taktım ya kafaya bişeyi bi iki ay oyalar bu beni.

taşınma olayını da baya heves yaptık annemle, sonucu gayet başarılı buldum ben açıkçası, camı açıp kuaardessşiam biz geldik staYla falan yapasım var. insan o kadar koliyi taşıyınca bu sıcakta bi yerlerde bi terslik başlıyo tabi doğal olarak.

dapsibapsi'yi çok özlicem evet. ama ben burda bile olmicam, düşünsene be blog taaaa italyaya gidiyorum! neyse ki öğrenciler alan vergisinden muafmış (oley be) kurtardık yine paçayı. şimdi zaman azaldıkça bi duygusallık gelişiyo ister istemez, diyosun ki kendi kendine "hacı bu iş nereye gidiyo yeaaaa"
sonra durup aslında hiç komik olmadığını farkediyosun. sevgilimi bırakıyorum buralarda ayda bi kere 3 güncük görebilicem onu diyosun. sonra anneme anne gel diye bağramıyacağını farkediyosun yalnız yaşarken. babanın sana şeftali soyamayacağını farkediyosun. artık anane yemekleri 2-3 ayda bir olucak, onu fark ediyosun. halada sülalecek toplanmalar mı? bi başka bahara diyosun. sonra duruyosun kafanda plan program yapmaya başlıyosun.

ben şimdi oraya gidince her sabah 6'da kalkıcam koşucam diyosun
sonra evde kendime hep sağlıklı yemekler yapıcam, mc donalds falan yemicem diyosun
ondan da sonra haftada 1 evimi temizlicem, bulaşıklarımı yıkiicam, çamaşırlarımı yıkiicam, hatta ütü bile yapıcam diyosun.

uğraşsam yaparım bence ya, hem onu bunu yapmicam da napıcam?
ev-okul-hadibideğişiklik-sonra yine ev.
bakalım bu sefer nası bi şey becericem çok merak ediyorum, nasılsa bende bişey var abuklukları üstüme çekiyorum hep, yine yaparım bi şekilde. allahım yaareeabbim.

galatasaray bu aralar çok kötü oynuyo, üzülüyorum. bak şimdi karşımda maç açık yani bakmamak için blog yazıyorum o derece vehamet durumlar.
bu inci sözlük işini çok sevdim ben, vallahi gülesi yokken güldürüyo adamı.

ay bi de bugün vapura bindim, baya uzun zaman olmuştu binmeyeli-bi hoş oldum (geçen hafta burgaz'a başkası gitmişti çünkü)
ay yarın olsun da hiç bitmesin. sonra tam 3 hafta hayat zor filmi çeviricem. sabancıya ön kayıt-okul ortalama yükseltme(tabi ki matematik ve ceren-enstantanetakılanz)-italya-ev bulma artııııı taşınma. o derece

Gezdin tozdun aman aman aman
Sazdın sözdün aman aman aman
Giderek üzdün bizi zaman

23 Ağustos 2010 Pazartesi

22 Ağustos 2010 Pazar

ben

ne garip di mi kafanda yazacak milyonlarca şey olur ama sen oturup birini bile dökemezsin kelimelere.
bugün bologna'dan döndüm, 1 hafta sonra tekrar gidiyorum. demek ki bundan sonraki 5 sene boyunca evim olacak yer burası dedim ilk dolanmaya başladığımda ortalıkta. evimin bardaklarını bile seçtim. nerden halı, nerden kutu alıcam hepsini buldum.
şimdiyse istanbulda evimden çıkmama bi kaç dakika kala hayatın tadını çıkartıyorum. evet zor oldu bu 1 ay, yazık oldu bi çok açıdan.
herkes birbirine küsüp çevrelerindeki insanları da küstürmeli bence, çünkü ego tatmini, evet işte o konuda kimse kapışmamalı.

benim umrumda değil.
peki ya senin, dost?

18 Ağustos 2010 Çarşamba

çek hacı çek

Zamanla büyüyüruz, büyüdükçe değişiyoruz, değiştikçe birazcık daha büyüyoruz.
Bi süre sonra yatağımıza sığamıyoruz, sonra odamıza, sonra evlerimiz minicik kalıyor yanımızda ve taşmamak için minicik bedenlerimizle, kocaman dünyada ki görünmeyecek kadar küçük noktalar yapıyoruz kendimizden. Çünkü eğer yataklar, odalar, evler, kafalar bizi alamazlarsa, biz sığamazsak o düşüncelere, kim ne yapabilir ki bizden?
İnsanlar aşık oluyorlar.
Ve sonra terk ediyorlar.
Bazıları, terk ediliyorlar.
Ve sonra "yazı" yazıyorlar.
Eğlenmek için yazmanın arkasındayım sonuna kadar. Ya da aşk için kafandan geçenleri dökmenin. Ama neden insanlar hep o beyaz tenli kırmızı dudaklı mükemmel sevgiliyi özlerler ve neden hep bunları yazarlar ki? Birisi sarışın bi sevgiliyi özlesin bi defa ya da kızıl saçlı olsun özlenilen insan, kaheverengine bile razıyım. Sonra kara olmasın sevgilinin gözleri aydınlık olsun mesela, beyaz değil esmer tenli olsun, kaşları ok gibi yay gibi değilde insan gibi olsun. Kırmızı olmasın dudakları pembe olsun hatta abartalım doğal dursun suratı! Acı dolu olmasın insanlar bitti diye, güzel anıları hatırlasınlar, özlemek acı çekmek değildir.
İşin enteresan yani, şiir ya da yazı yazmak kafiye kurmak da değildir. N'apalım bazen olmuyo işte.

12 Ağustos 2010 Perşembe

monolog röportaj oldu kanımca

kafan ne derece rahat?
- şurdaki uçak varya- o derece.
peki söyle bakalım şu an napıyosun?
- şirkette justin bieber denilen 14 yaşındaki saçları kafasına kök uç dinlemeden yapıştırılmış veletin mcm'de klibi çıktı onu izliyorum
o derecemi sıkıldın?
- o derece

beybe beybe beybe ouuuw
ay biri şu çocuğu sustursun.

sen

sen herşeysin
3 harfle anlatılabilirsin
aşksın ve kinsin
bensin ve sensin

şimdi söyle bana.
sen ve ben biz olsak
ama ben çok uzakta olsam
yine benim 3 harfim olurmuydun?

7 Ağustos 2010 Cumartesi

gel unuttum gel

Bugün güzel bi gündü bence. Leş gibi sıcak olabilir ama Gezi İstanbul'da geçen bi kaç saatin sonunda güneş battı ve saat 1o.3o'da tünelin orda galatasarayın tersine tek tük insanların arasından eve döndüm.
Aşk çok garip bişey, buna karar verdim.
Bi insan nasıl olurda başkasını mutlu gördüğü için mutlu olabilir? Nasıl bi insanı hayatı kadar çok sevebilir? Ne kadar kötü olursa olsun tek bir kişi nasıl koskocaman bi hayatı çok çok güzel bir hale getirebilir? Ben çok şanslıyım. Hemde çok. Nası yaptıysa girdi hayatıma çocuk. Nası yapıyosa katlanıyo bana, helal olsun ben kendime katlanamazdım :)

İnsana arkadaşlarıyla konuşmak çok iyi geliyo, mutlu oluyo. Hele karşısındaki kompleksli abuk sabuk bir insan değilse o daha da iyi oluyo. Abuk sabuk herşeye güle güle komik bi akşamüstü geçirdik melissayla, en yakın zamanda üşenilmemeli tekrarlanmalı.

Günün sonunda mı?

Yapma çok yıkıldım sonra buldum
affet zor kadındım gel unuttuuum geeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeel

hergün böyle geçebilir bence problem yook =)

sabah şekeri gibi vallahi

sen git o kadar yaz yaz yaz yaz sonra blogger hata versin silinsin.
hayat hiç adil değil.
bütün sene yaz gelsin hava ısınsın diyenler bu sözüm size, SİZİN KAFANIZ MI GÜZEL? Cidden bi insan neden sıcak havayı sevsin ki, bi defa hava sıcak olunca herkes ter kokuyo hiç hoş diil. Sonra bunun bi de şey bölümü var: arabamı geri istiyorum. Metro hiç hoş diil, geçen gün tünelin ortasında 10 dakka takıldı kendi kendine manyak sardalya kutusu bence kullanan adamın kafası güzeldi.
Hava 1500 derece, sanırım yatağıma yapıştım (sonunda).
Arada sırada numbers-castle-csi-vampire diaries falan izlemek için kanepeye gidiyorum, tabii ki yastıklarımda benimle geliyolar, onlardan ayrılamam.
Geçen gün bi rüya gördüm, rüyamda denize giriyodum yastığımla sonra onu suya atıyodum koray da dalıp çıkartıyodu ben uyumaya gidiyodum sanırım benimde kafam güzeldi o sırada.
Onu bunu geçtim de, hayat zor falan filan.

Hava neden 1500 derece? Cidden ama adamın kafasımı güzelmiş? 1500 derece hava mı olur? Olmaz olmamalı.

İnsanlar güldüklerinde yüzlerinde çok fazla kas çalışıyomuş bu da iyi bişeymiş. Geçen gün mothers and daughters diye bi filme gittim, depresyona girdim, çıktım. Ay o nasıl karamsar film, gidilmemeli kanımca. Ama sonu güzeldi bak onu kabul ederim yani.
Önceki hafta da inception'a gitmiştim. O baya iyiydi kanımca yine olsa giderim vallahi.. Toy story'i bodrumdayken kaçırmıştım bu acıya daha fazla dayanabiliceğimi sanmıyorum 3boyutlu woody göremedim ya, artık daha ne diyebilirim, yazıklar olsun bana.
Her sabah 8 de kalkıp işe gitmek ve 7 de kalkıp okula gitmek arasında seçim yapmak zorunda kalsam evde kalıp uyumak isterdim. Ama artık okul bittiğine göre artık işe gitmeyip evde oturabiledebilirim, oturamıyabiledebilirim. kim bilir?
Bologna üniversitesinden sınava girmek için kabul bıdıbıdısı gelmiş geçen gün konsoloslukda öğrendim. Konsolosluğun bahçesi efsane güzel-ama ziyaretçilerin girmesi yasakmış ben sazanlayıp içeri atlayınca öğrendim.
Havanın çok sıcak olduğundan bahsetmişimiydim?
Sanırım artık evden çıkmam lazım. Evet çıkıyorum. Hatta şu anda yataktan kalkıcam.
Sanmıyorum ya.
Neyse cidden kalkıcam taksimin yolu çok uzun. şimdiye gidip kahve içip dedikodu yapasım var-ne her zaman insanlarmı beni çekiştiricek ben de onları çekiştiririm. hıh.

Bu arada arkadaşım olduğunu sandığım bi kaç kişi meğerse arkadaşım değilmiş (ne büyük değişiklik, bayadır kazık yememiştim sıcaklarda ilaç gibi geldi vallahi.)
insanların yeni hobisi: birbirlerini sevmedikleri insanlara karşı doldurmak. EFSANE
Yeter sıkıldım evden çıkıcam vallahi gidiyorum bu sefer.

3 Ağustos 2010 Salı

12.49

mavi çiçekli beyaz elbisesinin etekleri bembeyaz parkeleri süpürüyor
altından fışkıran pembe turuncu ve yeşil tülleri gökyüzünü aydınlatıyor
ve uzun saçları renkleri boyuyordu

o ise, her bakmadığında, gözlerinin dolduğunu saklamak için saklanırdı kör kuyuya
bir daha asla bulunmamak üzere.

beyaz yerlere kadar uzanan pencere aydınlatırken bulutları, beyaza boyanmıştı dünyası.
ve ilk öğrendiği şeyi yapardı her zaman
4 duvar arasında hayaller

12.36

Hep söylerim, insan hayatta bencil olmalıdır diye. Sen bencil olmazsan kendini düşünmezsen, kim düşünecek seni derdim, kim umursar senin yaşadıklarını senden başka? Tabii ki bencil olmalı insan, kendi kendini umursaması için gerekiyor bu derdim, ta ki hayatımda tanıdığım en bencil insanla tanışıncaya dek. Kendisine acımaktan ve acındırmaktan başka birşey yapmıyordu en başta, sonra zaman geçtikçe birazcık daha korkunçlaştı durum. Artık kendisine acımakla kalmıyor, insanları suçluyor ve aşşağılıyordu-çünkü o her zaman(!) haklıydı. Ve yine kendisi "çok" haklıyken kaybetti beni. Sorsanız çok umurundamı diye hayır derim, ama bana birşey öğretti (her giden gibi.) ÇOK BENCİL OLMAK KÖTÜDÜR, etrafındaki insanları küçümsemek, onlarla konuşmamak ve herşeyde "haklı" olmak güzel bişey değildir. Umarım ASLA öyle bir insan olmamışımdır ve olmam da çünkü bazen herşey haklı olmak değildir.

11 Mayıs 2010 Salı

mezuniyet korkusu

ilk ygs denemesine girdiğim zaman anlamıştım ben zaten bu öss'nin iğrenç bişey olduğunu.
hayır yani öyle böyle değil, gerçekten İĞRENÇ bişey olduğunu. Sinirden ilk 20 dakka kalemi tutamamak gibi bişey olduğunu bu öss'nin ben nereden bilecektim ki denemeden önce?

Neyse, sonunda bütün bunları çekmeye değmez dedim, İtalya'ya başvurularımı tamamlamak üzere son dosyalarımıda hazırladım. Şimdi sadece 2 seçenek kaldı önümde: l'universita di bologna veya IULM. Düşündükçe daha çok kafam karıştığı ve bu cuma başvurular biteceği için alel acele karar vermemek gerek dedim, o zaman ne yapmalı, kafa dinlemeli, araştırmalı. Off off bu okulun bitmesi zaten zor, bi de üstüne son sene yıllık yazıları, mezuniyet elbisesi (ben mezuniyet elbisesine inanmıyorum bu konuyla ilgili hiç bi şevk duyduğumu da sanmıyorum ama olsun) gibi bi sürü abuk konu var. hadi bakalım al bi de burdan yak. Son sınavlar (illa hepsinden düşük alıyorum zaten o Allahın Emri gibi bişey, daha naaparsın..) bittikten sonra(o günler de gelicek..) ve o başvurularımı hallettikten sonra da lys kabusu var. yok yok, inat ettim çalışmıyorum. dedim ki, çalışıncada bi cacık yapamıyorum, çalışmayınca da, o zaman en iyisi hiç bişey yapmamak. belki gelicek hafta falan karar değiştiririm bişeyler yapmaya başlarım. ama nasıl olsa daha gelicek haftaya çok var :)

Bendeki nasıl bir gazsa IULM ve Bologna etrafındaki rental flat'leri falan araştırmaya başladım, evet gidicem ve dönmicem çok mutluyum! Aylarca Sabancı Üniversitesi istedikten sonra, gerçekten gitme fırsatım olduğunun kafama yeni dank etmesi belki sadece şanstır. Ama her ne olursa olsun, umarım herşey gerektiği gibi olur..

15 Mart 2010 Pazartesi

mutfak

mutfakdan gelen güzel çikolata ve hamur kokusunu duyardım bana sarıldığında
elinde enteresan bulduğun bişey
eteğinde yüzlerce renkle
sürüklerdin beni odalarca.

12 Ocak 2010 Salı

ıykböykbudamıolucaktı

hani iğrenç bir duygu vardır. bazen mesaj beklerken olur, ya da bi sınavın sonucu açıklanmadan hemen önce. yeni bi insana bi hediye almak gibidir bazen neyi sevip sevmeyeceğini bilemezsiniz ve o paket eline geçtiğinde açılıncaya kadar her saniye saat olur ya, öyle lüzumsuz bişey işte.
ilk defa seni seviyorum dediğinde olur, ya cevap vermezse diye.
ilk defa seni seviyorumu duyduğunuzda olur karşınızdakinden, ne cevap versem diye.
kelimelerin anlatamadığı o iğrenç mide bulantısı ve yanında gelen kafa karışıklığı gibi işte, bok gibi bir duygu kısaca.

sonunda dersin ki
kaybedecek neyim var ki?
ve yaparsın kafandakini.
sonra bir bakarsın, kaybedecek hiç birşeyi olmayan tek insanın bile kaybedecek bir şeyi varmış.
adı da zamanmış.

mışmışmuşmuş bişey işte, ama çok sıkıcı.

10 Ocak 2010 Pazar

shaggyluw

uzun uzun düşündüm ne yapsam diye. son 4 aydır kafamı toparlayamadım bir türlü. acaba dedim, doğru olan ne. her bu soruyu sorduğumda birazcık daha dağıldım sanki, sonunda bir de baktım ben kendimi ararken hayatımda benimle ilgili olan herşeyi de kaybetmeye başlamışım.
ah bir sen olsaydın. sen hep benimle olsaydın, herşey çok daha güzel olmazmıydı? shaggyluw derdim, boynuna atlardım mesela.
starsailorla girdin hayatıma. kızılkayalarda ilk defa kendini sevdirdin. italyaya gittim, her bir kontörüm sana gitti. bodrum'a gittim shaggyluw oldun. çeşmeye gittim seni özledim. yaz bitti.
moralim bozulur ya benim, hani bi susarım ağlamaklı olurum. gözlerim dolu dolu bakarım böyle hani dokun ağlicam valla derim bakarsın ağlamaya başlarım. ya da kızarım bi anda zatenle başlayıp konuşup konuşup kitleyip sonrada artık seni sevmiyorum zaten sende beni sevmiyosun! diye bitirip cümlemi seni allak bullak ederim. yarım saat geçer. özlerim, pişman olurum. ama 2 güne kadar tutabiliyorum artık kendimi bak büyüdüm ben!
çocuk gibiyim, evet biliyorum. zaten hiç büyümicem söz verdim sana. hemde kaç defa! daha dünyayı dolaşıcaz. dükkanda hamburger yicez. ben eğer italyaya gidersem üniversite için her tatilde yanıma geleceksin ya, denize giricez biz! sen 2 metre olabilirsin ama ben sana sonunda yetişicem. abi diceksin, kafam raattı orayadamı tırmandın. hassiktir ordan dicem çay demle o zaman.
sahil kenarına oturup ağlamak üzereyken ne zaman geliceksin diye seni aramak varya. en çok o andan 5 dakka sonrasını seviyorum işte. seni uzaktan görüyorum. aptal bi sırıtma yayılıyor bütün suratıma. yaklaşıyosun, kalkıyorum ayağa. yürüyorum, yürüyorum. koşuyorum, boynuna atlıyorum. kafanı sevicem diye tutturup kirpi kılıklı saçlarını karıştırıyorum, çünkü en çok seni seviyorum. kimler geldi kimler geçti?
bilio musun bu hafta neler oldu? inanamicaksın ama! sonunda sen dayaklıksın diye sen üstüme gelirken benim sağa sola kaçmamla biter konuşmamız ama abiyle başlarsın sonra ben tuttururum yine kimse beni sevmiyo diye. vurucam ama şimdi haaa bakışların gelir önce, sonra şapşal mısın sen bakışınla gelip saçmalama dersin. ben biliyorum zaten beni en çok sen seversin.

beni bu kadar iyi tanımana rağmen neden hala kaçıp gitmedin bilmiyorum.
bu kadar kilit bi insan olmama rağmen neden hala beni çekiosun onu da anlayabilmiş değilim.
nasıl girdin hayatıma da ben nasıl sensiz yapamaz oldum onu da çözemedim.
o zaman raadoluyoruz, çay demliyoruz derken kafa sallayıp neeeet yapıyoruz ve biz yine biz oluyoruz işte.

sen benim en sevdiğim çayın adını unutmadığın için çok seviyorum seni.
ama asıl bana katlandığın için bildiğin saygı duyuyorum sana. onu da geçersek, sensiz 2. günün sonunda kafayı yediğim için hastasıyım severek izliyorum. bok gibi geçen günün gecesi, ondan daha bok gibi olur ya. sonraki sabah seni gördüğümde gülümsemeyi seviyorum işte. sana anlatırken herşey çok saçma oluyo zaten, bende çocuk oluyorum. şebek çocuk hemde, patates kafa gibi bişey işte. sonra danstan çıkıyorum kıpkırmızı suratımla nieeerdesin diye koşturuyorum gibi bişey düşün, ya da sosa neeeeeeeeeeetleri.
genel geçer insanlar vardır.
bi de sen varsın.
her what am i to you dinlediğimde özlediğim
10 dakkada bir aklıma bir anımız geldiğinde yine özlediğim
kafanı sevicem diye tutturup uzaktayken yine özlediğim
en sevdiğim, dostum.
kardeşim dicem de reisle aranızdaki ilişkiyi çözemedim, ergen tipçikler gibi takılıyosunuz işte. o yüzden sen dost ol. benim ol. canım ol.

nice tie up my hands'lere.
nice norah joneslara
nice arctic monkeys'lere
nice senlere
nice benlere

seviyorum ulan.